Dağların hacı kelebeği: Ali Göçer

Ali Göçer’in Hece Yayınları arasında çıkan son kitabı Zirve Duygusu adlı kitabından yola çıkan İbrahim Demirci üniversite yıllarından arkadaşı olan Ali Göçer’in (gerçek adı Hacı Kelebek) yazma serüvenini de okurla paylaşıyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv

İBRAHİM DEMİRCİ

Onu Erzurum’da tanımıştım. Hacı Kelebek’ti adı. Emmisi oğlu Mehmet Kelebek ile birlikte arkadaşlığın, dostluğun, gönüldaşlığın, arı duru sevgilerin, derin hüzünlerin yanı sıra sevimli sürprizlerin ve taşkın neşelerin de kabardığı ırmaklarda kulaç atarlardı. Liseyi Maraş’ta bitirmişlerdi ama Islahiye yörüklerindendiler. İşletme Fakültesinde bir yıl birlikte okuduk. Aynı evde kaldığımız da oldu. Hacı Kelebek, edebiyat dünyasına Ali Göçer olarak girdi. Edebiyat dergisinde şiirin yanı sıra düzyazılar da yayımladı. Mehmet Kurşun imzalı yazılar onundur.

“ÇİÇEK HATTINDA BEKLE BENİ”

İlk kitabı Gözlerinde Kitap Yankısı, Edebiyat Dergisi Yayınları arasında çıktı (1981). Şu dizeler o kitaptan:

Çorak yamaçlarda soy kızıllık

akşam hazırlığı kayalarda

yorgun çöker asmalara

yürüyen müzik

yüze vuran çarpıntı

Yâr ay yâr

seriver saçlarını toprağa

dağlar üşümesin. (s. 15)

Şu dizeler de ikinci şiir kitabı Yüzün Tarihi’nden:

İçimde aynalar kırılır

çiçek hattında bekle beni

bu iklimler buralı değil bilirim

ne kadar acemisi olsak da yaşamın

doğallığın saflığındaki büyü

dağcının umudundaki doruktur (s. 48, Yedi İklim Yayınları, 1989)

Sanat ve İntihar, Kara Yazılar, Başkaldırının Boyutları (deneme) Morgda Bir İnsan Sıcaklığı (oyun) ve Sükût Sûretinde Şerhi (yorum) kitaplarının müellifi Ali Göçer’in dağ ilgisi ve sevgisi, giderek bir tutkuya dönüştü. Bu tutkunun yol açtığı girişim ve deneyimlerin ilk ürünü Kayıp Dağcının Düşleri oldu (İz Y., 2002, Cümle Y., 2015). İkinci ürünün adı: Zirve Duygusu.

Hece Yayınlarının 588. kitabı olarak “gezi-anlatı” dizisinde yayımlanan eser 147 sayfa. Numaralanmamış son dört sayfaya birer fotoğraf konmuş. Bu fotoğrafların ve kapak fotoğrafının hangi dağı gösterdiği belirtilse iyi olmaz mıydı?

Yazar, önsözde, eserinin bir dağcılık kitabı olmadığını, öznel izlenimler içerdiğini belirtiyor. Dokuz bölümden oluşan kitabın ilk metni: “Dağla Fısıldaşmalar”. Çeşitli bilgilerin de verildiği bu metin, bir çeşit dağ güzellemesi. “Gezi bir hevestir, dağ bir tutkudur.” (s. 11) “Popüler kültür, otantik kentleri bir kadavraya dönüştürdü.” (s. 17)

İkinci bölüm, “Yolda Olmak” başlığını taşıyor. İkinci cümlesi vecize olmayı hak ediyor: “İnsan, ne zaman yolda olduğunu anlar, işte o zaman büyümüştür.” (s. 19) Dört arkadaşın Hasan Dağı, Aladağlar ve Erciyes yolculuğunun anlatıldığı metinde yolunuza sık sık şiir de çıkıveriyor:

Tepe lambamı unuttum hava karanlık

Önden yürü güzelim

Yıldızlar dökülsün topuklarından (s. 25)

Dağ bir aynaydı

Çoğu kişiye suret göründü. (s. 36)

ERCİYES’E DOĞRU ŞİİRLER

Üçüncü bölümün adı: Anne Benim Dağım Geldi. 2011 yılının Ekim ayında çıkılan Erciyes seferinden ilginç bir tanıklık: “Tipiden ve sürekli yağan kardan ürkmüştük. Ne var ki İsveçli grubun hiçbir şey yokmuşçasına sallana sallana zirveye doğru gidişlerine bakınca biraz utandık kendimizden.” (s. 45)

“3700 metrede Nuri Pakdil’in Kudüs’ünü düşünmek hiç de kolay değildir. Yüzümüze vuran tipi gibidir onun cümleleri. ‘Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez.’ Tanrı’ya şükür ki en azından Kudüs’ü seviyorum. ‘Kudüs’ü savunmak gerçek bağımsızlığı savunmaktır.’ / 3700 metredeki tepeye Kudüs’ü temsil etsin diye karın üstüne kocaman bir ‘K’ harfi yazıyorum. İçimden de oraya Kudüs Tepesi diyorum. / Bir de 3700 metrede zalim İsrail askerleri üstüne ve Batı’nın zalim vicdanına doğru sembolik taşlar atıyorum. / Kimse görmesin, kimse duymasın ne önemi var. Kendim için atıyorum bu taşları. Kendimi onarmak için atıyorum.” (s. 47)

Dördüncü bölüm: “Erciyeste Bir Acemi”. 2003 Eylülünde yaşanmış bir maceranın notlarını okuyoruz burada. “Bir süre sonra İspanyolların yanından koşarak geçtik. Çarşaktan atlayarak ve koşarak inmesi oldukça kolay oluyordu. Benim ve Mehmet’in çocukluğumuzdan gelen bir alışkanlığımız var: Çocukluğumuzda çarşaktan kayarak inme oyunları oynardık. Bu yüzden olacak 8 saatte çıktığımız Erciyes’ten 2 saatte iniverdik.” (s. 57).

Beşinci bölüm: Pelister. Makedonya’da Manastır yakınlarında Babadağ’ın 2601 metre yüksekliğindeki tepesinin adı olduğunu dipnotundan öğreniyoruz. Yazar bu bölümde Balkan anılarına ve acılarına da yer vermek gereğini duymuş. Tarih bilinciniz varsa bunu yapmanız gerekir. Bölümün son iki cümlesi özdeyiş değerinde, hele ikincisi Descartes misillemesi gibi: “Tefekkür dünyadan arındırılmış bir gökyüzü buluşmasıdır.” / “Tefekkür ediyorum; o halde varoluşumun farkına varıyorum.” (s. 69)

Altıncı bölüm: “Şeytan Dağı”. Bir belgesel çekimi sırasında yaşananlardan damıtılmış notlar. “Leyla bir dağdı. / Mecnun onun peşinde koşup durdu. / Leyla denen zirveye vardığında onu tanımadı. Çünkü aradığı Leyla değildi.” (s. 80). Bölümün son cümlesi: “Adı Şeytan da olsa her dağ bir melektir.” (s. 82)

Yedinci bölüm: “Geyik Dağı”. Bu bölümde dil sanki daha bir Türkmen işi, daha bir yörük tadında. Ne de olsa Toroslardayız: “Bir yanı Konya ovası ve yüksek platolara uzanıyor; öte yandan da Akdeniz’in mavilerine dökülüyordu dağımızın etekleri. / İlk kez bir Akdeniz dağına çıkıyor[duk] ve gökyüzü mavisiyle Akdeniz’in mavisi birleşerek saçlarımızdan öpüyordu.” (s. 90)

Sekizinci bölüm: “Şimdi düş kurma zamanı: Kaldı Dağı”. 2006 yazında yaşanmış bu zirve yolculuğu. Dağcılarımız yanlarına kışlık malzeme almadıkları için zirveye çıkamamışlardır: “Biliyorum dağcılıkta geri dönmek tarif edilmez bir hüzündür. / Geri dönmek aşağı inerken binlerce kez zirveye bakıp acaba devam etse miydim sorusudur.” (s. 102)

Dokuzuncu ve son bölümün adı: “Benim Demavendim.” Kitabın en hacimli bölümü: s. 105 – 147. İran topraklarında yaşanan bu macera 2004 yılının temmuz ve ağustos aylarında cereyan etmiş. Meğer komşumuz İran’da dağcılık, ülkemize oranla daha çok seviliyormuş. (Orada matematiğin de Türkiye’dekinden daha çok ilgi gördüğünü öğrenince de şaşırmıştım.)

Ali Göçer’in fiziksel bir rahatsızlığı Demavend serüvenini az çok gölgelemiş olsa da bu bölümde İran’a, Isfahan’a ilişkin pek hoş tanıklıklar var.

Bize dağ havası getiren, zirve duygusu yaşatan Ali Göçer’e teşekkür ediyorum.