Gülten Kaya 9 yıl içinde eşi Ahmet Kaya ardından büyük abisi, annesi ve enson abisi Yusuf Hayaloğlunu kaybetti. 'Ahmet beyaz, Yusuf mavi ama ben siyahım. Çünkü renklerim gitti. Benim renklerimi onlar oluşturuyordu diyen Kaya;
O dışarıdan görünen kısmı. Ama ben de geriye dönüp 49 yıla göz attığımda ve hayatın bana sunduklarının karşısındaki duruşuma baktığımda kendimi güçlü görebiliyorum. Böyle bir ülkede inandıklarınız yüzünden size yaşatılacak olan herşeye hazırlıklı olmalısınız. İnandığınız gibi yaşamanın bedellerini ödemek güç gibi algılanabiliyor. Mesela; çok ciddi hayal kırıklıkları yaşamıyorsunuz o zaman.
Yok. Çünkü sindirebilmek zamana ait birşey. Asla onun bittiği bir nokta veya şu kadar zaman çok koyu, sonra rengi açılıyor diye birşey yok. Çünkü gidenin yerine koyabileceğimiz hiç birşey yok. Hem seçeneğinizin, hem de yapacak birşeyinizin olmayışını size kabul ettiriyor. Acı çok tek kişilik yaşanan bir duygu. Paylaşılmayacağına inanıyorum. Onun için de soylu buluyorum.
Evet. Burada kalsaydı sevgili kardeşimiz Hrant Dink gibi olacaktı. Her an herşey olabilir. Merkez medyanın bilinçli bir biçimde ürettiği, sokağın bilinç altına yaydığı sipariş algı çok yordu onu.
Öyle düşünmüyorum. Çünkü o etnik kimlik. Bizim politik kimliklerimiz de var. Muhalifiz ve sosyalistiz.
Ahmet Kaya'yı vatan haini ve bölücü olmak ile suçladılar. Bunun Ahmet Kaya'nın yola çıkışıyla hiç bir alakası yok. Özgürlüğünüzü talep ettiğiniz andan itibaren sizi zaten kuşatıyor. Ama o algı sağlıklı değil.
Bir sanat ürününe ne kadar siyaset yükleyebilirsiniz? Yükleyemezsiniz. Düşünce ve fikir yükleyebilirsiniz elbette. Bunun içinde siyasette olabilir. Onların geliştirdiği korkulara getireceği birşey olmaz o. Bütün bir kitabı siyasi olarak yazsanız dahi, sonuçta onu edebi ürün olarak algılamanız lazım. Bölmek, parçalamak vatana ihanet etmek bunlar çok ağır kavramlar. O çünkü fiili bir durumdur. Örgütlenirsiniz Ergenekon gibi.
Sadece bir kez, telefonda görüştük. Sayın Bakan'a da söyledim; Bu sanatçılar, bu ülkenin güzel değerleri ile ilgili yapılacak çok şey var. Mezar taşımanın son derece sembolik olduğunu düşünüyorum.
Biz hiç kimseyi ayrıştırmadık. Bu ülkenin içinde hangi hakikatler varsa, bizim düşünce dünyamız ve duruşumuzda da vardı. İslamcılar ya da başkaları. Onlar bizim nasıl düşündüğümüzü biliyorlardı, biz de onların biliyorduk. Biz özgürlükleri savunurken düşünceden, başörtüsüne baktık ve öyle savunduk. Ahmet Kaya'nın başörtüsü konusundaki fikirleri de bu ülkede istismar edilmiştir.
Halbuki onu doğru bir yerden kavramaya niyetli değillerdi. Niye dövülsün başörtüsü taktığı için bir kız? Bir kesim İslamcı olduğunu da yazdı. Öyle algılansa ne olur? Bizim hassas noktalarımız 'vatan haini' gibi söylemler. Onun dışında Müslüman bir toplumda seçsenizde seçmesenizde aidiyetiniz bu. Ahmet Kaya canı yakılan incitilen herkesin yanında oldu.
Ajda Pekkan üzerinden yola çıkarak söylemiyorum ama evet böyle bir trend var. Tarihin trendle yazılmayacağını düşünüyorum. Toplumcu gerçekçi olduğunu ifade eden insanlar üzerinden konuşuyor olsaydık samimiyeti sorgulardık. Ama Ajda Pekkan üzerinden bunu sorgulamayı doğru bulmuyorum. Sadece şarkılarını söyleyen bir insan. Bana göre, Ajda Pekkan'ın içinden gelmiştir ve söylemiştir.
Ajda Pekkan'ın politik bir duruşu yok, bir düşünce insanı değil. Evet o davette ben de vardım ve Ajda Pekkan da vardı. Eşim sahnedeyken okuduğu şarkıya eşlik ediyordu. Ama sonrasında Onuncu Yıl Marşını da okudu. Yani biz ondan ne beklemeliyiz bilmiyorum.
Ahmet'in söylediği benim de çok sevdiğim bir cümle var. Bu ülke aydınları bin yıldır kendilerine düşman ettikleri Yunanistan'la barışmak için dostluk köprüleri kuruyorlar. Ama kardeşiz dedikleri Kürt halkının dilinden hiç bir şarkı okudu mu? Bolca Rumca, İngilizce okudular ama. Türk olup da Kürtçe şarkı okuyan yoktu şu zamana kadar. O tarafa ait kültür, sanat, edebiyat karşı o kadar kapadılar ki kendilerini.
Benim açımdan hayatın içerisindeki bütün gelişmeler kendi iç dinamiği ile olmalı. Olgunlaşma evresini tamamlayıp kendi kendini var etmeli. Bunun itici gücü dinamikleri elbette vardır, devlette bunlardan biridir. Ama ben medya, sanat gibi alanlarda iktidarın, disipline edici olmaması gerektiğini düşünüyorum. İktidar sadece destekleyici olmadır.
Diyelim başörütüsü yasağı kaldırıldı. Eğer bu yasal düzenlemeye gidilmezse başka bir meclis bileşeni de tekrar yasak koyabilir. İktidar desteklesin, ben TRT Şeşi de bir adım olarak görüyorum. Şu sıralarda yayın hayatına başlayacak olan Kurd 1 de benim için heyecan verici. Bazı süreçler kendi iç dinamikleri içersinde gelişmeli ve olgunlaşmalıdır. Sağlıklı olan budur.
Ama on yıl öncesinin Reha Muhtar'ı Kürtçe şarkı söylemeyi bölücülük gibi algılayabiliyordu. Bunu kendi iradeleriyle yapmıyorlar. Konjonktüre uyuyorlar.
Olmaz mı? Kendi acılarımla başbaşa kalıp bunu dibine kadar yaşıyorum. Hem de sürekli. Ama bunu kimseyle paylaşmıyorum. İnsanlarla paylaşmam gereken tek şey üretimin devamlılığı. Yoksa çözülmeler oluyor. Çünkü hayatımda bir kişiye aşık oldum onu da kaybettim.
Çok görüyorum. Kızım da bende. İki üç sabahımızdan biri öyledir.
Ben çok dolu ve yoğun yaşadım sevgiyi. Ortak üretim olduğu için 24 saat birlikteydik. 15 yıl evli kaldık ama bana otuz yılmış gibi geliyor. Bundan sonrasına kadar yetecek sevgi almışım ki hala bununla tatmin olabiliyorum.
Hayır. Bende ki büyük sevgiyi hiçbirşey dolduramaz. Hayat çok adil. Kızımın varlığını böyle yorumluyorum.
Ahmet çocuklarıma bütün hayatlarına yetecek kadar sevgi verdi. Çok acayip. Bir ay önce kızım bir yazı yazdı. Bazı internet sitelerinde babasına yapılan hakaretleri okumuş ve bu hakaretleri yazan kişinin rumuzu: “Sizin hiç babanız öldü mü.” O da buna cevap olsun diye benim babam bir kere öldü demiş. Diyorki; asıl acıklı olan şu; “12 yıllık bir baba kız ilişkisinde ben ondan o kadar çok sevgi aldım ve güzel şeyler öğrendim ki siz belki atmış yıl yaşayacaksınız babanızla benim ki kadar şanslı olmayacaksınız.”
Biz hep sevgi çocuklarının sağlıklı olduğuna inandık. Doğru dürüst insan olurlar. Sapıtmadılar, bunalıma girmediler. İkisi de dünyayı doğru yorumlayan insanlar. Şanslıyım.
Hiç uzaklaşmadım aksine çok yaklaştım. Bu bana iyi gelmiyor. Çok yakın insanları ardarda kaybetmek. Tabii o arada büyük abim ve annemi de kaybettim. Yaklaştıkça tevekkülü çok daha iyi bir yerden algılıyorsunuz. İnsanların bu kadar didişmeleri boş geliyor. Ölümü bu kadar sık düşünmüyordum, artık daha sık düşünüyorum.
Tabii. Ağabeyimin ölümünden sonra oldu. Ortak anılarımızı abimle konuşurdum. Sadece üçümüzün yaşadığı o kadar çok şey var ki. O dönem onunla bitti ve ben tek tanık kaldım. Artık paylaşacak kimse kalmadı. Benim hatırlamadığım çok şeyi o hatırlardı. Ahmet'i konuşup çok gülerdik. Şimdi birşey düşünüyorum. Onu ağabeyimle konuşsaymışız keşke diyorum.
İki yönlü. Biri; sadece onlar üretilirken yapmak zorunda olduğunuz işler var. Ama diğer taraftan yaşadığınız bireysel duygularınız var. Onunla birden yüzyüze geldiğim zamanlar oluyor. Evet o zaman çok acıtıyor. Ama profesyonel tarafımda bunu çok benimsemiş olmalıyım ki öyle birşey hissetmiyorum. Çok üzüntülü olduğumda arabada bana yazdığı bir şarkı çıkıyor, orada çok sarsılıyorum.
Altını çizmek istediğim şeyler var. Zekası altını çok kalın çizeceğim bir özelliği. Espri yeteneği. Ama bütün olarak baktığınızda dervişan tarafı var. Dünyevi herşeyin dışına çıkıp kendi dünyasını kurup o dünyanın içinde yaşayan ve onunla tatmin olan birisiydi. O dünyanın içine bir saatliğine girdiğinizde çok beslenirsiniz. İyi bir entellektüeldi.
Ahmet beyaz olurdu. Çünkü beyaz üzerine düşen herşeyi gösterir. Riyası yoktur, saklayamaz. Beyazın üzerine beyaz koyamazsınız ama tüm renkleri koyabilirsiniz.
Mavi. Mavilik ağabeyimi çok ifade eden bir renk. Çünkü ondan çok renk üretebilirsiniz. Resim sanatında öyledir. Mavi rengin içine başka renkler kattığınızda başka renkler elde edebilirisiniz.
Ben siyahım. Benim renklerim gitti. Üretim insanlar dostlarım ailem bütün bunlar zaten diğer renklerim. Böyle hissediyorum. Bütün renkler bana çok şey işleyebilirler. Siyah bir zemin olsam mavi beyaz. Benim bütünümü zaten onlar oluşturuyor.
Olmaz olur mu? Şiiri de müziği de içimde hissedenlerdenim. Üç kişilik üretim sürecinde oradaki iş sadece söz yazarı, besteci ile bitmiyor.
Valla her işi yaptım. (gülüşmeler) Ben o mutfağın çok önemli bir parçasıydım en başından beri. Benim yoğunlukta tek başıma yol yürüme şansım olmadı. Çünkü gözümü açtığımdan beri bu üretimin içindeydim. Orada yolumu ayırıp ben de kitabımı yazayım gibi bir düşüncem olmadı. Benim de birkaç tane var yazdığım şarkı sözleri. Ama kendi profesyonel alanım gibi yapmadım.
Her işi. Kapak tasarımı, basın ilişkisi, repertuar, konser rezervasyonuna kadar herşeyinde vardım. Bu üretim beni çok tatmin ediyordu. Bir eve iki deli yeterliydi bana gerek yoktu. (Gülüşmeler)
'Ayrılığın Hediyesi' çok hüzünlendirir beni. İçinden cımbızla seçerek söyleyeceğim beni sarsan şeyler var onun dizelerinde. 'Bir ihtilal kadar yalnız' diyor mesela. Bu bana müthiş geliyor. Bu sözün üzerinden bir kitap bile yazılabilir. 'Bazı vefalar yanlıştır, ah vefanız kadar yanlış' diyor…
Ahmet ile ilk beraberlik yıllarımıza denk geldiği için bir iki kenara özel ayırdığım şarkılar var. Suskun, Acılara Tutunmak gibi.
“Benim şiirim pahalıdır” diyordu. Ama kitabından aldığı bir kuruş telif yok. Mütevazı, sıradan ve içe dönük yaşayan bir insandı. Aylarca sokağa çıkmadan evde otururdu. Üç öğün kahvaltı eder ve onunla yetinirdi. Küçük bir apartman dairesine sahip olabildi tüm hayatı boyunca. Ailesi hala kiralık bir evde oturur. Şiir kitabı 35 baskı yapıyor. Ama o münzevi bir hayat yaşadı.
Ben ailenin en küçüğüyüm, aramızda 7 yaş var. O ilkokulu bitirdiğinde biz bir taşra kasabasındaydık. İyi bir dereceyle Haydarpaşa Lisesi'ne geldi. Sadece yaz tatillerini hatırlıyorum o yüzden. Biz birbirimize çok düşkün bir aileyiz. Ama abimin geriye dönük aklımda kalmış en belirgin fotoğrafı, evimizdeki ilk kitaplık onundu. Benim kitapla ilk tanışmam abim üzerindendir. Bizim aileye aydınlanmayı da taşıyan odur.
Uzun saçları, elektro gitarı ve bol paçalı pantolonlarıyla hatırlıyorum. Hep o görüntüsüyle ayrıksı dururdu o taşra kentlerinde. Annemin komşuları perde arkasından abime bakarlardı. Ama biraz daha geriye gittiğimde şehir kütüphanesinden kitaplar kiralayan bir adam canlanıyor gözümde. Dünya klasiklerini eve getirirdi. Benden karşılığında mutlaka birşey isterdi. Ağabeğim çok iyi bir heykeltraştır aynı zamanda. Yıllarca grafikerlik, resimler yaptı. Biz onu iteledik şarkı sözü yazmaya. Uzun yıllar bunu çok benimsemeden yaptı aslında.
'Ağabeyimin çok iyi şiirleri var. Onu zorlayalım şarkı yazsın' dedim. İkimiz ona baskı yaptık.
Sadece Gülten. Resim bölümü menzunuyum. Eşim bana boyalar ve tualler alırdı. Beni sürekli kitap yazmaya motive ederdi. Ama ben zaten yanıbaşımda olan ve içine katkıda sunduğum bir üretimden o kadar memnundum ki kendim birey olayım gibi bir derdim olmadı.
Çökmezdi. Dışarıdan profesyonellerle bu işler yürürdü. Ama benim baktığım yerden bakamazdı. Montajı bitmiş bir albüme olmamış diyebilen bir insandım. İkisi açısından da ben bu üretimde olmalıydım. Camın arkasında Ahmet şarkı okuyorken karşısında değilsem geçerli saymazdı şarkıyı.






