|
Çatlaktan sızan

‘Zhuangzi Metinleri’nden kendi deminden adeta kristalize olmuş kelimeler: “Gök ve yer ne yücedir, fakat onlar tek bir kelime bile etmez. Dört mevsim düzenli döngülerde ortaya çıkar, ancak tek bir argüman bile ortaya atmaz. Dünyadaki her şey sabit bir düzende büyür, ancak tek bir söz etmez. Bilge, gök ve yerin erdemini araştırır, böylece her şeyin yasasını anlayabilir. Böylece, mükemmel insan doğal akışı takip eder ve herhangi bir şey yapmaz, büyük bilge hiçbir şey yapmaz. Bu gök ve yere uyum sağlamaktır”

Yaşamak için tabii çevremizde olmayan şeylere ihtiyacımız olduğu kanaatine vardığımızda, hayatın yalın tabiatında olmayan ‘şey’ler icat ettik. Önce birtakım araçlar, sonra o araçların getirdiği ilave imkanlarla yapabileceğimiz yeni şeyler... Sonra yapabileceğimiz yeni şeylerle ilgili yeni yeni ihtimaller ortaya çıktı. O ihtimaller, bizi daha fazlasını arzulamaya yöneltti. Kendi kabı içinde belli bir makuliyeti olan arzular, zamanla o kaptan taşar oldu ve arzular ihtiraslara dönüştü. Dünya, kendi tabii hali içinde insanların bütün ihtiraslarını karşılayacak donanımda değildi. Değildi çünkü dünyanın tabiatı, olanla uyumlu olmak ve kâfi olanla yetinmek sistematiği üzerine kurulmuştu. Dünya bir denge üzerinde duruyordu. O denge bozulduğunda hayat da ahengini yitiriyordu. İnsanlar içten içe bu ilahi kanunu biliyordu. Ama ihtirasları gem vurulamaz hale geldiğinde nisyan insanın maluliyeti oldu. Önce denge, sonra ahenk bozuldu. Kendi kadarıyla yetinemiyordu artık hiç kimse ve açlığı, önündeki tabaktan fazlasına acıkarak uyanıyordu her güne. O daha tam uyanamamışken gözlerini açıyordu sonu olmayan ihtirasları.

İnsan tabiatın içinde olmayanı icat ederek tabiatın içine kattığında, tabiattan daha fazlasının mümkün olduğu vehmini de icat etmiş oldu. O vehim çağlar boyunca büyüdü, büyüdü. Tabiatın dokusu içinde, giderek büyüyüp habisleşen bir tabiat dışılık tümörü peydahlanmış ve tahripkârlığını hayatın her hücresine sirayet ettirir hale geldi nihayetinde. Tabiat, insanın bütün bu kötücül müdahalelerinin yol açtığı yaralara rağmen tabii döngüsünü sürdürdü. Ama insan, o tabiatın dışına çıkarmıştı kendini artık. Tabiatla ve kendi tabiatıyla çelişen, çatışan, didişen bir yol çizmişti kendine. Hakikatin kaybı demekti bu insanın zihniyeti için. Boşluğu, kendi gerçekliğinden ve elbette ihtiraslarını haklı çıkaracak teranelerden ürettiği afaki, temelsiz, insanın öz yapısıyla uyumsuz ideallerle doldurmak icap etti. Bu çaba canhıraş bir şekilde sürdürülüyor. İnsan, aşırı acıkmaktan, doyamamaktan ve bir yerde duramamaktan yorgun, hissedememekten muzdarip, ahenksizliğinden mutsuz bugün... Daha çok acıkmayı öğrendi ama bu açlığı neyle doyuracağını bilmiyor. Tabiat her dem taze, her an ahenkle dolu. Ama insan o tabiattan koparttığı ipini tekrar nasıl bağlayacağını, o bütünlüğün nasıl yeniden bir parçası olabileceğini bilemiyor. Hayat, yüz yıkamakla geçmeyen bir uyku sersemliği olarak sürüp gidiyor pek çoğumuz için.

Yine ‘Zhuangzi Metinleri’nden bir başka sırça paragraf: “Gök ve yer arasında insanın hayatı duvardaki bir çatlaktan sızan güneş ışığı kadar kısadır. Her şey büyür, değişir ve ölür. Değişim sürecinde bir şey doğar ve bir şey ölür. Canlılar ölümden dolayı üzülür ve insanlar ölüm karşısında yas tutar. Oysa ölüm, doğanın dayattığı esaretten kaçmaktan başka bir şey değildir. Bir telaş içinde ruh hafifçe kaybolur ve beden arkasından gelir. Bu köküne dönmektir!”

#Zhuangzi Metinleri
2 yıl önce
Çatlaktan sızan
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset