Savaşın DNA’sını anlamak

İster kabile, ister şehir devleti, ister feodal toplum, ister krallıklar, ister ulus devlet yapıları olsun, her birinin şekillenmesinde savaşlar belirleyici rolde olmuştur. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Dünya Savaşı Tarihi” adlı geniş kapsamlı eser, savaş olgusunun dnasını anlamamız için bize kapsamlı bir anlatı sunmakta.

Sernur Yassıkaya Yeni Şafak
İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Dünya Savaşı Tarihi” adlı geniş kapsamlı eser, savaş olgusunun dnasını anlamamız için bize, başlangıç düzeyinde, kapsamlı bir anlatı sunmakta.

“Savaşın sonunu sadece ölüler görür” der, ünlü Yunan filozof Platon. “Tarihin babası” ünvanına sahip, Halikarnas (günümüzde Bodrum) doğumlu Herodot’un bu payeyi almasını sağlayan ünlü eseri “Herodot tarihi” içeriği itibariyle Yunan-Pers mücadelesini ele alan bir savaş anlatısıdır. Bir anlamda tarih biliminin temelinde de savaş yatmaktadır. Modern savaş teorisinin temellerini atan ve etkisi günümüzde de süren Prusyalı General Carl Von Clausewitz ise “Savaş Üstüne” adlı eserinde, Platon’un sözlerini modern dünyaya “Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) devamıdır.” Bütün savaşların amacı, düşman silahlı kuvvetlerini yok etme yoluyla onun iradesini teslim almaktır.” klasikleşen sözleriyle uyarlar. Savaş’ın doğası, çıkışı, felsefesi ve etkileri yüzyıllardır tartışılmakta. Şüphe yok ki, insanoğlunun yerleşim yaşama geçmesiyle birlikte savaş olgusu da onun gölgesi olmuş, birlikte değişip gelişime uğramış. Nasıl ki depremler, yeraltı plakalarının sürtüşmesi sonucu gerçekleşir ve yeryüzünün şekillenmesinde belirleyici rol oynarsa; insan topluluklarında gıda, barınma, artan nüfus, üretim gibi sebepler sonucu çıkan sürtüşmenin adına da savaş dendiğini söylemek mümkündür. Savaşlar da tıpkı depremler gibi bir stres ve enerji birikmesinin ürünüdür. Tıpkı yer kabuklarının çarpışmasıyla ortaya çıkan enerji gibi, insan topluluklarının çarpışması da, insanlık tarihinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. İnsanoğlunun gelişimine paralel olarak savaşın yürütülme biçimi ve niteliği de değişime uğradı. Öyle denebilir ki insanoğlu sürekli bir biçimde savaşı yeniden tanımlamakta, savaş da insanlığı yeniden biçimlendirmekte. Bugün yaşadığımız şehirler, kullandığımız teknoloji, vb. bir nevi savaş teknolojisinin bizlere armağanıdır. O nedenle savaş olgusunun her yönüyle incelenmesi, anlaşılması günümüz dünyasını ve gelecekte alacağı şekli anlamakta bize önemli bir perspektif sunmakta.

BARIŞ ANLAŞMASININ TARİHİ SEYRİ

İnsanoğlunun yaklaşık 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçtiğini kabaca söylersek ve bu yerleşimlerin Mezopotamya ve Akdeniz havzası dahilinde kurulduğunu düşünürsek, savaş tarihinin coğrafyamızın tarihiyle eşdeğer olduğunu söylemek işten bile değildir. Tarihteki ilk barış antlaşması olarak kayda geçen “Kadeş Antlaşmasının” bugün Türkiye’nin Suriye sınırına çok yakın Kadeş şehri yakınlarında Hitit-Mısır ordusu arasında yaşanan savaştan sonra imzalandığı düşünüldüğünde ve metnin orjinalinin bugün İsranbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunduğu hatırlandığında, Türk okuyucusu için “savaş tarihi” okumaları biraz daha anlamlı hale gelir. Üzerinde oturduğumuz topraklar ve medeniyetler bütünü aslında savaş ve barışın dengesini özünde barındırmakta.

DÖRT YAZARLI BİR KİTAP

Çizdiğim bu genel çerçevede içinde, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Dünya Savaşı Tarihi” adlı geniş kapsamlı eser, savaş olgusunun dnasını anlamamız için bize, başlangıç düzeyinde, kapsamlı bir anlatı sunmakta. Kitabın, pek çok batılı kaynaklı benzerinin aksine savaşı sadece tek yönlü okumayla değil genel dünya tarihi içerisine yerleştirme çabasıyla ayrıştığını, bir hakkın teslimi açısından, belirtmek gerekiyor. Bu anlamda oldukça hacimli olduğunu söylemek mümkün. Alanında uzman dört yazar tarafından kaleme alınan yayın savaş olgusuna ilişkin yetkin cevaplar veriyor. Kitap merkezinde savaş olgusundaki değişim ve süreklilik meselesine kafa yorarken, bunu belirli tarihsel periyodlara bölerek yapıyor. İnsanoğlunun yerleşik düzene geçtiği çağlardan itibaren günümüze kadar bizi savaş alanlarında bir yolculuğa çıkarıyor. Eser okuyucuya, savaş olgusunun nasıl geliştiğini ve bu gelişimin toplumlara ne gibi etkileri olduğunu oldukça basit ve anlaşılır bir dilde aktarıyor. Her ne kadar çoğu üniversitede bir ders kitabı olarak okutulsa da, akademik kaçmayan dili, meraklı okuyucular için de kolaylık sunmakta. Kitabın özenli Türkçe çevirisi, akıcılığını koruması anlamında olumlu bir etkiye sahip olduğunu da bir not olarak burada belirtmek isterim.

Eserin bir ders kitabı olarak düzenlendiğini göz önünde bulundurursak, on üç ana bölümün her birinde hem anlatılan dönemde savaşın gelişimi tarihsel çerçeve içinde anlatılırken, bu anlatı örnek olaylar üzerinden de somutlaştırılıyor. Böylece okuyucunun anlatılan periyodu zihninde canlandırmasının da önü açılmış oluyor. Buna ek olarak her bölümün sonunda, anlatılan periyoda dair bir kaynakça sunularak, meraklı okuyucunun ilgisini besleyecek materyallere ulaşmasının da önü açılıyor. Yani yazarlar, oluşturdukları eserin aslında kapsamlı okumalar için bir başlangıç niteliği taşıdığını göstermekten çekinmemekteler.

SAVAŞI ANLAMAK

Kitabın periyodlara ayrılması, savaş konusuna meraklı kişiler için alternatif okuma biçimlerinin de önünü açıyor. Bu anlamda akademik ilgisi olmayan okuyucular için de kolaylık sağladığını söylemek mümkün. O nedenle kitabın hacmi sizi endişelendirmesin. Akıcı dili kadar, çekici başlıklarıyla da, sizde okuma isteğini artıracak bir eser var karşınızda. Özellikle görsellerle ve haritalarla zenginleştirilmiş olması, okuyucuyu kendisine bağlıyor ve araştırma öğrenme tutkusunu da kamçılıyor.

Savaş, insanoğlu varoldukça bir düşünce ve kavram olarak her zaman bizimle olacak. Carl Von Clausewitz’in sesi hala daha dünya başkentlerinin karanlık koridorlarındaki siyasetçilerin ve generallerin kulağında yankılanmakta. İster kabile, ister şehir devleti, ister feodal toplum, ister krallıklar, ister ulus devlet yapıları olsun, her birinin şekillenmesinde savaşlar belirleyici rolde olmuştur. Bugün içinden geçtiğimiz uluslararası sistemin kurulmasında iki dünya savaşının etkili olduğu da bir gerçek. Eserde de belirtildiği gibi sadece 1945’ten günümüze 500 kadar savaş yaşanmıştır. Savaşlar teknolojideki gelişme neticesinde daha spesifik ve geniş çerçevede yürütülmekte. Örneğin artık internetin yaygınlaşmasıyla birlikte “siber savaş” tanımı literatürde her geçen gün daha da yerini sağlamlaştırmakta. Soğuk Savaş’ın son on yılında ABD tarafından ortaya atılan “Yıldız Savaşları” tabiri, gelişen uzay teknolojileri ile birlikte günümüzde daha fazla ete kemiğe bürünmüş durumda. Dünyamızda hala irili ufaklı pekçok çatışma sürmekte, devletler silah envanterlerini güçlendirmeye devam etmekte. Her devlet için güvenlik öncelikli gündem maddesi olmayı sürdürmekte. Barış elbette hepimizin dileği ama onu istiyorsak cenge (savaşa) de her zaman hazır olmak şart.