|
Aliya, hiç tereddüt etmeden, İstanbul’a gideceğini söylemişti

1989’dan itibaren Sovyetlerin dağılma sürecini izledik. ABD ile birlikte Avrupa ülkelerinin mutlak üstünlüğüne dayalı yeni bir dönem başlıyordu. Aliya İzetbegoviç ismini 1980’lerin ortasından itibaren duysak da ne olup bittiğine dair net bir fikre sahip değildik. Yeni bir dönemin başlarındaydık ama Türkiye güçlü bir iradeye sahip değildi. Bunu hem Bulgaristan Türklerinin sürgününde hem de Bosna Hersek olaylarında görecektik. Güney Kafkasya Türkleri için de aynı durum geçerliydi. Irak’ın işgal ve istilasında olduğu gibi hadiseler çok hızlı gelişti ve İslam dünyası yeniden kıskaca alındı.

BOSNA’DA ÜÇÜNCÜ YOL

Aliya İzetbegoviç üçüncü bir yol arayışındaydı. Bosna Hersek Müslümanları, Hırvat ve Sırp kıskacında tam bir varlık mücadelesi veriyordu ve bu ikisi Doğu ve Batı bloklarını temsil ediyordu. Bu sebeple Aliya’nın üçüncü yol arayışı basite indirgenemezdi. Fakat bütün dünyada olduğu gibi bizde de liberalizm rüzgârı, fikirler ve kimlikler üzerinde aşındırıcı bir etkiye sahipti. ABD, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri hem Balkanlara hem de yakın coğrafyamızın tamamına yerleşmek istiyordu. Bu devletlerin etkisi ile içeride yaşanan değişimler gözle görülebiliyordu. Sovyetlerin çöküşüne sevinen Türk muhafazakâr liberalleri ABD öncülüğündeki yeni istilanın coğrafyamızdaki temsilcileri olmakta bir sakınca görmedi. Farklı ideolojik gruplar içinde üçüncü yol arayışında olanlar vardı ama bunların yeni liberalizm karşısında durabilmesi hakikaten zordu.

İŞGAL VE İSTİLANIN TEMSİLCİSİ YAPILAR

Bosna Hersek’te yaşanan kıyıma sessiz kalınamazdı. Fakat FETÖ olarak tescillenen yapı örneğinde olduğu gibi bazı gruplar Aliya İzetbegoviç’in mücadelesine çok sert bir şekilde karşıydı. Bu sert karşıtlık tam olarak anlaşılmamış, benzer yapıların faaliyet anlayışına yorulmuştu. Hatta “Bosna’yı kurtarmak için önce Mekke ve Medine’yi kurtarmak gerekir” gibi dikkat dağıtıcı cümleler aforizma kılığında rağbet görebiliyordu. Bağımlı yapılar, fikir dünyamızı da dönüştürüyordu. Yıllar geçtikçe muhafazakârlar arasında etkili olan liberalizmin aslında örgütlü bir bağımlılıktan kaynaklandığı anlaşılacaktı. Sovyetlerden kopan topraklar Batı’ya teslim ediliyordu ve bu sürecin gönüllü temsilcileri vardı. Türkiye’de devleti içeriden ele geçirmeye çalışan bağımlı yapılar, tehdit olarak gördükleri kişi ve grupları bu dönemde kayıt altına almışlardı. Bu çok keskin bir karşıtlıktı ve 15 Temmuz’a kadar devam etti.

ALİYA NİÇİN
İSTANBUL’A GELDİ

Bugünden geriye baktığımızda Batı’nın yeni dönem istila hareketi daha berrak görülebiliyor. Hatta Afganistan da dâhil olmak üzere bütün işgal ve istila girişimleri, büyük resmin anlamlı parçaları olarak açık bir anlama sahiptir. Fakat ne yazık ki 1990’ların başındaki gibi Batı liberalizmini bir din olarak benimseyenler, coğrafya bilincimizi köreltmekten vazgeçmedi. Aliya ve arkadaşları, yaklaşan tehlikeyi kendi halkına anlatmakta zorlanmıştı. Bu, Türkiye için de geçerliydi. Yalnızlık hissine kapılmamak mümkün değildi. Bütün dünyanın gözleri önünde tarihin tanık olabileceği en büyük soykırımını yaptılar. Karanlığın en yoğun olduğu bir zaman diliminde, artık herkesin Bosna Müslümanlarını yalnız bıraktığı bir anda, Aliya’ya ne yapacağı sorulmuştu. O, hiç tereddüt etmeden, İstanbul’a gideceğini söyledi. Hırvatların ve Sırpların iki ayrı blok olarak Bosna Hersek Müslümanlarını boğmak istediğini biliyor ve bu cevapla üçüncü yol arayışında İstanbul’un anlamını ortaya koyuyordu.

TÜRKİYE’NİN DEĞİŞİMİ

O yıllardan sonra İstanbul, hakikaten yeni bir değişimin merkezinde yer almıştır. Bu şehrin 15 Temmuz’da en sert çatışmalara zemin teşkil etmesi üzerinde durmak gerekir. İstanbul’un bir tarafı daima Balkanlara bakar fakat o dönemde siyasî ve askerî iradeyi sahaya yansıtmak kolay olmadı. Ankara, Boşnakların yanında yer alsa da siyasî karmaşaya teslim olmaktan kurtulamadı. ABD öncülüğünde Batı bloğu Türkiye’nin etrafını kuşatmıştı. Onlar coğrafyaya bir bütün olarak bakıyordu. Bu sebeple 28 Şubat Süreci’nin laik-anti laik çatışması üzerinden değerlendirmek bizi körleştirir. Bu çatışma üzerinden Türkiye’nin değişimini anlayamayız.

Türkiye’nin iradesinin güçlü olduğu bir dönemdeyiz. Muhafazakâr liberaller aynı “gevşeklik” içinde Batı yanlısı bir tutum takınmaya devam ediyor. Hâlbuki Hırvat ve Sırpların varlığında temsil edilen iki dünya Bosna Hersek’e yeniden göz dikmiş durumdadır. Aliya’nın oğlu Bakir İzetbegoviç de İstanbul’dadır. Bu sefer onu kabul eden güçlü bir irade olduğu kesin

#Aliya İzetbegoviç
#Bosna Hersek
#İstanbul
il y a 2 ans
Aliya, hiç tereddüt etmeden, İstanbul’a gideceğini söylemişti
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti