|
Protokol krizi mi kültürel üstünlük meselesi mi?

Avrupa Birliği Konseyi ve Avrupa Komisyonu başkanlarının Türkiye ziyaretinden sonra İtalya Başbakanı Draghi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sözleri içeride ve dışarıda gündemi belirledi. Fransa ve Almanya tarafından yapılan açıklamalar ile ortaya çıkan sorunda Türkiye’nin sorumluluğunun olmadığı ısrarlı bir şekilde vurgulandı fakat protokol krizi olarak tanımlanan hadise üzerinden taraflar kendi aralarındaki mücadeleyi alevlendirmiş oldular. Bu durum içerisi için de geçerlidir. İçerideki muhalefet cenahı da Fransa, Almanya ve İtalya arasındaki rekabeti Erdoğan’ın üzerine yıkmaya çalıştı. Muhafazakâr muhalifler Ursula von der Leyen’in kadın olmasından hareketle protokol krizine cinsiyetçi bir boyut katarak sorunu Türkiye ve Erdoğan’ın üzerine attı. Biden yönetiminin inşa etmeye çalıştığı yeni söylem biçiminde cinsiyet meselesi öne çıkarılıyor. Muhafazakâr muhalifler ABD’yi de sürece dâhil ederek Erdoğan’ı yıpratmak istedi. İçeridekiler ve dışarıdakiler Türkiye ve Erdoğan üzerinden kendilerini yeniden inşa etmeye çalışıyor.

Tasvir etmeye çalıştığımız bu durum ile Türkiye ilk defa karşılaşmıyor. Emperyalist çağın zirveye ulaştığı 19. yüzyıldan sonra sürekli muhatap olduğumuz bir sorun tekrar gündemimize geliyor. Avrupa devletleri ile birlikte ABD ve onların içerideki temsilcileri oryantalizmin kavramlarına yeniden hayat vermeye çalışıyor. Hatırlanacağı gibi Karl Wittfogel’in oryantal despotizm kavramı aynı adla yazdığı kitapla şöhret kazanmış ve emperyalizmin bütün çeşitlerine bir meşruiyet kazandırmıştı. Sayın Erdoğan’a yönelik karalama kampanyalarının temelinde de aynı bakış açısı vardır. İçerideki muhaliflerin oryantalist kavramlara yeniden hayat verme konusunda daha bir aceleci davranmaları ise üzerinde durulmaya değer bir konudur. Muhafazakâr cenahın da muhalefete sürüklendiği bir siyaset ortamında oryantal despotizm kavramını çağrıştıracak söylemlerin benimsenmesi zihniyet dönüşümlerinin sarsıcı ve kapsamlı olduğuna işaret eder.

Yeni emperyalizm kavramına önem vermek gerekiyor. Osmanlı’nın son asrında muazzam bir hareketlilik göze çarpar. Emperyal çağın neredeyse bütün gelişmelerini an be an takip eden Osmanlı, zamanın icap ettirdiği değişimlere de hayat vermişti. Bu dönemin çöküş tarihi içinde ele alınması bizim açımızdan bir talihsizliktir. Sadece eğitim tarihinde meydana gelen değişimleri takip etsek bu büyük çabayı görebiliriz. Çağını anlamaya ve tanımlamaya çalışan ve ona göre kavramlar üreten entelektüel hareket hayranlık uyandıracak düzeydedir. Bu dönem de ilericilik gericilik kıskacına alındığı için yeterince anlaşılmamıştı. Oryantal despotizm kavramı zenginliğin görülmesine engel oldu. Bu durum çağımız için de geçerlidir. Yeni emperyalizm ya da yeni haçlı seferleri kavramlarının yeterince tartışılmaması ve “hani nerede dış güçler” seviyesizliğinin hâkim bakış açısı olarak tahkim edilmesi, Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin de görünmezliğe mahkûm edilmesini hedefliyor. Fakat bu sefer durumun farklı olduğu açıktır.

Kültürel üstünlük kavramını söylem önceliğine indirgemek elbette doğru değil. Fakat içerideki muhaliflerin ve emperyal merkezlerin Türkiye ve Sayın Erdoğan üzerinden kendilerini var etmeye çalışmaları bugün için bir çözümsüzlüğe işaret etmektedir. Avrupa ve ABD kendini yenilemekte ve çözüm üretmekte zorlanıyor. Hâliyle onların bu durumu içeriye de yansımaktadır. İçerideki muhalifler de Erdoğan’ın adımlarına göre konum belirlemeye çalışıyor. Nobel ödüllü romancı da ABD’nin Çin’i düşman olarak göstermesinden sonra konumunu netleştirdi. Geçen yüzyılda romancılar, Fransa’nın dış siyasetine göre konum belirlerdi. Hem içerinin hem de dışarının çaresizlik görüntüsü, kültürel üstünlük ve söylem önceliği kavramlarının yeniden düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Batı’nın söylem üstünlüğünü kaybettiği yeni bir gerçeklik üzerine konuşuyoruz. Değişim çok daha derinlerdedir. Atlantik merkezli dünya çöküyor ve onun için Sayın Erdoğan’a göre kendilerini yeniden üretmeye çalışıyorlar.

Türkiye eskiden de merkezdeydi. Osmanlı, Selçuklu ve diğerleri büyük bir devlet geleneğinin halkalarını oluşturur. Her durumda ne yapacağını bilmek önemlidir. Yükselirken ne yapacağını bilmek de büyük bir ayrıcalıktır. Büyük devlet geleneği aynı zamanda protokol kurallarına da işaret eder. Kültürel üstünlük kavramına daha geniş bir açıdan bakmak gerekir. Söylem önceliğinde Türkiye’nin belirleyici olduğu bir dönemdeyiz.

#Protokol
#Draghi
#Erdoğan
#Fransa
#Almanya
#İtalya
#Ursula von der Leyen
#ABD
#Karl Wittfogel
3 yıl önce
Protokol krizi mi kültürel üstünlük meselesi mi?
6’lı masada 300 bin dolar alan döviz fırsatçısı lider Kılıçdaroğlu mu; para kaynağı yasal mı?
İsimler
Doğu Akdeniz’in enerji politiği açısından değeri
Berber Osman’ın emekli maaşlarına ilişkin düşündüren analizi
Ekonominin durumuna dair 10 soru 10 cevap