Orta Asya’dan Anadolu’ya, Ortadoğu dediğimiz coğrafyadan Avrupa’ya, İran’dan Akdeniz’e son bin yıl aslında Türklerin tarih inşa edici, coğrafya kurucu iradesi ve rolü ile formatlanmıştır.
“Türk asrı” denen on altıncı yüzyıldan sonra bir kez daha Türklerin yükselişine tanık oluyoruz. Belki de ikinci kez tarihe dönüş yaşanıyor. Muhtemelen bu, 21. yüzyılın ikinci yarısında çok daha belirgin bir şekilde kendini hissettirecektir.
Orta Asya’dan Batı’ya yönelen bu dalga, Müslümanlığın ezici gücünü de arkasına alarak, ulaştığı her coğrafyada büyük devletler kurmuş, her devleti o bölgede oluşturduğu milletlerin ittifakı ile inşa etmiş, her dönemin küresel güçlerinden biri olmuştur. Ama hedefinde hep coğrafyayı dönüştürmekten çok dünyayı değiştirmek olmuştur.
Bu güç, yükselirken de çökerken de hep zamanının en büyük güçleri ile hesaplaşmış, küçük ve detay alanlara sıkışmamış, asla kendi coğrafyası ile hesaplaşmaya girmemiş, coğrafyayı toparlayıp küresel mücadele alanına hazırlık yapmıştır.
Yüzyıllarca Batı’ya yürüyen bu millet, 19. yüzyılın başında çok büyük bir felaket yaşamış, Batılı ulusların toplu saldırısıyla imha edilme noktasına sürüklenmiştir.
Ama onlar, bütün güçlerini kaybetmelerine rağmen 20. yüzyıl boyunca da “başka bir formatla” Batı’ya yönelmeye devam etmiş, bu sefer Batı ile ittifak halkası içinde olarak bunu sağlamayı denemiştir.
Batı gücünün dağıldığı, Türkiye’nin olağanüstü güç kazandığı bu dönemde bile Avrupa Birliği ısrarını devam ettirmesi işte bu yüzdendir. Bu, sadece ekonomik bir hedef değildir. Yüzyıllara dayanan güç alanı oluşturmaya dönük siyasi genetiğin tam da kendisidir.
20. yüzyılda yaşadığı büyük hüsranla kendini coğrafyaya yabancılaştırdı, araya mesafe koydu. Çok haklı gerekçeleri vardı. Eğer bunu yapmasaydı belki de bugün zinde bir güç olarak yeniden ayağa kalkıp harekete geçemeyecekti.
Ama Malazgirt’ten bu yana devam ettirdiği Batı’ya yürüyüşte coğrafyanın kendini rehin almasını engelledi. Ancak geçmişte olduğu gibi, harekete geçtiğinde hep coğrafya ile birlikte hareket etti.
Selçuklu’da, Osmanlı’da böyle yaptı. Bugün yine aynı şekilde kendi yükselişini, coğrafyasındaki milletlerin ortaklığı ile devam ettiriyor.
Son bin yıldır coğrafyamızın bütün mücadeleleri Türklerin yönettiği mücadeledir. 20. yüzyılda verilen mola, güç toplama dönemi şimdi bitti. Fırtına yeniden biriktirildi ve harekete geçildi.
“Türkiye Yüzyılı” kavramı, “Türkiye Ekseni” kavramı, Orta Asya’dan Doğu ve Kuzey Afrika’ya uzanan “Süper kuşak” kavramı ve ideali işte bu büyük hedefin ifadeleridir.
Bütün yıkım ve felaketlere rağmen, o korkunç sabrı ayakta tuttular, o siyasi genetiği hep diri tuttular, o büyük hedeften hiç vazgeçmediler. Ve bir kez daha, Müslümanlık sancağı ile tarihi değiştirmek için 21. yüzyılda yeniden sahne aldılar.
Çevresindeki milletler bunu anlamalı. Bu birlikte bir mücadeledir ve coğrafyamızın başka da bir kurtuluşu mümkün değildir. 20. yüzyılın kaos ve çöküşüne karşı denenmiş, uygulanmış, başarılı olmuş tek ilaçtır.
Bu fırtına PKK ile, İsrail ile durdurulamaz. Bizans ile, Anadolu isyanları ile durdurulamadığı gibi. İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla durdurulamadığı gibi. Birinci Dünya Savaşı ile Anadolu’da yok etme planlarının engelleyemediği gibi. Tarih ara verir, erteler ama mutlaka gerçekleşir.
Atilla’nın Roma’ya yönelmesi ile Osmanlı’nın Viyana’ya yönelmesi aynı hedeftir. Müslümanlık öncesi ve sonrası bu hedeflerin değişmemesi çok ilginçtir. Osmanlı’nın coğrafyayı birleştirdikten sonra İslam sancağını Atlas Okyanusu’na taşıma çabası böyle bir hedeftir.
Siyasi genetik, tarihî hafıza ve belki de intikam duygusu, yüzyıllar geçse de tazeliğini hep korumaktadır.
Öyleyse, Birinci Dünya Savaşı yıkımının, coğrafyanın paramparça edilmesinin, Anadolu işgalinin, Türkleri tarihten silme çabalarının hafızası da o siyasi genetikte son derece diridir.
Er ya da geç, o intikam alınır. Bunun için en elverişli zaman büyük bir sabırla beklenir. Çünkü onlar tarihte hep böyle yapmışlardır. Batı ile hesaplaşma, Batı ile ittifak içinde olsalar bile, o, hafızada yerini korumaktadır. Onların bir özelliği de yüzyıllar geçse de asla unutmamalarıdır.
Elbette Kudüs’ün, elbette Çanakkale’nin, elbette Balkan sürgünlerinin, elbette sessizce içlerine gömdükleri büyük katliam ve soykırımların hesabını soracaklardır. Elbette Akdeniz’in, Mezopotamya’nın defterini yeniden açacaklardır.
Bu tarih kapısı açılmışken, PKK, terör örgütleri, İsrail yayılmacılığı, Türkiye’ye yönelik tehditleri, içeriden vurma gibi CHP tezgâhları onları bu büyük yolda yavaşlatmayacaktır.
Bu tehditlerle kendi tarzlarında mücadele edecek, üstesinden gelecek, bu büyük hesapta ayağına dolanacak bütün engellerden kurtulacaklardır. Ve bunları kendi cümleleri, kendi silahları, kendi formülleri ile yapacaklardır.
Tam bu dönemde, “Türk-İsrail savaşı” tartışmalarının tek sebebi Gazze’deki büyük soykırım değildir. Soykırım, daha 1917’de Gazzelilerle birlikte yaşayan Türklerin meşru öfkesini taşırmıştır.
Ama İsrail;
Gezi olaylarında, 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da Türkiye’ye saldıran ülkelerden biridir. PKK’yı kullanıp Türkiye’ye saldıran ülkedir. Darbe girişimlerinin tamamına destek vermiş ülkedir. PKK’yı silahlandırıp Türkiye’ye saldırtan ülkelerden biridir. PKK üzerinden Türkiye sınırına yerleşip tehdit eden ülkedir.
İçeride suikastları, ekonomik saldırıları organize eden ülkelerden biridir. Yunanistan ile, Rum Kesimi ile Akdeniz ve Ege’den Türkiye’yi açıkça tehdit eden ülkedir.
Türkiye-Suriye ortaklığını sabote eden, Türkiye’nin kurmayı planladığı üslere saldıran ülkedir. Coğrafyanın tamamında Türkiye’ye karşı her türlü saldırı ve komployu planlayan ülkedir.
Bu halde Türkiye’nin İsrail’i öncelikli düşman olarak tanımlamasından daha normal bir şey yoktur. Ve bu tehdidin üstesinden gelmek için her türlü yöntemi kullanacak ve sonuç alacaktır.
Evet, Türkiye İsrail için tehdittir ve tehdit olacaktır. Ve biz bu tehdit olma halini büyüteceğiz. İsrail diz çökmediği müddetçe bu savaş kaçınılmaz olacaktır. Bence diz çökecektir.
Bu geniş tarih dönüşünde İsrail de PKK da küçük hedeflerdir. Zamanın en büyükleriyle mücadeleye alışkın olan bu siyasi genetiğin bunların üstesinden gelemeyeceğini düşünmek, tarih bilmemektir.
“Türklerin 21. Yüzyılı” üzerine çok yazılar yazılacak. Çok örneklere tanık olunacak. Coğrafya birlikteliği, milletler ortaklığı üzerinden yeni bir dünya inşa edilecek. Ve bu 21. yüzyılın merkez güç alanlarından biri olacak.
Şahsen Akdeniz’den okyanuslara taşacak bir bölgesel Süper Kuşak inşa edildiğini bunun da Malazgirt’ten bu yana coğrafyayı ayağa kaldıran iradenin öncülüğü ile formatlandığını görüyorum.
İşte biz buna hazırlanmalıyız. Bunu kuşanmalıyız. Bunun fikri altyapısını takviye etmeliyiz. Bu, durdurulamaz bir tarih dönüşüdür. Artık Türkiye’nin yanında olanların kazanacağına, karşısında duranların, içeride ve dışarıda, kaybedeceğine tanık olacağız.
Büyük sözlerin, büyük iddiaların, cesur insanların zamanı. Yaşadığımız olağanüstülükler çağı bize bu fırsatı sundu.
Biz de fırsatı kullanacağız. Asla ıskalamayacağız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.