|
Aslında hiç istemeden, öylesine büyük bir hayra vesile oldun ki...
27 Şubat 2012 Pazartesi
günü
Radikal
gazetesindeki köşesinde yayımlanan
“Yeni bir ihbar hattı”
başlıklı yazısında şahsıma yönelik olarak isim vermeden sarfettiği örtülü hakaretler nedeniyle kendisi hakkında
Bakırköy Adliyesi
''ne yazılı şikayette bulunduğum sinema yazarı
Uğur Vardan
, bu şikayete ilişkin olarak
25 Nisan 2012 Çarşamba
günü
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı
''nda ifade verdi.
Vardan
''ın ifadesinin tam metni aşağıda okurlarımızın bilgisine sunulmuştur. Konuya ilişkin kişisel yorumlarımı ise ifade metninden sonraki bölümde okuyabilirsiniz.
* * *
İFADE VERENİN:
T.C. Kimlik Numarası:
………
Adı ve Soyadı:
Ahmet Uğur Vardan
Vekili:
Av. Kemal Evren Alpar /
Adres:
Hürriyet Medya Towers, Güneşli Mahallesi, Bağcılar-İstanbul
Baba ve Ana Adı:
………
Doğum Yeri ve Tarihi:
Zonguldak, 08/06/1964
Nüfusa Kayıtlı Olduğu Yer:
Çaycuma-Zonguldak
İkametgâh Adresi:
İstanbul
Mesleği:
Gazeteci
Medenî Hâli:
Bekâr
İfadenin Alındığı Yer:
Bakırköy Cumhuriyet Savcısı odası
İfade verene, kendisine yüklenen suç anlatıldı, avukat seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, avukatının ifade alma sırasında hazır bulunabileceği, avukat seçecek durumda değilse ve bir avukatın yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine Baro tarafından bir avukat görevlendirilebileceği, yakınlarından istediği birine yakalandığının derhal bildirileceği, isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu, şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği kendisine hatırlatılıp açıklandı.
İfade veren, yasal haklarını anladığını, savunmasını kendisinin tâyin ettiği bir avukatın hukukî yardımından yararlanarak yapacağını beyân etti. Bunun üzerine, 5271 sayılı CMK''nun 150/1''inci maddesi uyarınca Kemal Evren Alpar şüphelinin avukatı olarak tâyin edildi.
Şüpheliden, avukatının huzurunda savunma ve delillerini ortaya koyması istendi.
ŞÜPHELİYE SORULDU:
“Suçlamayı kabul etmiyorum. Benim
Radikal
gazetesinin
27/02/2012
tarihli nüshasında çıkan
''Yeni bir ihbar hattı''
başlıklı yazım tamamen
eleştiri
amaçlıdır. Yazımın içeriğinde de görüleceği gibi, herhangi bir kimse bizzat isim verilerek konu edilmiş değildir. Özellikle, müştekî
Ali Murat Güven
''in ismi geçmemektedir.
Yazı bir bütün olarak incelendiğinde festival filmlerini konu almaktadır. Konu güncel olup kamuoyunu da ilgilendirdiği için tarafımdan eleştirel bir bakış açısıyla işlenmiştir.
Herhangi bir kimseye hakaret kastım yoktur.
Müştekinin yazımda geçtiğini ifade ettiği, şikayete konu olan iki cümlelik kısımda ise
geçmişte yayımlanmış bir eleştiri yazısına
gönderme yapılmıştır. Burada kullandığım
''kendini sinema yazarı addeden sıradan bir kalem''
ifadesi
hakaret etme kastıyla söylenmiş bir söz değildir.
Benim için de bir başkası kendi gözüyle bu şekilde bir ifade kullanabilir. Herkesin gözüne fevkalâde olarak görünmek zorunda değiliz. Bu benim bir değer yargımdır, kişisel kanaatimdir,
hakaret amaçlı değildir.
Kaldı ki bizler gazeteci olarak benzer konularda eleştirdiğimiz bir çok kişiler hakkında çarpıcı ifadeler kullanmışızdır.
Onun dışında, yazının içeriğinde yer alan
''Önümüzdeki jurnalcilere bakalım''
şeklindeki ifadede de
müşteki kastedilmemiştir.
Ayrıca, bu ifadede herhangi bir suç unsuru yoktur, kişilerin fiil ve eylemlerine yönelik olarak tarafımda oluşan bir kanaatin ifade edilmesidir. Bu nedenle yazım tamamen
yorum ve eleştiriden ibarettir.
Ayrıca, suçlama ile ilgili yazılı savunmamı sunuyorum.
(1 sayfadan ibaret ve 4 sayfa da ekleri olan 25/04/2012 tarihli yazılı savunma şüphelinin dosyasına konuldu.)
Ayrıca, benim yazım üzerine müştekî
Ali Murat Güven
tarafından
Yeni Akit
gazetesine verilen
''Yapılan hakareti ağızlarına tıkarım''
ve
''Adamı anasından doğduğuna pişman ederim''
başlıklı mülâkat ile benim yazdığım yazıya çok daha kapsamlı olarak cevap verilmiştir” dedi.
ŞÜPHELİNİN AVUKATINA SORULDU:

“Verilen ifadeye aynen katılıyorum. Yazı bir bütün halinde tamamen basın özgürlüğü sınırları çerçevesinde eleştiri amacı taşımaktadır. Herhangi bir hakaret kastı yoktur. Herhangi bir mâtufiyet hususu da gerçekleşmemiştir, yazıda isim verilmemiştir” dedi.

Tutanak, içeriği okunarak birlikte imza altına alındı.

MEHMET AYHAN
/ CUMHURİYET SAVCISI
İLKAY YÜKSEL
/ ZABIT KÂTİBİ
AHMET UĞUR VARDAN
/ ŞÜPHELİ
AV. KEMAL EVREN ALPAR
/ ŞÜPHELİNİN AVUKATI
* * *
Velhasıl, şikayetimizi ilettiğimiz Sayın Savcı da
25 Nisan 2012 Çarşamba
günü huzurunda verilen bu ifadenin ardından dosya üzerinde gerekli incelemeyi yaparak,
3 Mayıs 2012 Perşembe
günü
“kovuşturmaya yer olmadığına”
karar vermiş.
Süreç sırasında burada değildim, bir görev gezisi nedeniyle
ABD
''de bulunmaktaydım. Bundan dolayı da değerli avukatım
Mustafa H. Okuducu
ifade ve karara ilişkin belgeleri ancak yurda dönüşümden sonra benimle paylaştı.
Kendisi de yüksek hukukî formasyonunun yanı sıra Türk medyasına yıllarca emek vermiş son derece deneyimli bir gazeteci-yazar olan
Okuducu
, kararı istişâre ettiğimiz buluşmada
“Bu benim meslek hayatım boyunca gördüğüm en kaypak savunma ifadelerinden biri”
diyordu,
“Mezkur yazıda kastedilen ve hem insanî hem de meslekî açıdan aşağılanmaya çalışılan kişinin sen olduğunu, artık bu memleketteki sağır sultanlar dahi biliyor. Muhatabımızın o yazısı üzerine Türk basınından en az iki düzine saygın yazar kastedilen kişinin sen olduğunu anladıklarını ayan beyan ortaya koydukları karşı yazılar yazdılar. Daha da ötesi bu şahsın hakaret içerikli ifadeleri Türkiye''de son üç aydır sürüp giden hararetli bir ''muhafazakâr sanat/sanatçı'' tartışmasına yol açtı. Elimizde bu konuda bir klasör dolusu yazı bulunuyor.
Nedir yani, çocuk mu kandırıyor bunlar? Sayın Savcı''nın henüz o yazı ve sonrasındaki gelişmelerden hiçbir haberi yok; doğaldır ki kovuşturmaya gerek bulunmadığı yönündeki bu kararını da elindeki sınırlı kanıtlara bakarak aldı. CMK''un 173/1''inci maddesi bize 15 gün içinde Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı''na itiraz hakkı veriyor. Bana izin verirsen, şu ana kadar o ilk yazı çevresinde dönen ve onun ateşlediği tartışmaları içeren diğer bütün yazıları, yanına şüphelinin aslında ne kadar kötü niyetli ve hakaretinde ne ölçüde kararlı olduğunu gösteren sonraki iki-üç yazısını da ekleyerek bu işe sağlam bir şekilde yükleneyim.
Ceza Kanunu''muza göre, bir insanın insanî ve meslekî onuruyla oynamış olmak için, yazılan köşe yazılarında ya da yapılan haberlerde o kişinin adını bağıra çağıra anmak gerekmiyor. Dâvâ açılması için o kişinin kastedildiğinin kamuoyu tarafından anlaşılması yeterli… Burada kastedilen ''sıradan kalem''in sen olduğunu ise zaten bütün kültür-sanat câmiâsı anladı. O yüzden şüphelinin yaptığı savunmanın ciddiye alınacak bir tarafı yok; bir de üstüne üstlük bu hakir görücü tutumunu sonraki yazılarında da hiçbir geri adım atmadan bire bir sürdürdü. Baksana, savunmasında bile önce ''Ben onu kastetmedim'' diyor, ardından ''Fakat, o da bana daha ayrıntılı cevap verdi zaten'' diye kendi kendisiyle çelişkiye düşüyor. Nereden tutsan elinde kalan bir savunma… O yüzden, uygun görürsen, ben bu dosyanın peşini bırakmak istemiyorum.”
Sonuç itibarıyla, avukatım
Okuducu
''nun meslekî hedefleri ile benim meslekî hedeflerim farklı olduğu için,
“Buraya kadarki hukukî desteğin benim açımdan ziyadesiyle yeterlidir aziz dostum”
dedim kendisine,
“Benim kâğıt üzerinde görmek ve kamuoyuna göstermek istediğim sonuç tam olarak buydu. Türkiye''de, sinema yazarlığı tarihinde ilk kez, bu meslekte en az kendisi kadar kıdemli ve sinema sanatına/sektörüne cansiperâne emekler vermiş bir meslektaşını yazılarında bu kadar seviyesiz bir üslûpla anan mâlûm kişinin kanun gücüyle yerinden doğrultulup adliyeye getirilmesi, orada birkaç saatini harcayarak ifadesini vermesi ve böyle bir resmiyet ortamının sıkıntısını yaşaması… Yoksa, elimizde birikmiş olan yazılı kanıtlarla bastırdığımızda, bu manzaradan kesin olarak bir hakaret dâvâsı çıkacağına ben de eminim. Çünkü, kendisi hukukî bilgiden o kadar yoksun biri ki ilk yazısında tam olarak olmasa bile, sonrakilerde sürdüregeldiği o küstahça, asla geri adım atmaz tavrıyla zaten böyle bir dâvânın koşullarını fazlasıyla oluşturdu.
Ancak, benim bu saatten sonraki derdim onu mahkemeye vermek değil; medya sektöründe kaleminin ayarını yitirmiş olan istisnasız herkese, özellikle şahsıma karşı -politik ve dinsel tercihlerimden kaynaklanan- kopkoyu bir kin besleyen böylesi kişilere ''Ölçüsüz atıp tutarsanız ben de gerekli hukukî girişimlerde bulunmaktan hiç üşenmem. Sizi işte böyle savcıların önüne getirtir, köpeksiz köyün değneksizi gibi bol keseden savurduğunuz bütün o laflarınızın gerekçesini tek tek açıklatmak zorunda bırakırım” mesajını vermekti. Bu amacıma da şimdi dört dörtlük bir şekilde ulaşmış durumdayım. Mâlûm kişi ya da onun kafa dengi bir başkası yarın aynı hakareti yine etsin, ben de aynı hukuksal prosedürü yine işleteceğim. Bin kez hakarete uğrasam savcılık makamına bin kez başvuruda bulunacağım. ''Meslekî şeref'' bir oyuncak değil, bütün ömrünü verdiğin bir alanda, sırf eşcinsellik güzellemeleri yapan kıytırık bir misyon filmini bundan ta 6 yıl önce eleştirdiğin için sefil bir üslûbun muhatabı oluyorsan, o üslûbun sahibini de gerektiği gibi üzeceksin.
Benim açımdan bu hukukî sonuç yeterlidir, kendini bundan daha fazla yormana da gerek yoktur.”

Velhasıl, avukatımın bütün itirazlarına rağmen, bu konuyu kendi iç dünyamda kapattım.

Ancak, hatırlarsanız,
4 Mart 2012 Pazar
günkü
“SİYAD Politbürosu''nun küstahlıkta sınır tanımayan mensubu”
başlıklı köşe yazımda, bu olaydan sonra nasıl bir yol haritası izleyeceğimi, başta hakaretin sahibi olmak üzere bütün kamuoyuna net olarak izah etmiştim. İşte, yukarıdaki ifade tutanağını da tam olarak bu amaçla yayımlıyorum.
“Hayatta sürekli anlık yaşayanlar”
ile benim gibi inandığı doğruların ardından bir ömür boyu kararlılıkla gitmeye çalışan kişiler arasındaki bâriz karakter farkı bir kez daha ortaya konulsun diye…
* * *
İşte, sen kalibresi bu kadar bir adamsın be sevgili meslektaşım… Emin ol, ben senin yerinde olsaydım,
“Evet, doğrudan doğruya şikayetçiyi kastediyorum, onu -politik ve dinsel görüşlerinden dolayı- sinema yazarı olarak görmediğim, ciddiye almadığım için, kendisini kamuoyu nazarında küçültmek maksadıyla sarfettim bütün o sözleri… Bundan kaynaklanan ceza her ne ise bedelini ödemeye hazırım”
derdim. Adalet kurumunun savurduğum hakaretler için biçeceği cezayı da aslanlar gibi sineye çekerdim.
Benim yaşama ve çalışma tarzım öteden beri böyledir, senin tarzın ise duruma göre kıvırmak... Zaten aramızdaki en temel farklılık da bu… O yüzdendir ki
sektörde bir tek sevenin bile yok.
İnsanlar sadece ve sadece üç-beş tane ideolojik kankanla birlikte
Sinema Yazarları Derneği-SİYAD
''ın tepe yönetiminde kurduğun o despotik hâkimiyet nedeniyle senden
tırstıkları
için
sana karşı seslerini çıkartamıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki, daha önce başka meslektaşlarımıza yaptığınız gibi, kişilerin liyâkat ve emeklerine bakmaksızın onları ânında defterden siler, yıllardır babanızın çiftliği gibi kullandığınız meslek örgütümüzün üyeliğinden tek harekette atarsınız. Tepe noktalarını, isimleri artık sektörümüzdeki herkes tarafından çok iyi bilinen
8-10
kişinin (kolay kolay yerlerinden kalkmamak üzere) işgâl ettiği, geriye kalan
80
küsur kalem erbabının ise kös kös onların kararlarına biat etmek durumunda kaldığı
“Yüksek Sovyet”
modeli anti-demokratik bir yapılanma içinde,
“sevgi”
ye değil tamamen
“korku”
ya dayalı bir sessizlik hâli bu… Çevreni kuşatan onlarca insandan, aramızda yaşanan hukukî hesaplaşma süresince gelen samimi
destek mesajlarıyla
da aslında meslekî câmiâmızda ne denli
nefret edilen
, ne kadar
antipatik
bir kişilik olduğun benim nazarımda bir kez daha teyid etmiş oldu.
Ayrıca, belki şu dediğime inanamayacaksın, fakat sana bir de
“teşekkür”
borçluyum ben… Bu tartışma, tıpkı senin kendi meslekî çevren gibi benim meslekî çevremde de
“ak koyun ve kara koyunların”
neredeyse isim isim belirlenmesine vesile olmuştur. Alenen değerli meslektaşımız
İhsan Kabil
''e, örtülü olarak da bana seviyesizce bindirmeler yapıp her ikimizi
“jurnalcilik”
le suçladığın
27 Şubat 2012 Pazartesi
tarihli o ilk yazından sonra, -yine büyük ölçüde benim girişimlerim sonucu- sektörde
“Pandora''nın kutusu”
büyük bir gürültüyle açıldı ve aslında tek derdi
6 yıl rötarlı bir laf sokuşturma gerçekleştirmek
olan o metinden devâsâ bir
“muhafazakâr sanat/sanatçı”
tartışması çıkıverdi. Bu tartışma sırasında, kimlerin inandığı
dinsel, ahlâkî, estetik
ve
ideolojik
değerlerin arkasında zırt pırt eğilip bükülmeden, konjonktüre göre pozisyon almadan sapasağlam durduklarını da gördük, kimlerin meslekî ikballerini ve sektördeki
“hassas”
dengeleri gözeterek gün ışığıyla karşılaşmış metruk bina böcekleri gibi buldukları ilk deliğe kaçıştıklarını da…
Bu arada, ben de kendi adıma pek çoğunu çeyrek yüzyıldır tanıdığım,
yoldaşım/dindaşım
dediğim bir dizi adam ve kadının
“öyle veya böyle, mutlaka bir tavır ortaya koymak”
gereken o süreçte aslında
“kim”
olduklarını son derece berrak bir şekilde gözlemlemiş oldum.
Bu yüzden, böylesine hayırlı bir sonuca vesile olmayı hiç istemesen de sonuçta aktardığım sürecin tetikleyicisi sen ve yazıların oldu. Zaten, çirkin ve seviyesiz üslûbuna yönelik öfkemin geçmesinin en önemli nedeni de yine budur.
Yüce Allah
seni benim kendi mahallemin gerçekleriyle yüzleşebilmem için vesile kıldı ki aynı alanda emek verdiğimiz bir meslektaşın hiçleştirme çabaları sonucunda yaşadığım o üzücü süreçte bundan daha önemli bir mesleki kazanım da olamazdı. Şimdi artık sana eskisi kadar kızamıyorum bile; istemeden çok daha derin bir bataklığı, kendi mahallemizdeki
fitne
,
fesat
ve
tefrikanın
ne boyutlara ulaştığını göstermiş oldun bana… Ki zaten ben de bir süredir mâlûm tartışmaların ifşâ ettiği o acıklı gerçeklerin ışığında yepyeni bir meslekî ve çevresel konumlanma içine girmiş bulunuyorum.
Sözün özü, sayende,
“Hayır bildiğiniz işte şer, şer bildiğiniz işte de hayır vardır”
âyet-i kerimesi bir kez daha doğrulanmış oldu. Umarım, günün birinde meslekte
27
çile dolu yıl geçirmiş bir meslektaşını sırf senin çok beğendiğin bir filmin ahlâkî mesajını benimsemiyor diye
“kendini sinema yazarı addeden sıradan bir kalem”
gibi sefil ifadelerle anmana neden olan kişisel hamlığından kurtulur ve politik/estetik açıdan bütün o farklı düşünüşlere rağmen kendisiyle en azından karşılıklı oturulup çay-kahve içilebilen
"medenî bir adam"
a dönüşürsün.
Gerçi,
“Ağaç yaşken eğilir”
demiş atalarımız… Karakterde böyle bir yeniden biçimlenme için
48 yaş
biraz geç duruyor; fakat yine de
Yüce Allah
''tan ümit kesilmez. Kesilmemeli…
* * *
Konuya ilişkin diğer yazılar:
12 yıl önce
Aslında hiç istemeden, öylesine büyük bir hayra vesile oldun ki...
Filistin"e Türk askeri gidecek!
Türkiye, AB’yi Ortadoğulaştırıyor mu?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’