Dünyayı günlük meşgalelerimizi sürdürdüğümüz bir yer, ömür sürdüğümüz devasa bir mekan olarak görüyoruz artık bir çoğumuz. Oysa eskiler dünyayı okunması gereken hikmetlerle dolu bir kitap olarak görürler ve bunu sıkça ifade ederlerdi. Bugünkü insan nazarında dünya yaşadıklarımızı çevreleyen bir fon olmaktan öte bir pek bir anlam taşımıyor. Dünyanın güzelliklerini kendi faydamızdan çıkarak anlamlandırıyor, hayatımızı süsleyen şeyler olarak görüyoruz onları. Eskilerin nazarında dünya; fıtratlarından gelen varlık merakına gayretleri ölçüsünde cevaplar sunan zengin bir hazine, hakikate erişme noktasında her yaşayana sonsuz imkanlar vaat eden bir büyük nimet manası taşıyor ve böyle kıymet buluyor. Bugün insan beş duyunun çizdiği sınırlar içinde edindiği sınırlı birikimle her şeyin adını koyma telaşı içinde. Adını koymaktan maksat, en azından çıkış noktasında o şeyi kendi bildiklerimizle sınırlamak değilse bile, olan tabiatıyla bu...
“En genel manasıyla, yeryüzündeki her şey, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, ilahi iradeye tabi olduğu için bu manada canlı cansız her şey müslimdir. Tüm insanlık gibi, yerçekimi kanunu gereğince yere düşen bir taş, kuşlar ve tarladaki böcekler bile müslimdir; çünkü hepsi yaratıcının iradesine teslim olmuşlardır” diyor merhum Gai Eaton (Sidi Hasan Abdullah Abdulhamid), ‘Tanrı’yı Hatırlamak’ isimli
ufuk açıcı kitabında.
ne bir nobranlık sadır olur.
Gai Eaton’ın aynı kitabından bir başka paragrafla bitirelim: “Yarın semavi bahçeye girmeyi ümit ederken, buradaki yeşil bahçeye hürmette kusur etmeyin. Sebepsiz yere küçük bir ot parçasını dahi koparmayın!
O, istifade etmeniz için Allah’ın topraktan bitirdiği bir ayettir.”