Türkiye'nin aslında bir 'koruyucu meleğe' ihtiyacı vardı

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Mehmet Acet köşesinde 'ABD istihbaratı olay yerinde miydi?' sorusuna yanıt aradı. Aydın Ünal, Yusuf Kaplan, Salih Tuna ve Süleyman Seyfi Öğün de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Salih Tuna, Süleyman Seyfi Öğün ve Mehmet Acet.
Mehmet Acet, Aydın Ünal, Yusuf Kaplan, Salih Tuna ve Süleyman Seyfi Öğün'ün yazılarının en dikkati çeken bölümleri:
0. Bu ne demek oluyordu?
Ne yani?

En büyük müttefikimiz, en büyük hasmımıza (PKK/YPG), bize karşı kullanması için silah veriyorsa, bunu gözümüzün içine baka baka yaptığı halde, üstüne yine gözümüzün içine baka baka anında kocaman yalanlar da uydurabiliyorsa, sorgulamayacak mıyız?

“Bu olabiliyorsa, başka neler olmaz ki?” demeyecek miyiz?

Dün, Şamil Tayyar Kanal 7'de yaptığımız programda önemli bir bilgi verdi.

24 Kasım'da, yani Rus jetinin düşürüldüğü tarihin yıl dönümünde, Suriye'de bizim askerlere yapılan hava saldırısının koordinatlarını ABD'nin verdiğini söyledi.

Hatırlayalım.


Mehmet Acet'in yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
1. AK Parti Hakkari Gençlik Teşkilatı'nın kurucusu Emrullah
'Çil' Farsça ve Kürtçe'de “40” demekmiş; “çile” de, 40 günlük süre anlamına geliyormuş. Aralık ayının 20'sinden başlayarak, Ocak sonuna kadar kışın en sert geçtiği, kar yağışının yoğun, soğuğun ve ayazın çetin olduğu 40 günlük süreye Kürtler “çile” diyorlar.

Hafta sonunda AK Parti Ankara İl Başkanı Sayın Nedim Yamalı bizi aldı, Hakkari'ye, Hakkari'nin “çile”sini görmeye, yaşamaya, Hakkari'nin “çile”sini paylaşmaya götürdü.

Yüksekova'dan Hakkari'ye karayoluyla geçerken, yol arkadaşlarımız Emrullah ve Zafer'le uzun uzun sohbet ettik.

Bize Hakkari'nin dağlarını anlattılar, mevsimlerini anlattılar, insanları, köyleri, yaylaları, Hakkari'nin “çile”sini anlattılar.


Aydın Ünal'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
2. 15 Temmuz saldırısı hız kesmeden sürüyor
Şu gerçeği çok iyi bileceksiniz: Batı uygarlığı felsefî olarak, kültürel olarak, sanatsal olarak çöktü; büyük bir ontolojik kriz yaşıyor: Büyük düşünürler, sanatçılar çıkaramıyor o yüzden.

Batılılar, terörle savaşmıyorlar! “Terörle savaşıyoruz” diyerek dünyayı aptallaştırıyorlar!

Batılılar, terör örgütlerini kullanarak bizimle ve İslâm'la savaşıyorlar.

Japonya'yı, Çin'i, Hindistan'ı, velhasılı kelâm bütün dünyayı kapitalistleştirerek uyuttular ve “yuttular”! Bütün dinleri, Konfüçyanizm'i, Budizm'i, Hinduizm'i fosilleştirdiler ve dize getirdiler.

Böylelikle insanlığın en derinlikli ve en büyük medeniyetlerini antropolojik malzemelere dönüştürdüler, insanlığa yapacakları katkıların önünü ürpertici bir şekilde kestiler.

Ama yalnızca İslâm'ı fosilleştiremediler, dönüştürmediler ve dize getiremediler.


Yusuf Kaplan'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
3. Bir şebek oğlu şebek!
Ortaköy saldırısının hemen ardından NATO'nun patronu ABD'nin verdiği “tepki” gayet manidardı.

İlk açıklama Başkan Obama'dan geldi: Türkiye'nin gerek duyabileceği yardımlar konusunda “direktifler” verdiğini açıkladı.

İlginçti…

Fetullahçı terör örgütü (FETÖ) 15 Temmuz'da tanklarla ve savaş uçaklarıyla onca insanımızı katledip Meclis'imizi bombaladığında bile “direktifler” vermemişti.

O vakit zevahiri kurtarmak cinsinden de olsa “kınama” mesajı vermesi için bir hayli beklemek gerekti.

Halbuki Ortaköy katliamından sonra hiç beklemek zorunda kalmadığımız şekilde açıklamalar peş peşe geldi.

İkinci açıklamayı, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toneryaptı. “NATO müttefikimiz Türkiye'yle teröre karşı dayanışma halindeyiz…” dedi.

Ne güzel değil mi?


Salih Tuna'nın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
4. Terör 'oh olmuş' diyenlerden destek alıyor
Terör sağanağı devam ediyor. Bu defâ yeni senenin başlangıcında bir gece kulübünü hedef aldılar. Onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan sansasyonel bir terör eylemine imza attılar. Türkiye, böylelikle bir defâ daha “vuruldu”…

Elbette “ son olur” umudumuzu ve temennimizi koruyacağız. Ama Türkiye'yi bu tarz eylemlerin odağına alan bir sürecin devâm etmekte olduğundan endişe etmek için çok sayıda sebep mevcut olduğunu kabûl etmeliyiz.

Evvelâ sürecin kendisine bir bakmak gerekiyor. Terör için son derecede müsâit bir uluslararası ortamın var olduğunu görelim. Batı merkezli “uygarlık” normlarının en fazla açık verdiği bir süreç bu. “Uygarlık” elbette ahlâkî temelde, söylemsel olarak “terörü” lânetliyor. Ama orada duruyor. Sonrası gelmiyor. Tam bir acziyet durumu bu. Uluslararası hukuk, belki bir metinler manzumesi olarak görece bir müktesebat kazanmış durumda. Ama bu hukûku işletecek; geniş katılımlı, dengeli bir sâhiplenmeye ulaştıracak normatif bir güç yok. Hukuk ilkesel bir yapıdır. Hukûkun ilkeleri eğer doğru ve kesin tanımlanıp normatif bir güce kavuşturulmazsa hiçbir anlamı kalmaz.


Süleyman Seyfi Öğün'ün yazısının tamamını okumak için tıklayınız: