Terörle mücadelede yeni dönem: Aquila non capit muscas* *Kartallar sinek avlamaz

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv.

Tuğba Koç / Doktora Adayı, İstanbul Aydın Üniversitesi


"Ülkemizin sınırları dibinde terör koridorları kurulmasına asla izin vermeyeceğimizi, bunun için güvenlik hattımızın eksik kalan kısımlarını mutlaka tamamlayacağımızı burada bir kez daha ifade etmek istiyorum. Hiçbir gerçek müttefikimizin ve dostumuzun da ülkemizin bu meşru güvenlik kaygılarına karşı çıkmayacağını, bilhassa da tercihini terör örgütlerinden yana kullanmayacağını umut ediyoruz. Müttefiklerimizden ve dostlarımızdan bu konudaki meşru endişelerimizi anlamalarını ve saygı göstermelerini beklemek en tabii hakkımızdır.”

Recep Tayyip Erdoğan,2022

***

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 16 Ocak 2024 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada “Ülkemize kasteden bölücü terör örgütüne, sınırlarımız boyunca ve ötesinde kendisini güvende hissedeceği hiçbir alan bırakmayacağız.” ifadesinde bulunmuştu. Esasen bu uyarı, KYB’nin özellikle Süleymaniye’de terör örgütü PKK’ya verdiği açık desteğe karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin atacağı somut adımların bir işaretiydi. Irak’ın kuzeyinde herhangi bir terör yapılanmasına izin vermeyeceğini defaten dile getiren Türkiye, yürütülen güçlü ve dengeli diplomasi ile kararlılığını yalnızca Iraklı yetkililere değil ancak uluslararası kuruluşlara da yansıtmıştır. Sınırları içerisinde yürüttüğü operasyonları ile terörle mücadelede önemli bir ivme kazanan Türkiye, 2010 yılından itibaren de Suriye ve Irak’ta aktif bir sınır ötesi askeri politika izlemektedir. Ülkenin güneyinden Akdeniz’e ulaşmayı amaçlayan terör örgütlerine karşı askeri güç kullanımının yanı sıra güçlü istihbarat koordinasyonu ile de söz konusu örgütlerin hareket kabiliyetleri oldukça kısıtlanmaktadır.

YENİDEN ŞEKİLLENEN GÜVENLİK POLİTİKALARI

Türkiye’nin 1970’lerde başlayan terörle mücadele süreci, çok sayıda iç ve dış kaynaklı terör olayı ile doludur. Bu süreç hem ulusal güvenlik politikalarının şekillenmesinde hem de Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası ilişkilerinde önemli bir faktör olmuştur. PKK ile mücadele, Türkiye’nin terörle mücadele tarihinde merkezi bir yer tutar. 1984 yılında silahlı mücadele başlatan örgüt, Türkiye’nin güneydoğusunda ve kırsal alanlarında yoğun bir çatışma ortamı oluşturmuştur. PKK’nın terör faaliyetleri, Türkiye’nin yanı sıra Irak, Suriye ve İran gibi komşu ülkelerde de etkili olmuştur. 2010’ların başından itibaren ise Ortadoğu’da “kurulan” DEAŞ, yeni bir tehdit oluşturmuştur. DEAŞ’ın Türkiye’de gerçekleştirdiği terör saldırıları, sınır güvenliği ve iç güvenlik politikalarının yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Türkiye DEAŞ’a karşı uluslararası iş birliği ile Suriye ve Irak’ta sınır ötesi askeri operasyonlar düzenleyerek mücadele etmiştir. Bu süreçte ise en büyük katkı hiç şüphesiz çıtası giderek yükselen Türk savunma sanayii ve güçlü istihbarat sistemi tarafından sağlanmıştır.

İSTİKRARLAŞTIRICI GÜÇ

Türkiye’nin terörle mücadele yönteminin bölgesel güvenlik açısından önemi tartışmasızdır. Türkiye’nin coğrafi konumu, bölgesel dinamikler ve terörle mücadelede izlediği stratejiler hem Türkiye’nin kendi iç güvenliğini hem de geniş Orta Doğu ve Avrasya bölgesinin istikrarını doğrudan etkiler. Fakat terörle mücadele devletlerin tek başlarına değil ancak iş birliği ve kararlılık ile sürdürebileceği bir süreçtir. Bu bağlamda Türkiye’nin terörle mücadele çabaları, sınır ötesi terör tehditlerini engelleyerek ve terör örgütlerinin finansman ve lojistik ağlarını kesintiye uğratarak bölgesel istikrarı korumaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin NATO üyesi olması ve çeşitli uluslararası koalisyonlarla iş birliği içinde hareket etmesi, bölgesel ve küresel güvenlik iş birliğine katkıda bulunmaktadır. Türkiye’nin sınır ötesi terörle mücadele operasyonları, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında da değerlendirilmelidir. Operasyonların uluslararası hukuka uygunluğu, sivil zararların en aza indirilmesi ve yapılan askeri müdahalelerin orantılılığı, Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarını ve ilişkilerini etkileyen önemli faktörler olmuştur. Bu stratejiler, Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan etkileyen terör tehditlerine karşı koyulmasının yanı sıra bölgesel istikrarın desteklenmesini de sağlamıştır.

TÜRKİYE’NİN DESTEĞİ OLMAZSA OLMAZDIR

Özellikle son dönemlerde Irak’ın kuzeyinde terör örgütü PKK’nın Süleymaniye havalimanını kullanmasına müsaade edilmesi, hastanelerde örgüt mensuplarının tedavi görmesinin sağlanması ve finansal desteğin verilmesi üzerine Türkiye, Irak yönetimini örgütün bölgede böyle bir kurumsallaşma sürecine izin vermeyeceği hususunda yürüttüğü diplomasi neticesinde bilgilendirmiştir. Türkiye’nin bu kararlığı stratejik konumu, askeri kapasitesi, diplomatik çabaları ve çok taraflı güvenlik iş birlikleri ile birleştirildiğinde ülkeyi hem bölgesel bir güç merkezi hem de geniş Orta Doğu, Kafkaslar ve Doğu Akdeniz gibi stratejik bölgelerde etkili bir aktör olarak konumlandırmaktadır. Dolayısıyla bölgede Türkiye’nin desteğini kaybetmek ya da herhangi bir anlaşmazlığa düşmek hiçbir yönetimin faydasına olmayacaktır. Sonuç olarak Türkiye’nin terörle mücadele stratejisi sadece ulusal güvenlik açısından değil aynı zamanda geniş bölgenin istikrarı ve güvenliği açısından da büyük önem taşır. Türkiye daha önce Suriye iç savaşı, Kafkasya’daki çatışmalar ve Kıbrıs meselesi gibi konularda yapıcı diyalogları teşvik etme ve çözüm süreçlerine katkıda bulunma açısından gösterdiği özveri ile eşsiz bir hareket kabiliyetine sahip olduğunu kanıtlamıştır, dolayısıyla hem bölgesel istikrar için hem uluslararası güvenlik açısından önemi tartışmasız bir gerçektir.


İyilerin gözü pek, sözü yüksek olsun