Sen neden buradasın?

“Tarifsiz sevinçler içinde başladım okuluma. Bu topraklarda, pek az gence nasip olan şey başıma gelmiş; çocukluk hayalim olan mesleğin okulunu kazanmıştım. İstanbul Üniversitesi’nin Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi Bölümü’nde okuyacaktım. Amma velakin dört yıl boyu hep şu soruyla karşılaştım: Sen neden buradasın?”

Haber Merkezi Yeni Şafak
Altamira mağarası.

Gülçin Durman.

Çocuk dergilerinde okumaya ilk başladığım sayfalar hep gizemli maceraların yer aldığı bölümler olurdu. Piramitlerin korkunç dehlizleri, Tutankoman’un laneti, esrarengiz Maya uygarlığı, Bermuda şeytan üçgeni gibi mevzular dönüp dönüp tekrar okuduğum, karıştırdığım; yeniden okumaktan da hiç bıkmadığım konulardı. Ortaokulda Harrison Ford’un başrolünde oynadığı “Kutsal Hazine Avcıları”nı izleyince iyice arkeoloji müptelası oldum. Kendi imkanlarım dahilinde tabii!

Filmin ana karakteri İndiana Jones’a arkeologdan ziyade hırsız dememiz gerektiğini ise üç beş yıl sonra fark ettim. Yani üniversiteye başladığımda…

Tarifsiz sevinçler içinde başladım okuluma. Bu topraklarda, pek az gence nasip olan şey başıma gelmiş; çocukluk hayalim olan mesleğin okulunu kazanmıştım. İstanbul Üniversitesi’nin Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi Bölümü’nde okuyacaktım. Doksan bir senesinin sonbaharında, kayıt yaptırmak için muhteşem Edebiyat Fakültesi’nin merdivenlerinden uçarak çıkmıştım. İlk belirtiler öğrenci işlerinde, kendini belli etmişti aslında. Bitmek bilmeyen terslikler ve yavaşlık yüzünden kayıt işlerim uzadıkça uzamıştı. Çevremde üniversite okuyan pek insan olmadığından o yaşlarda, üniversite okumak hele hele üniversitede hoca olmak, gözümde ulaşılmaz ve çok kıymetli bir şeydi benim için. Biraz da bu yüzden, sıkıntının öğrenci işlerindeki alelade memurlara özgü olduğunu sanıp, yaşadıklarımın pek de üzedinde durmadım.

Amma velakin, daha okulun ilk günü danışman hocayla tanışma esnasında işin kokusu çıktı. Ve bu tam kesintisiz olarak dört yıl sürdü. Danışman hoca, sınıfta herkes kendini tanıtırken sınıfta bir tek bana “Senin ne işin var burada?” diye sordu. Ve hiç yılmadan dört sene boyunca neredeyse her ay, bir şekilde lafı bu konuya getirdi ve sanki havadan sudan bahsedermiş gibi “Gülçin sen neden buradasın” veya “Senin ne işin var burda?” diye sordu. Tahmin edeceğiniz üzere yaşadığım şeyler bir tek bu soruya muhatap olmak değildi. Ama o karanlık sokağa girersek, sanırım hiç çıkamayız ve ben de bu yazıyı toparlayamam.

Her neyse, dediğim gibi hayallerini kurduğum okulda okudum; malum sebeplerden dolayı diplomamı da on beş yıl kadar sonra alabildim. Fakat bu alanda çalışmak nasip olmadı. Olmayınca olmuyor işte…

ESERİ TANIMANIN YOLLARI

Geçtiğimiz senenin mart ayında Beyan Yayınları’ndan çıkan “İnsanlığın Eş Zamanlı Tarihi, Prehistorik Dönemden Geç Antik Çağa” kitabının yazarlarından Feride Bozcu’nun sanat tarihi okuması ise pek de bilinçli bir tercih olmamış, ilk başlangıçta. Bozcu’nun hayali Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde okumakmış aslında. Fakat okula girdikten sonra bölümünü çok sevmiş, çok benimsemiş

Feride Bozcu genç yaşlarında, takdire şayan bir şekilde sadece sanat tarihi okumanın bir sanat eserini anlayabilmek için yeterli olamayacağını anlamış ve eğitimini destekleyici pek çok seminere katılmış.

Bozcu, herhangi gibi bir sanat eserine yaklaşabilmek için mutlaka bu eserlerin yapıldığı dönemin tarihini, sosyolojisini, felsefesini, dini anlayışını bilmek gerektiğinin altını çiziyor her konuşmasında. “İnsanlığın Eş Zamanlı Tarihi -Prehistorik Dönemden Geç Antik Çağa” kitabı da işte bu anlayışın bir ürünü. Uzun soluklu bir çalışmanın ilk ürünü olan bu kitap için Bozcu’nun yüksek lisans döneminde birlikte çalıştığı Prof. Dr. Heath W. Lowry şöyle demiş. “İnsanlığın Eş Zamanlı Tarihi - Prehistorik Dönemden Geç Antik Çağa, farklı coğrafyalarda, kültürlerde, dinlerde ve toplumlarda tarihsel olayların gelişimine eş zamanlı bakarak bütüncül bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Disiplinler arası bir çalışma yaparak karşılaştırmalı tarih anlatımı açısından literatüre önemli bir katkı yaptığı yadsınamaz.”

Benim öğrenciliğim zamanında, derslerde kullandığımız kitapların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Dört sene boyunca Gordon Childe’nın “Kendini Yaratan İnsanı”yla “Tarihte Neler Oldu” Ceram’ın meşhur “Tanrılar Mezarlar Bilginler” ile Samuel Noah Kramer “Tarih Sümer’de Başlar” ve birkaç küçük hacimli kitap haricinde hiç Türkçe kitap okumamıştık. Amfiler kadar vakit geçirdiğimiz ikinci yer ders fotokopilerini aldığımız Çantay kırtasiyeci idi. Ve bizim için arkeoloji konulu Türkçe bir kitapla karşılaşmak, çölün ortasında bir vahayla karşılaşmak gibi bir şeydi.

KAYNAK BULAMAMIŞTIM

Öyle ki bazen iyice çıkmaza düştüğümüz bile olurdu. Mesela bir defasında ikinci sınıfta bana verilen seminer ödevi için hiç Türkçe kaynak bulamamıştım. Bir iki ay beyhude bir şekilde çabalamıştım. Ne kitapları çevirebilecek yetkinlikte dilim vardı, ne de çevirileri yaptırmaya yetecek kadar param. En nihayet teslim olmuş ve hiçbir şey yapmamaya karar vermiştim ki, Prehistorya bölümünden bir arkadaşım imdadıma yetişmişti. Bana verilen ödev, onların bir sene boyunca okudukları bir dersin konusuydu. O tatlı, merhametli arkadaşın verdiği defterin hepsini yazdım ve semineri teslim ettim. O çaresizlik hissi ile mutluluk arasında geçen zamanı ise hiç unutmadım.

O yüzden Feride Bozcu ile Jülide Bozcu’nun yirmi senenin emeğiyle hazırlamış oldukları bu kitabı görünce gerçekten bir tuhaf oldum. Acısıyla tatlısıyla yeniden eski günleri hatırladım. Hatta başka şeyler de yaşadım, arkeolojiye yeniden başlamak için içimde bir şeyleri de kıpırdattı sanki bu kitap.

Bu vesileyle hem iki değerli yazara hem de Beyan Yayınları’na bu güzel çalışma için çok teşekkür ederim. İnşallah serinin diğer kitaplarını da yakın zamanda bizlerle buluştururlar.

Meraklısına Not: Feride Bozcu, Sofos ismini verdiği şirketinde seminerler ve kültür turları düzenliyor. Ayrıca Habibat TV’de “Konuşan Tarih” isimli bir programı hazırlayıp sunuyor.