|
Siyaset değil sosyoloji

1987 seçimleriydi. Refah Partisi o seçimde, meclise girecek kadar oy alamamıştı. Milli Gazete"de yazan İsmet Özel, "Bize Yüzde Altı Derler" başlıklı bir yazı yazmıştı. O yazıdan çeşitli cümleler okuyalım:

"...Cümle âlem bilir ki, Türkiye de terazinin bir kefesinde sürekli olarak Müslümanlar vardır. Diğer kefeye korku ve aldatmaca, para ve silah koyarak bir kıpırdanma temin edebilirsiniz. Türk demokrasi tarihi (ne tarih ya!) Müslümanları sindirmenin, Müslümanları kandırmanın, Müslümanları yoldan çıkarma çabalarının tarihidir..... Müslümanları yabancı güçlere rapor edenler, büyük çoğunluğu hesabı katarak konuşmuyorlar. Onların dillerine doladıkları, kampanyalarla köşeye sıkıştırmaya çalıştıkları -bunlar az, bunlar önemsiz, bunlar %6- dedikleri -özel tavırlı- Müslümanlardır. Daha doğrusu sabırla, ısrarla, sebatla Müslümanlığını kimlik meselesi haline getirmiş bulunan ve küfrün tasallutundan korumaya çalıştığı Müslümanlığını münasip bir fiyat bulduğu zaman satmayan kişilerdir, kişioğullarıdır. Acaba bu %6 Müslümanı böylesine önemsemeden Türkiye"nin meselelerine bakamaz mıyız? Sanırım buna kimse cesaret edemez. Çünkü %6 dedikleri, bağımsız karar verme mevkiine sahip ve tercihleri Türkiye"de İslamiyet"in en belirleyici sosyal ve siyasi unsur olması gerektiğini inanan insanlardan oluşur."

Bu, burada bir dursun. Hatta sadece durmasın bu kez. Alıp başımızın üzerine koyalım bu cümleleri.

Bir kurum olarak popüler siyasete (partiler vasıtasıyla yapılan siyasete de denebilir) değil; ama zaman zaman tek tek siyasilere ve o siyasilerin bizim için yaptıklarınıza güvenirim. "Bu adam doğru adam, bu adamdan memlekete ve Müslümanlara zarar gelmez, hatta umulur ki faydaları dokunur" dediğim adamlardır bunlar.

1987"den bu yana "Müslümanlığı bir kimlik meselesi haline getirmiş" insanların yüzdesinde gözle görülür bir artma ya da eksilme yok. Birbirinden farklı anketlerde "Müslümanlığı bir kimlik meselesi haline getirmiş" insanların yüzdesi 6 ila 8 arasında değişiyor. Şöyle de denebilir: Türkiye"deki mevcut siyasal durumun, bu kitlenin artışında ya da azalışında gözle görülür bir fark oluşturmadığı ortada.

Aslında anketlere çok gerek yok. Gözümün gördüğü bana yeter. Mavi Marmara anmasında, Saraçhane Parkı"ndaki Mısır ve Suriye odaklı etkinliklerde, konsolosluk önü eylemlerinde toplanan insanların sayısını gördükçe sürekli "bize %6 derler" diyorum zaten.

Peki, ama bu niye böyle? Mevcut iktidarın dili ve ortaya koydukları yeterince, hatta bazen yeterinden de fazla İslami iken "bir kimlik meselesi olarak Müslümanlığı önemseyen" kitlede bariz bir artış olması gerekmez mi?

Gerekmez. Çünkü bu tip artışlar siyasal iktidarla değil, gerçek bir sosyolojik dönüşümle mümkündür. Neticede siyasal iktidar dediğimiz şey, mevcut sistemi elinde tutabilmek için gereken siyaseti üretmekle mukayyettir. Ondan daha fazlasını beklemek, siyasal iktidara haksızlıktır.

İşte tam bu noktada Türkiye Müslüman"larının yapması gereken iki önemli şey var bence. İlki, her durumda mevcut siyasi iktidara angaje olma refleksini bir kenara bırakıp yanlışa "yanlış" diyebilme erdemini göstermek.

Siyasetin bu denli siyah ve bu denli beyaz olarak ayrıldığı bir ülkede "gerektiğinde içerden muhalefet edebilme yeteneği" geliştirmenin ne denli zor olduğunu biliyorum. Ancak bu zorluğu göze alabilmenin öneminin de hem siyasal iktidar, hem de Türkiye Müslümanları açısından farkındayım.

İkincisi ve belki de daha da önemlisi, "nasılsa siyasal iktidar bizi temsil ediyor" tembelliğinden vazgeçmek. Siyasal iktidar Türkiye Müslümanlarını o ya da bu oranda temsil ediyor olabilir; ancak bu Türkiye Müslümanlarına tembellik etme hakkı vermez. "Uzun adam açıklama yapar nasılsa", "parti gereğini yapar nasılsa" diye düşünerek alınacak bir mesafe olmadığının farkına varmamız gerekiyor / gerekecek. Geçmişte, olaylar karşısındaki tepkisini "bağımsız olarak verebilecek" bir kitleydik. Bugün de böyle bir kitle olmamak için hiçbir "sahici" nedene sahip değiliz.

Şunu demek istiyorum aslında. Siyasetin belirlediği bir sosyolojiyi reddederek kendi sosyolojisini eskiden olduğu gibi kendisi geliştirebilecek bir kitlenin Türkiye"nin geleceğinde söz hakkı vardır / olacaktır. Aksi halde mevcut siyasi iktidarın başına bir şey geldiğinde sudan çıkmış balığa döneriz.

Ne diyordu Eric Cantona: "Ben bir takıma karşı değil, yenilgi duygusuna karşı oynarım."

10 yıl önce
Siyaset değil sosyoloji
Cami terbiyesini çocuklara kim kazandırır? Toplum? İmam? Aile?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir