|

Batı’da toplumsal barışa tehdit İslam karşıtı ırkçılık

Birçok ülkede küçümsenen, kimi zaman yok sayılan ve istatistiklere yansıtılmayan İslam karşıtı ırkçı eylemler, Avrupa’da Müslüman nüfusun artması ve daha fazla görünür olmasıyla sinsice büyüyor. Öte yandan çoğunluk toplumun İslam’a olan ön yargısı, nefret suçlarına yeterince eleştiri getirilmemesine yol açıyor. Önümüzdeki yıllarda Müslüman azınlıklara yönelen bu tehdit, Batı değerlerini savunanlar için en büyük sınama olacak.

00:00 - 21/02/2022 Pazartesi
Güncelleme: 05:16 - 21/02/2022 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Asiye Bilgin Yıldız - Avrupa Birliği Uzmanı

Batı’daki İslam karşıtı kültür ve sanat eserlerini araştıran Almanya kökenli Şilili sanat tarihçisi Dr. Claudio Lange, İslam karşıtı ırkçılığın Avrupa tarihinin bir parçası olduğunu vurguluyor. İslam düşmanlığı her ne kadar 11 Eylül saldırısının ardından daha fazla görünür olsa da, ötekileştirme kültürünün geçmişi 11. yüzyılda Haçlı Seferleri dönemine dayanıyor. O dönemlerde kiliselerde kullanılan çok sayıda İslam karşıtı heykel, Kudüs’ün Müslümanların elinden ‘kurtuluşu’ için bir propaganda aracı olarak kullanıldı. 15. ve 16. yüzyıla gelindiğinde ise İber Yarımadası’nda İslam düşmanlığının daha sistemli bir politikanın ürünü olarak karşımıza çıktığına şahit olmaktayız.

Hayatının büyük bölümünü bu heykelleri ve sanat eserlerini araştırmaya adayan Dr. Lange, “Müslüman imajı”nın o dönemden bu yana oluşturulduğuna dikkat çekiyor. Oluşturulan imajın en önemli özelliğinin ise ‘çirkinlik’ olduğunu vurguluyor. Dönemin heykeltıraşları ve sanatçıları öteki olarak gördükleri Müslümanları yobaz, zalim ve alay edilesi şekilde tasvir ediyor. Müslümanların, günümüzde de ötekileştirmenin öznesi olarak özellikle hiciv ve karikatür sanatı üzerinden benzer şekilde alaycı, aşağılayıcı ve korkutucu şekilde tasvir edildiğine şahit olmaktayız.

GEÇMİŞTEN BU YANA NE DEĞİŞTİ?

  • Günümüzde Avrupa’da yürütülen asimilasyon tartışmalarının temelinin Orta Çağ Avrupa’sında, İber Yarımadası’nda yaşayan Müslüman ve Yahudilerin, Hristiyanlaştırılmasına çalışılırken atıldığını ve çağın ruhuna uygun şekilde acımasızca uygulandığını biliyoruz. Endülüs tamamen yok edildikten sonra vatanları olan İspanya ve Portekiz’i terk etmek istemeyerek Hristiyanlığı kabul eden ‘Moriskolara’ şüphe ile yaklaşıldığı, gizliden Müslüman oldukları düşüncesiyle nesiller sonra dahi dışlanmaya ve ötekileştirmeye maruz kaldıkları bilinen gerçekler.

1526 yılında Granada’da yürürlüğe giren ‘asimilasyon programı’ ile Moriskolar, Hristiyanlar gibi giyinmeye zorlanırken, Arapça yazmaları ve konuşmaları yasaklanmıştır. 1571’de ‘Morisko Problemi’ni temelden çözmek için köleleştirme, kısırlaştırma ve nihayetinde sürgün etme gibi politikalar yürürlüğe sokulmuştur. Döneme ait eserler incelendiğinde dikkat çeken husus ise dini-kültürel farklılıkların kan bağı ve ırk üzerinden kategorize edilerek dini bir grubun ötekileştirilmesi. Modern dönem ırkçılık teorisyenlerinin yaklaşımı ile bire bir örtüşen bir durum söz konusu.

IRKSIZ “IRKÇILIK”

Modern toplumlarda her ne kadar ırk ayrımı yapmak temel insan haklarına aykırı görünerek tabu haline getirilse de İslam karşıtı ırkçılık, ırksız ırkçılığa en çarpıcı örnek. Fransız Filozof Etienne Balibar İslam karşıtı ırkçılığı tanımlarken “biyolojik mirasın önemsizleştiği ancak değiştirilemez görülen kültürel farklılıkların temel motif görüldüğünü” vurgulamakta. Avrupa ülkelerinde asimilasyon politikaları ülkelerin tarihsel mirasları dolayısıyla farklılık gösterse de, temelde ‘kültüralist’ bir ötekileştirmenin birleştirici unsur olarak öne çıktığını görüyoruz.

  • Birleşik Krallık ve Fransa’ya göç, ağırlıklı olarak sömürülen ülkelerden olduğundan, baştan eşit vatandaşlık tartışmaları söz konusu olmadı. Buna karşın Almanya, Avusturya veya İsviçre gibi ülkeler göç ülkesi olduğu gerçeğini kabullenmekte oldukça zorlandı. Almanya’da yürütülen göç, asimilasyon ve entegrasyon tartışmalarının diğer AB ülkelerinden ayrıştığını ve bu kavramlara siyasi olarak farklı anlamlar yüklendiğini söylemek mümkün. 1998’de Almanya’da Bassam Tibi tarafından başlatılan ‘Öncü Kültür’ tartışmaları kültüralist yaklaşımın teorik altyapısını oluşturdu. En son parti kongresinde Hristiyan Demokrat Parti Genel Başkanı seçilen Friedrich Merz ‘Öncü Kültür’ tartışmalarının başladığı 1990’lardan bu yana bu yaklaşımın en ateşli savunucularından oldu. Batı Hristiyan kültürünü ‘Öncü kültür’ olarak tanımlayarak talepkâr bir şekilde asimilasyon politikalarını merkeze koyanlar, çoğulcu toplumu bir zayıflık olarak görüyor ve belirlenen sınırlar içerisinde yaşamayanların ötekileştirilmesini olağan karşılıyor.

EYLEME DÖNÜŞEN MÜSLÜMAN KARŞITLIĞI

İslam karşıtı ırkçılık Avrupa sınırlarının ötesinde Batı ülkelerinin tamamında ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi aşarak şiddet eylemlerine dönüşüyor. 2011’de Norveç’te Breivik’in 77 masum insanı ‘Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı’ eylem olarak öldürmesi tüm dünyayı sarstı. 2015’de ABD’nin Kuzey Karolina eyaletinde 3 Müslüman üniversite öğrencisi ırkçı komşuları tarafından öldürüldü. 2017’de Kanada’da yapılan İslam karşıtı terör saldırısında 6 insan hayattan kopartılırken, 2019’da Yeni Zelanda’da yapılan saldırıda 49 insan hayatını kaybetti. Aynı yıl içerisinde İngiltere’de cami cemaati üzerine aracını süren bir ırkçı yüzünden bir insan hayatını kaybederken 10 kişi de yaralandı. 2000 ile 2006 yılları arasında 10 masum insanı öldüren NSU cinayetleri ile sarsılan Almanya’da ise ırkçı terör saldırıların sonu gelmiyor. 2012’de ırkçılar tarafından öldürüldüğüne kesin gözüyle bakılan Burak Bektaş cinayetinin failleri hala bulunamazken, 2016’da Münih’te İslam karşıtı ırkçılık motifi ile 10 insan öldürüldü. 2020’de ise Hanau kentinde 9 insan eğlendikleri mekânda silahla taranarak katledildi. Tüm bu eylemlerin ortak yönü ise bireysel eylem olarak sınıflandırılmaları ve bu titiz kurgulanmış terör saldırıların arkasındaki ırkçı yapı ve ilişkilerin örtbas edilmesidir.

  • Birçok ülkede küçümsenen, kimi zaman yok sayılan ve istatistiklere yansıtılmayan İslam karşıtı ırkçı eylemler, Avrupa’da Müslüman nüfusun artması ve daha fazla görünür olmasıyla sinsice büyüyor. Öte yandan çoğunluk toplumun İslam’a olan ön yargısı, nefret suçlarına yeterince eleştiri getirilmemesine yol açıyor. Önümüzdeki yıllarda Müslüman azınlıklara yönelen bu tehdit, Batı değerlerini savunanlar için en büyük sınama olacak.

Her ne kadar inkâr edilse de, İslam ve Müslümanlar artık Avrupalı kimliğin ayrılmaz bir parçası. İslam karşıtı ırkçılık, Batı ülkelerinde yeni bir fenomen olmamasına rağmen, fiziksel saldırı ve cinayetle sonuçlanan nefret suçlarının kısa haberler olarak geçiştirilmesi, birlikte yaşam kültürüne uzun vadede yöneltilmiş en büyük tehdit.

#Avrupa
#Müslüman
#Batı
#Avrupa Birliği
#İslam
2 yıl önce