|
‘Bekleme odası’

Belki aramızda konuşmuyoruz, belki birbirimize söylemiyoruz ama sanki hepimiz bir şey olmasını ve bugün yaşadığımız ‘şey’in değişmesini bekliyoruz. Yaşadığımız şu zamana, bugüne özgü şu yaşama hallerine, biçimlerine sanki tam olarak yerleşmiyoruz. Hep birazdan kalkıp başka bir ‘şey’e gidecek gibiyiz. Ya burada, şu anda, şu zamanda, bizi tam olarak içine almayan bir şey var ya da biz arıyor ama bir türlü kök salacak bir avuç toprak bulamıyoruz bugüne özgü bu hikayede kendimize. Daha tanıdık, daha yerleşmeye elverişli, daha bizi içine alacak bir şeyler oluncaya kadar vakit geçirmeye çalışıyoruz sanki. Kendimizi bir şeylerle meşgul ederek... Bir bekleme odasındaymışız gibi sanki, dünyanın içinde bir araftaymışız gibi. Geçip gitmesini beklediğimiz şu zamanlar, şu günler, şu geceler, gerçek hayatımız değilmiş gibi!

“Sesleri çıkmıyor; öylece bekleyip duruyorlardı. Ne beklediklerini kendileri de bilmiyordu, ama gerilim anlarında, büyük bir eylem baş göstereceği zaman, insanlar toplanıp bekler böyle. Bir süre sonra hep birlikte eyleme geçecekleri an gelir. Düşünerek ya da aralarından birinin istemiyle değil, sanki dürtüleri birleşmiş gibi” diye yazmış Carson McCullers, ‘Küskün Kahvenin Türküsü’ kitabında.

Bir şey olacak mı? Bir gün her şeyi değiştirecek o şey gerçekleşecek mi? Biz kendimizi değiştirmeden, değişmeyi göze alacak o cesareti göstermeden bir şeyin olmasıyla her şey değişecek mi? Mümkün ama o kadar da muhtemel değil! Geçmişte tarihi dönüşümlere yol açan büyük hadiseler yaşandı, her şeyi değiştiren kırılmalar gerçekleşti; istisna idi ama bunlar, hayatın normal seyrinin dışında hadiseler, hayatın derinliklerindeki basıncın boşalmasının sebebiyet verdiği fay kırılmalarıydı. Bu istisnalar dışında hayat çok çok uzun zamanlar boyunca hep normal seyri, rutini, döngüsü içinde öylece akıp gitti. Bir sabah yaşadığından başka, çok başka bir dünyaya uyanan insanların sayısı çok azdı ve onlar için de hayattaki bu keskin dönüşüme uyum sağlamak uzun zamanlar aldı.

“Bu yıl ne kadar çok şey oldu” diye söylendi kendi kendine oturduğu yerden, “ve hayatımızda ne kadar az şey değişti!”

Biz her şeyi değiştirmesini beklediğimiz o ‘şey’in olmasını beklerken, her şeyi değiştirebilecek büyüklükte bir çok şey oluyor aslında. Ancak bizim için çok şey değişmiyor, olan her şeyi, ne kadar büyük ve sarsıcı olursa olsun hemen rutine yazıyor, bir sonraki şeyi beklemeye başlıyoruz. Her şeyi değiştirsin ve hayatımızı içine temelli taşınabileceğimiz bir hale, bir kıvama getirsin diye... Bu gidişle hiç bitmeyecek hayat içindeki bu göçebeliğimiz! Belki de hiçbir zaman yaşadığımız yerin yerlisi, sakini, mukimi hissedemeyeceğiz kendimizi. Çünkü aslında neyi beklediğimizi bilmiyoruz, sadece bulunduğumuz bu yerin yabancılığını çekiyor ve bunu itiraf edemiyoruz kendimize.

Tennesse Williams’ın ‘Kızgın Damdaki Kedi’sinden birkaç satır: “Tıpkı bir kapıyı kapamak, yanmakta olan bir evin yandığını unutmak için anahtarı kilitte döndürmek gibi bir şey bu. Ama yangınla yüzleşmemek yangını söndürmüyor ki. Bir konuda susmak o konunun boyutlarını büyütüyor sadece. Suskunluk da büyüyor, ürüyor o şey, kötücül oluyor”

“Bazen sonu gelmeyen iç daraltıcı bir kabusun içine düşmüş gibi hissediyorum kendimi” dedi beyaz saçlı adam, “ve bir türlü nasıl uyanacağımı bulamıyorum!”

#Tennesse Williams
#Kızgın Damdaki Kedi
#Carson McCullers
2 yıl önce
‘Bekleme odası’
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi