|
Mübeccel B. Kıray

Gerçeği görmek için kitaba veya teoriye değil gerçeğin içine dalıp bakmak lazım… Gerçek hakkında bir zamanlar birileri tarafından üretilmiş teoriler, zamanla ideolojik ezberlere dönüşür. Hayat o teorilerin kaydettiği bir hayat olmaktan çoktan çıkmış, hızla daha yeni bir duruma yol almıştır ama o teoriler hâlâ dünyayı aynı şekilde resmetmeye devam eder. Sonra hepimiz bilim diye bu ezberleri tekrarlamaktan başka bir şey yapmayız. Özelikle konu sosyal bilim olduğunda gerçek hakkında tedavülde gezinen ve artık iyice masallara dönüşmüş ezberleri aksatmak büyük risk taşır, çünkü bu ezberlerin, bu masalların ürettiği konforu tehdit etmek herkesi rahatsız eder.

Dün toprağa verdiğimiz Mübeccel B. Kıray''ın en önemli vasfı belki de, Türkiye''de sosyolojinin ezberle değil gerçeğe dalarak yapılabileceğini en erken keşfetmiş bilim insanı olmasıydı. DTCF''nde sonradan tasfiye edilen Behice Boran, Niyazi Berkes gibi sosyal bilimcilerin öğrencisi olarak güçlü bir Marksist tahayyül, heves ve ideal kazanmış olduğu halde, bu idealleri onun Marksizmin bütün teorik öngörülerine sorgusuz sualsiz bağlı kalmasına yetmemiştir. Muhakkak bunda Amerika''da görmüş olduğu ve deneyciliğin de önemini kavramasına yol açan eğitiminin de bir etkisi olmuştur. Bu sayede hem ODTÜ''deki hem daha sonraki yıllarında bütün bilimsel faaliyetleri Türkiye''nin gerçeklerinin Marksist teorilerde resmedilen dünyaya niye uymadığını, kırsalın dönüşümü, kapitalizmin gelişimi gibi konularda Marksist teoride öngörülen tahminlerin neden Türkiye örneğinde bir türlü tutmadığını açıklamaya çalışmakla geçmiştir. Bu çabaları dolayısıyla resmi ideoloji tarafından komünist suçlamasına sürekli maruz kaldığı halde, dönemin sol çevrelerince de hep teoriye olan sadakatsizliği töhmeti altında kalmıştır.

Kendisinden ders almadım. Kuruluşunda ve gelişiminde en önemli emeğe sahip olduğu ODTÜ sosyoloji bölümüne kaydolduğumda oradan ayrılalı 12 yıl olmuştu. O yüzden Mübeccel Kıray benim doğrudan hocam olmadı hiç, ama ODTÜ sosyoloji bölümünde ders aldığım hocaların (Bahattin Akşit, Hasan Ünal Nalbantoğlu, Sencer Ayata gibi) çoğunun onun öğrencisi olduğunu biliyordum. O yüzden benim kuşağım için o hocaların hocasıydı. O yüzden bu yazı bir öğrencinin hocasının ardından ona karşı insani bir vazifesi olarak da okunabilir.

Kendisini ilk defa 1992 yılında III. Ulusal Sosyal Bilimler kongresinde ODTÜ''deki Mimarlık amfisinde “1940''lı Yılların Türk Sosyal Bilimcileri” başlıklı bir konuşmada dinledim.

Bu konuşmasında Kıray kendisinin Türk sosyolojisinin içindeki konumunu biraz da o günün cari sosyoloji anlayışını temsil eden İstanbul Üniversitesinin sosyoloji kürsüsüne yönelttiği eleştiriler çerçevesine oturtmuştu. Burada Ziya Gökalp''le başlayarak, sosyoloji adına H. Ziya Ülken, N. Şazi Kösemihal gibilerinin yapmakta oldukları biraz da Avrupalı bir anlayışın etkisi altında oldukça skolastik-hümanist bir iştir. Bu etkiler altında bu sosyologların yaklaşımları olgusal anlamda bir toplum bilimi olmaktan ziyade toplum hakkında bazı felsefi-spekülatif mülahazalardan öteye gidemiyordu. Bu yanıyla bunlar sosyal felsefe olabilirlerdi ama Kıray''ın bildiği anlamda bir sosyoloji olmaları biraz zordu. Kıray''a göre bu tarz bir sosyolojiyi yapmanın hiçbir riski yoktur, zira hiçbir şekilde Türkiye''nin gerçeğine bulaşmayan bir felsefe alanında geziniyor. O yüzden bu tür sosyologlar gerçek anlamda sosyolog değillerdir, buna mukabil elit tabakaya dâhildirler.

Kıray''ın öncülük ettiği ve motivasyonunu büyük ölçüde Marksist bir siyasallığın yaptığı sosyoloji ise ilk karşıtlığını veya kendilik tanımını bu şekilde kuruyor. “Elit olma derdi” olmaksızın, ama toplumun meseleleriyle içli dışlı ve olgulara doğrudan temas ederek yapılan bir sosyoloji; olgulara olgu olarak bakan ve belli bir ilişki düzenini açıklamak için mekanik olmayan, probleme dönük açıklamaya, analize, yani ilişkiler düzenini açıklamaya dönük bir sosyoloji.

İşin trajik yanlarından biri şu ki, Kıray''ın bu eleştirileriyle ortaya çıkan yeni sosyoloji akımı da gün geldi aynı elit tabakayı kendi içinde yarattı ve gerçeklerden en az Kıray''ın eleştirdiği gruplar kadar gerçeklerden kopup kendi teorilerini tekrara gömüldüler. Türkiye''nin son yıllardaki dönüşümü bu sosyoloji açısından hiç kuşkusuz başarılı bir biçimde öngörülebilmiş değildir. “Mahalle baskısı” gibi bir kavramın gördüğü ilgi düzeyi bunun en önemli örneklerinden biri oldu. Kıray''ın bu tartışmalar bağlamında bile gecekondular için geliştirmiş olduğu “tampon alan” kavramı çok esinleyici olabilirdi. Ama ne bu kavramı ne de Kıray''ın müthiş “sosyolojik resmetme” yeteneği hiç hatırlanmadı bile.

Gerçekleri görebilmek için kuşkusuz gerçeğin bir defa çekilmiş bir resmini, hem unutmamak, hem de onu bütün zamanlar için geçerli saymamak gerekiyor. Gerçek de kendi içinde sürekli değişiyor olduğu için gerçeğin bir zaman için çok geçerli olmuş bir resmi başka zamanlarda geçersiz hale gelmiş olabilir. Demek ki gerçeğe gitmek yetmiyor, gerçek hakkında her konuşmada gerçeğe “orada eskisi gibi duruyor mu?” diye bakmak üzere bir kez daha gitmek gerekiyor.

16 yıl önce
Mübeccel B. Kıray
Sıcak yaz-boz kış
Pencerenin camındaki böcek
Kara dinlilerle milletin savaşı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?