Oruç insanı iyiye yönlendirmelidir

“İbadeti makbul kılan iki özellik vardır. Birincisi ibadeti sırf O’nun rızasını gözeterek ifa etmek ikincisi de davranışlar üzerinde ibadetin etkisini göstermektir. Oruç da böyledir” diyen Prof.Dr. Saffet Köse orucun manevi boyutunu şöyle anlatıyor: “Mesela eline oruç tutturur kötüyü tutmaz, gözüne oruç tutturur kötü bakmaz, yüzüne oruç tutturur kötüye yönelmez, diline oruç tutturur kötülüğü söylemez, kulağına oruç tutturur kötüyü dinlemez, ayağına oruç tutturur kötü olana gitmez, beynine oruç tutturur kötüyü tasarlamaz, planlamaz”

Semiha Kavak Yeni Şafak
Arşiv

İslam Hukuku üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Saffet Köse’yle Ramazan ayının feyzini konuştuk.

- Ramazan ayı müslümanlar açısından önemli bir ay. İbadet ayı da denen bu ayı önemli kılan özellikler nelerdir?

Ramazan ayını önemli kılan beş temel özellikten bahsetmek mümkündür: Birincisi Kur’ân’ın indirildiği ay olmasıdır. Diğer bir söyleyişle Ramazan bir Kur’ân ayıdır. Hz. Peygamber’in her Ramazan’da kendisine gelen bütün ayetleri Hz. Cebrail’e (a.s.) okuduğu rivayet edilir. Vefatından önceki son ramazanında ise iki defa okumuştur. Buna arza denir. Bunun bir hatırası olarak mü’minler ramazanı ya Kur’ân okuyarak, bizzat ya da mukabele yoluyla hatim yaparak geçirirler. Hatta şehirlerdeki bazı camilerin hatim ile teravih kılınacak şekilde belirlenmesi bu hatıranın teravih namazı ile yaşanmasının ve ramazan gecelerinin bu şekilde ihya edilmesinin güzel bir örneğidir. İkincisi Ramazan’ın içinde, feyzinin ve bereketinin bolluğu bir ömre bedel Kadir Gecesi vardır. Üçüncüsü Hz. Peygamberin hadis-i şeriflerinde geçtiği üzere ramazan ayı evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş olan bir zaman dilimidir. Dördüncüsü o ayın sağlığı elveren mü’minler için oruçlu geçirilmesinin emredilmiş olmasıdır. Beşincisi de gecelerinin teravih namazları ile ihya edilmesidir. Bütün bu ve benzeri ibadetler Allah’a yaklaştıran tabiri caiz ise manevi yönden şarj eden bir güce sahiptir.

İSLAMIN BEŞ ANA SUTUNUNDAN BİRİSİ

- Orucun tarihi süreç içinde dini olarak yeri nedir?

  • Kur’ân-ı Kerîm, orucun önceki ümmetlere de farz kılınmış bir ibadet olduğunu belirtir. Nitekim bütün dinlerde oruç ibadetinin çok özel bir yeri vardır. Ancak insanlar ya aslını bozduklarından ya da unuttuklarından İslam tekrar aslına uygun biçimde orucu meşru kılmıştır. Dolayısıyla oruç İslam’ın beş ana sütunundan birisidir. Hicretin ikinci yılı Şaban ayının 10’unda miladi olarak da 6 Şubat 624 tarihinde Pazartesi günü farz kılındığı bildirilmiş ve peşinden gelen Ramazan ayında tutulmaya başlanmıştır. Bütün ibadetlerde olduğu gibi orucun bireysel ve toplumsal anlamda olumlu davranış değişiklikleri meydana getirmesi, daha iyi bir insan olmak üzere eğitmesi yanında insan bedeninin buna olan ihtiyacı sebebiyledir. Allah’ın kulların ibadetine ihtiyacı olmadığı dikkate alınırsa diğer ibadetler gibi orucun da insan için meşru kılındığını söylemek gerekir. Muhtelif ayetlerde ifade edildiği üzere emir ve yasaklarının Allah’ın kullarına zulmetmek üzere konulmadığı da dikkate alındığında insanın oruca katlanmasının kendi yararına olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Buna göre insan bünyesinin yılın belli vakitlerini oruçlu geçirecek şekilde programlandığını söylememiz gerekir. Bedenin zararlı maddelerden arınması ve yenilenerek çıkması için disiplinli bir açlığa ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim modern bilim orucun bazı faydalarını keşfetmiştir. Mü’minler sadece faydasından dolayı oruç tutmazlar. Yoksa bu sadece perhiz anlamına gelir ve ibadet olmaktan çıkar.

- Orucun da diğer ibadetler gibi mertebeleri var mı?

İbadeti makbul kılan iki özellik vardır. Birincisi ibadeti sırf O’nun rızasını gözeterek ifa etmek ikincisi de davranışlar üzerinde ibadetin etkisini göstermektir. Ünlü İslam alimi Gazzâlî orucu fazilet bakımından üç derece olarak ele alır: Birincisi fıkhi çerçevede kalan ve sadece yeme, içme ve eşi ile cinsel ilişkiden uzak kalarak tutulanıdır ki bu avamın orucudur. İkincisi buna ilaveten organlarını kötülüklerden koruyarak tutulanıdır ki bu havas dediğimiz Allah’ın özel kullarının tuttuğu oruçtur. Mesela eline oruç tutturur kötüyü tutmaz, gözüne oruç tutturur kötü bakmaz, yüzüne oruç tutturur kötüye yönelmez, diline oruç tutturur kötülüğü söylemez, kulağına oruç tutturur kötüyü dinlemez, ayağına oruç tutturur kötü olana gitmez, beynine oruç tutturur kötüyü tasarlamaz, planlamaz. Üçüncüsü bu ikisine ilaveten bir de kalbine kötü düşüncenin girmesini engelleyerek tutulanıdır ki bu da havâssu’l-havâss denilen Allah’ın en özel kullarının orucudur. Oruç, bu bilince ne kadar yakın olursa Allah katındaki değeri ve günlük hayatta davranışlar üzerindeki etkisi de o kadar güçlü olur.

İBADET ŞEKİLSEL HAREKETLERDEN İBARET DEĞİLDİR

- Orucun ana gayesi, hedefi nedir?

Bir fıkıh terimi olarak oruç, imsâk vakti ya da fecr-i sâdık da denilen tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar geçen sürede oruç tutma niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Bu tanım orucun maddi ya da şekli boyutunu ifade eder. İbadetlerde şekil, özü koruyan bir özelliğe sahiptir. Ancak ibadetler sadece şekilsel hareketlerden ibaret değildir. Onun bir de ruhu vardır. Ruhu dikkate alınmayan bir ibadet, hayat açısından çok fazla anlamı ve önemi olmayan bir hareketler organizasyonundan ibaret kalır. Bu bir anlamda canı çıkmış ceset gibidir. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Oruç koruyucu bir zırhtır, oruçlu olduğunuzda söz ve eylemlerinize dikkat edin” buyurmuş bunu daha açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Nice oruç tutan insan vardır onun yanına kalan açlık ve susuzluktan başka bir şey değildir.” Dolayısıyla ilgili ayet ve hadislerde bahsedildiği üzere oruç, kötülüklerden koruyucu, nimetleri hatırlayıp şükrüne vesile ve nefsi terbiyeye imkan sağlayan bir ibadettir.

Orucun bilincine varalım

- Ramazan ayını nasıl geçirmeliyiz, bu ayda özellikle nelere dikkat etmeliyiz?

Ramazan ayında tutulan orucun bilincine varıp sonrasında da bu duyarlılık ile günahlara karşı oruçlu olmanın şerefini yaşamak gerekir. Oruç tutarken bu kararlılığı perçinlemenin peşinde olmak, Ramazan sonrasında da bu bilinci canlı tutmak orucun etkisini sürdürmenin azminde olmak gerekir.

İkincisi ramazan gecelerinin ihyası için teravih namazlarını kılmak, mümkünse cemaatle kılmak gerekir. Hz. Peygamberin teravih namazlarının faziletinden bahseden birçok hadisi vardır.

Üçüncüsü Ramazan bir Kur’ân ayıdır. Kur’ân, bizim Rabbimizle elest bezminde yapmış olduğumuz Rab-Kul sözleşmesine dair hükümlerden oluşan bir kitaptır. Onu okuyup anlamalı ve Rabbimize verdiğimiz sözlerin neler olduğunu, bizden neler istendiğini öğrenmenin peşinde olmalıyız.

Dördüncüsü oruç ile açlık-susuzluğu yaşayan bir mü’min ihtiyaç sahiplerini gözeterek orucunun etkisini sosyal duyarlılık şeklinde gösterebilmelidir.

Beşincisi mahrum kalınan nimetler sebebiyle onların kıymetini bilmeli ve israf ve savurganlıktan uzak durmalıdır.

Sabır erdemini güçlendirmelidir.

Kısacası ramazanda kazanılan oruç ruhunu bir seneye yayarak bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi Allah’ın ihsan ve lütfuna mazhar olmanın peşinde olmalıdır. Hz. Mevlana’nın dediği gibi din kokudur. Mü’minin üzerinden dinin kokusu gelmelidir. Bunu oruç ile de göstermek gerekir.

Sabır en değerli fazilettir

- Oruç kişi ve toplum üzerinde ne gibi olumlu etkiler oluşturur?

Orucun fert ve toplum üzerindeki etkileri konusunda şunlar söylenebilir:

Oruç, helal duyarlılığını güçlendiren bir ibadettir. Orucu emreden ayetlerin birkaç ayet öncesi ve hemen sonrasında helal kazanç ve helal gıdanın önemine dikkat çekilmektedir. Bunun anlamı şu olmalıdır. Orucun başladığı imsak vakti ile sonlandığı akşam ezanı vakti arasında bir mü’min normal zamanlarda kendisine helal olan yiyecek-içecek ve eşi ile cinsel ilişkiden uzakta durmaktadır. Bununla kendine normal zamanlarda helal olan şeyleri O’nun rızası için terkeden bir mü’min bu güç ile haram olanlara hiç yaklaşmayacağının sözünü vermektedir. Bu çok önemlidir, çünkü insanın gıdasının helal olup olmamasının ibadetlerin kabulünden iç huzuruna ve aile mutluluğundan toplumsal dirliğe varıncaya kadar etkisi vardır. Bundan dolayı bu konuda duyarlı olunması bütün peygamberlere, bütün mü’minlere ve bütün insanlara emredilen bir husus olmuştur. Hz. Peygamber açık şekilde yediği içtiği şeylerde helal duyarlılığı olmayanın ibadet ve dualarının Allah tarafından reddedildiğini açık şekilde ifade eder. Ayrıca helal kazanç ve helal gıdanın insan davranışlarının iyi ya da kötü oluşunu etkilediğine dair yorumlar vardır. Şöyle ki, insan yiyip içtiği gıdalardan elde edilen enerji ile hareketini sağlar. Şayet bu enerji helalden elde edilen gıdanın eseri ise organlar üzerindeki etkisi de o derece olumlu olur ve iyi sonuçlar (salih amel) doğar. Ama haram kazançtan elde edilen gıdanın verdiği bir enerji ise o da insanı kötülüğe yönlendirir. Bunu temiz toprağın ürününün de temiz ve bereketli olacağı pis ve kirli toprağın ürünün de kirli olacağını ifade eden ayet (A‘râf, 7/58) ile izah ederler. O yüzden helal peşinden koşmayı farz üstüne farz olarak niteleyen Hz. Peygamber bu çabayı cihadın bir türü olarak ifade eder. Buna göre oruç, helal kazanma ve helal bilinci konusunda bir duyarlılık oluşturması gerekir.

Orucun bir başka işlevi açlığı ve susuzluğu yaşayarak açlık çekenleri ve temiz içme suyundan mahrum kalanları anlamayı ve onlarla bütünleşmeyi böylece onlarla dayanışma içine girmeye imkan sağlamasıdır. Elbette Allah herkesin rızkını üstlenmiştir. Ancak ya insanların bunu kovalamaması ya da sömürgecilerin el koyması yahut da afetler ile sınanmadan doğan sorunlar sebebiyle açlık ve susuzluk çekenler her zaman bulunabilir. İşte imkanı olanların olmayanların yardımına koşmaları dini ve insani bir görevdir. Bunun itici gücü de açlık ve susuzluğu yaşamaktır. Oruç bu yönde bir işleve de sahiptir. Yedi yıllık kıtlık dönemini yönetmek üzere kral tarafından hazine bakanlığına getirilen Hz. Yusuf nafile oruç sayısını arttırınca kendine bunun sebebi sorulduğunda, “açlığı yaşayarak açları daha iyi anlama ve dolayısıyla onlara daha iyi hizmet vermek için” diye cevap verir. Günümüzde de açlık çeken ve temiz içme suyu bulamayan çok sayıda insanın bulunduğu dikkate alınırsa bu açıdan orucun işlevi daha iyi anlaşılabilir.

Sabır ile oruç arasında bir ilişki vardır. Sabır, İslam’ın üzerinde durduğu en değerli faziletlerden birisidir. Kur’ân-ı Kerîm’de yüz civarında ayette sabırdan bahsedilir. Oruç sabrı güçlendirir. Çünkü aynı zamanda oruç nefsini kontrol altında tutma eylemidir. Dilini ve organlarını kontrol altına alıp eylemlerini olumlu manada yönlendiremeyen kişinin oruçtan fazla bir nasibi yoktur. Bu da sabrı güçlendiren bir özelliktir.

Oruç sebebiyle en hayati nimetlerden belli bir süreliğine mahrum kalmak onların kıymetini bilmenin ve dolayısıyla nimete şükrün vesilesidir. Orucu emreden ayetlerden birisinde oruç ile şükür arasında bağlantı kurmasının sebeplerinden birisi de budur. Bu da Allah’ın nimetlerini artırmasına, kulun da nimetin kıymetini bilmesine vesiledir.

Oruç nefsi terbiye aracıdır. Aliya İzzet Begoviç’in şu ifadeleri bunu veciz biçimde ifade eder: “Oruçta insani olan bir şeyler var. Ben hapisteyken, eğer iyi yemek yemişsem kendimi hep daha kötü hissetmişimdir. Açlık bana daima evin harika bir köşesinden daha faydalı olmuştur. En kötü kombinasyon, boş bir ruh ile dolu bir midedir.”