Neye yoğunlaştığın önemli

Ayşe Aydoğdu, “Modern Zaman Sendromları” isimli kitabında insanları etkisi altına alan sendromlara yer veriyor. “Yoğunluklarımızı seçeceğiz” diyen Aydoğdu, “Nitelikli kriterlere göre seçilmiş yoğunluklar, hazzettiğimiz ve hazmettiğimiz bir hayatı beraberinde getirecektir” ifadelerini kullanıyor.

Dilber Dural Yeni Şafak
Eğitimci - Yazar Ayşe Aydoğdu. ( Fotoğraf: Sedat Özkömeç.)

Ayşe Aydoğdu’nun “Modern Zaman Sendromları” isimli kitabı Vadi Yayınları etiketiyle geçtiğimiz günlerde okuyucusuyla buluştu. Aydoğdu teknolojinin, yoğunluğun, zamansızlığın, şehir hayatının, iletişim araçlarının, ulaşım imkânlarının, medyanın, çalışma şartlarının ve daha pek çok sebebin gündelik yaşamamıza mâl ettiği sendromların neler olduğunu, hayatımıza nasıl girdiğini, bir anda mı belirdiğini yoksa zamanla mı olduğunu, önlem alınıp alınamayacağını, ne tür tedbirler uygulanabileceğini kitabında anlatıyor. Biz de Aydoğdu ile modern zaman sendromlarının hayatımıza etkisini konuştuk.

* Modern Zaman Sendromları’ndan biri de “Çok Yoğunum Sendromu.” Kime selam versek, hâl hatır sorsak, cümleye çok yoğun olduğunu söyleyerek başlıyor. Peki gerçekten yoğun muyuz yoksa sadece sanal yoğunluklara mı sahibiz?

Aslında her ikisi de. Gerçek yoğunluklar, hayatımızdaki temel sorumlulukları kapsıyor. Bunlardan kaçış mümkün değil. Ancak sağlıklı bir planlama ile organize edilebilirler. Kısa, orta ve uzun vadeli adımlardan oluşan, ihtiyaç-istek ayrımına dikkat edilmiş, nitelikli bir öncelikler listesi hazırlamak işimizi kolaylaştıracaktır. Yoğunlukların bizi kontrolü altına aldığı değil, bizim yoğunlukları kontrolümüzde tuttuğumuz bir düzen için ehemi mühime tercih etmek ilkesi hiçbir çağda bu kadar önemli olmamıştı. Çünkü hiçbir devirde hayat bu kadar hızlı akmıyordu ve insanoğlu ona yetişmek için 7/24 kültürü yaşamıyordu. Bu çağın bir gerçekliği de sanal yoğunluklar. Ekranlar arası slalom yapmak artık yaşam biçimimiz. O mecradan bu mecraya geçmek, sürekli iş ve ilişki etkileşiminde olmak bir süre sonra “Yapmam gereken çok iş, yetişmem gereken bir hayat var” algısını oluşturuyor. Bu, reel hayatta karşılığı olmayan ve Çok Yoğunum Sendromu’na zemin hazırlayan bir simülasyondur. Peki ne yapacağız? Yoğunluklarımızı seçeceğiz! Nelerle ne kadar ne zaman ne ölçüde yoğunlaşacağımızı bilinçli tercihlerle bizzat kendimiz belirleyeceğiz. Seçilmiş yoğunlukların insanı olacağız yani. Nitelikli kriterlere göre seçilmiş yoğunluklar, hazzettiğimiz ve hazmettiğimiz bir hayatı beraberinde getirecektir.

MARUZ KALDIKLARIMIZA MAHKÛM DEĞİLİZ

* Peki aynı anda birden fazla iş yapmak yeni hayat tarzımız mı oldu? İşleri paralel olarak yürütmeden hiçbir iş yetişmiyor desek de gerçekten az zamanda daha fazla iş yapmış oluyor muyuz? Bu noktada kitabınızda yavaşlama kültüründen bahsediyorsunuz…

Mecburen… Modern hayat, tek bir anda tek bir iş yaparak hızıma yetişemezsiniz buyurdu. Hızına yetişemeyenlerin geride kalmış, dışlanmış dahası ötekileşmiş hissetmesini sağladı. Sırf bu duyguyu yaşamamak için soluksuz koşturmaya başladık. Bu da yetmedi, aynı anda birden fazla iş yapmadan hayatın anlamını yakalayamayacağımıza adeta iman ettik. Buyurun size Dağınık Beyin Sendromu. Oysa beynimiz tek bir anda tek bir iş yapmak üzere programlanmış. İşleri paralel yürütmek, kısa zamanda çok iş yapıyormuşuz gibi bir algı oluştursa da esasında daha uzun sürede tamamlanmasına ve kalitesiz sonuçlara sebep oluyor.

Hızın yavaşlığı yuttuğu bu devirde yaşantı oburu olmamak için hayata molalar vereceğiz. Dikkatimizi tek bir işe teksif edeceğiz. Çalışma stilimizi çoklu görev yerine bir işi bitirince başka işle dinlenme ilkesine göre kurgulayacağız. Yavaşladıkça, dağılan beynimizin, gönlümüzün, dikkatimizin, benliğimizin parçalarını toplayacağız.

* Günümüz dünyasında insanları bir araya getirecek, toplanarak kaynaşmalarını sağlayacak ortamlar da her geçen gün azalıyor. Dijital medyanın sebep olduğu ruh hallerinden kurtulmanın çaresi nedir?

Sonucu değiştirmek için sebepleri ortadan kaldırmak gerekir. Dolayısıyla bu sorunun akla gelen ilk cevabı “dijital medyadan kurtulmak” olmalı. Ancak modern insan için bu ne kadar mümkün? O halde, sebepleri ortadan kaldırmaya muktedir değilsek süreci değiştirmeliyiz. Çözüm, pek çok hususta olduğu gibi burada da “Kendimize yönelmek”te. Dijital medyadan tamamen bağımsız bir hayat sürmek neredeyse imkânsız. Tam da bu noktada belirtmek gerekir, maruz kaldıklarımıza mahkûm değiliz. Maruz kaldıklarımızı seçemiyor olabiliriz ancak bunlara vereceğimiz tepkiler kendi irademiz dahilinde. Hayalet Titreşim Sendromu, bugün iletişim teknolojileri ve dijital medyanın modern insanda oluşturduğu en dikkat çekici sendromlardan birisi. Her an ekranı kontrol etmek hepimizi bildirim yorgunu yaptı. Yalnızlık, bencillik, yabancılaşma, asosyallik, iletişim becerilerinin zayıflaması, rekabet, bağımlılık gibi insan ruhunu yaralayan durumlar yanında kültürsüzleşme, değer erozyonu gibi toplumsal tehditleri de tetikliyor. Başta bilinçli farkındalık geliştirmek ardından eyleme geçmek lazım. Dijital diyet, sosyal medya detoksu, internet orucu gibi uygulamalarla bir arınma sağlanabilir. Doğal karşılaşma ortamlarını artırabilir, cam cama iletişim yerine can cana iletişim, suni ilişkiler yerine tabii ilişkiler, sanal beğeniler yerine sahici takdirler, gösterişçi paylaşımlar yerine hayat veren paylaşımlar tercih edilebilir. En önemlisi ise irade eğitimi. Çünkü dijital medyanın hayatımızı etkisi altına alma gücü, bizim irademiz kadardır.

Dayatılan bir hayat tarzı var

* Hayat tarzı mutluluğun tanımını da değiştirdi. Artık varlık sahibi olmak, lüks ve insanlar tarafından kabul görmek gibi geçici zevklerimiz var…

Hayat tarzı meselesi mühim. Mücadele hayat tarzı mücadelesi. Teklif edilen, parlatılan, cazip hale getirilen dahası dayatılan bir hayat tarzı var. Bir de merkezinde değerlerimizin yer aldığı kendi hayat tarzımız. Güç hangi taraftaysa psikolojik üstünlük onda demektir. Dolayısıyla gündelik yaşam rutinleri de üstün olan hayat tarzının inanç ve değerlerine göre şekilleniyor. Bugün hedonizmin cazibe noktası haline geldiği bir anlayışa yoğun olarak maruz kalıyoruz. Bir şey zevk veriyorsa iyidir, güzeldir. Zevk vermiyorsa tercihe layık değildir. Dolayısıyla mutluluk, bu zevklerdedir. Tabii bu zevkler, geçici ve bedeni tatmin etmeye yöneliktir ve manevi hazzı ifade etmez. Kadim insanlık değerlerine göre şekillenen bir hayat tarzı inşa etmek durumundayız ve haz odaklı yaşamanın bu kadar özendirildiği bir ortamda ilk olarak zevklerimizi ehilleştireceğiz, öyle ki en sıradan keyiflerimiz dahi nitelikli ve anlamlı olacak. Hazzı erteleme pratikleri yapacağız ve bunu refleks haline getireceğiz. Bir anda karşılaştığımız haz krizlerine karşı manevra kabiliyetimizi güçlendireceğiz.


Ergenlikte asıl sorun kendini ifade edememek