|

Elli yıl hiç yoruldum demedi

Ömrünü ilim yoluna vakfeden Alman Tasavvuf Araştırmacısı Annemarie Schimmel’in kendi kaleminden okuyacağınız “Doğudan Batıya” adlı kitap raflarda yerini aldı. 81 yaşında dünyadan ayrılan Schimmel’i Prof. Dr. Mustafa Kara’dan dinledik. Tasavvuf kültürüyle ilgili kapsamlı bir çalışmaaya imza atan Shimmel için Kara, “Elli yıl hiç yoruldum demedi” ifadelerini kullanıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 14/01/2018 Pazar
Güncelleme: 07:30 - 13/01/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
İslâmî Araştırmalar sahasında doktora yapan Schimmel, Marburg, Ankara, Bonn ve Harvard Üniversitelerinde ders verdi.
İslâmî Araştırmalar sahasında doktora yapan Schimmel, Marburg, Ankara, Bonn ve Harvard Üniversitelerinde ders verdi.
BÜŞRA CAN

İslam-Tasavvuf Araştırmacısı Annemarie Schimmel’in hayatından kesitler sunan “Doğudan Batıya” Sufi Kitap etiketiyle okura ulaştı. İslâmî Araştırmalar sahasında doktora yapan Schimmel, Marburg, Ankara, Bonn ve Harvard Üniversitelerinde ders verdi. Birçok ödül aldı, çalışmalarında Mevlânâ, İbn Atâullah üzerine yoğunlaştı. Schimmel’i tanıyan ve çalışmalarını takip eden Prof. Dr. Mustafa Kara Schimmel’in çalışmaları ve hatıraları üzerine konuştuk.

* Annemarie Schimmel’in tasavvuf kültüründeki yeri nedir?

Onun tasavvuf tarihi ve kültürü çerçevesinde kaleme aldığı eserler, dünyanın farklı ülkelerinde ve değişik dillerde yayınlandığı için tesir alanını tam olarak tespit etmek çok zordur. Onun için biz kendi ülkemizdeki duruma çok kısa olarak bir bakalım.

Cumhuriyet dönemi tasavvuf tarihi araştırmalarını Fuat Köprülü ve talebesi Abdülbakî Gölpınarlı ile başlatabiliriz. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar tam yüz yıl önce 1918’de, Melâmilik Ve Melâmiler 1931 yılında kisve-i tab’a büründü. Otuzlu yılların mühim yazarı Osman Nuri Ergin’in Türkiye Maarif Tarihini Ömer Lütfi Barkan’ın 1942’de Vakıflar dergisinin ikinci sayısında çıkan Kolonizatör Türk Dervişleri takip etti. Bu insanlarla ülkemizde tanışma imkânı bulan Schimmel, 50’li yıllarda -ikinci nesil olarak- söz konusu kutlu kafileye katıldı ve yaklaşık 50 yıl hiç “yoruldum” demeden bu yolun yolcusu oldu. Tasavvuf kültürüyle ilgili en kapsamlı yadigârı ise Şiraz erenlerine ithaf ettiği ve Türkçeye İslâm’ın Mistik Boyutları adıyla çevrilen mühim eseridir. Bu eserin indeksinde yer alan Türk, Türkiye gibi kelimelerin çokluğu bile bize bir ön fikir verebilir.

  • * Schimmel’i anlatan bir makaleye bu ismi vermişsiniz; “Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya Bakan Bir Âlim” Bu başlığın Schimmel’in hayatındaki yeri nedir?
  • Vefatı üzerine yazdığım bu makalenin başlığını koyarken bendeniz onun bu isimde bir hatırat yazdığını bilmiyordum. (Makale Dervişin Hayatı Sûfinin Kelâmı isimli eserimde vardır) Fakat dünya kültür şehirleri arasında bir ömür boyu mekik dokuyan bir ilim insanı için en uygun başlığın bu olacağını düşünmüştüm. Ders vermek, tebliğ sunmak, konuşma yapmak, tetkiklerde bulunmak üzere gezip gördüğü ülkelerin sıralanması bu gerçeğe işaret ediyor. Avrupa ülkeleri ve ABD dışında tanıdığı ve bize tanıttığı ülkeler: Pakistan, İran, Hindistan, Mısır, Sudan, Fas, Tunus, Afganistan, Suriye, Ürdün, Körfez ülkeleri, Yemen, Endonezya, Türki cumhuriyetler.
  • Aslında gitmek istediği her şehre gitti. Mevlânâ, Yunus, İbn Ataullah İskenderî Muhammed İkbal gibi çok sevdiği ve haklarında müstakil kitaplar yazdığı büyüklerin mezarlarını, türbelerini ziyaret etti. Hem-şehrileriyle tanıştı, hasret giderdi. Hakkında kitap yazdığı halde şehrini ve türbesini ziyaret edemediği dünyada tek kişi vardı: Son Peygamber. 1980’de Almanca kaleme aldığı Ve Hazret-i Muhammed O’nun Peygamberi’dir isimli eserine Haydarabad Dekkan Eyaleti Hindu Başbakanı Mihrâce Kişhan’ın mısralarıyla başlıyor: Ancak Allah bilir ne olduğumu/İnançlı da inançsız da olabilirim/Benliğimi sâdık bir hizmetkâr gibi/Medine’nin ulu Hakanı’na vermek isterim! Eser Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmıştır.
* Hepimizin bildiği, tanıdığı ve âşina olduğu bir Schimmel var. Herkes özellikle akademik çalışmalarıyla onu biliyor tanıyor. Nâm-ı diğer Cemile Kıratlı’yı siz nasıl tanırsınız?

Aslında bu ismi/lakabı Türkiye’ye gelmeden önce almış. Memur olarak çalışırken onu Şimele diye çağıran arkadaşı, bir gün de Cemile deyivermiş… Bunun Arapça “güzel” anlamına geldiğini bildiği için çok hoşuna gitmiş. Kıratlı ise Schimmel kelimesinin Türkçesi. 50’li yıllarda ülkemize gelince bu ismi bazı mektuplarında kullanmaya devam etti. Bazı dostları ona Cemile Bacı demeyi tercih etti. O da bu isimlendirmeden mutlu oldu.

* Sizin dünya mekânıyla tanışıklığınız var mıydı? Birkaç hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

Doğduğum yerde, Güneyce’de bir kütüphane vardı. 58’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistan olan hem-şehrimiz Hüseyin Atay’ın himmetiyle kurulmuştu. Caminin müştemilatında babamın sorumluluğunda olan bu kütüphanede pek çok Arapça ve Türkçe eserin yanında söz konusu İlahiyat Fakültesi’nin neşrettiği bütün kitap ve dergileri de vardı. A. Schimmel adıyla ilk defa o zaman karşılaştım. 60’lı yıllar… Masmavi bir cild içinde İbn Hafif Şirazî’nin Farsça eseri ve tercümesi. Farsça’dan tercüme ve şerhettiği İkbal’in Câvidnâme adlı eserinin 1958’de basılan nüshası kütüphanemin en müstesna köşesinde durmaktadır… 70’li yıllarla birlikte ülkemize gelip gittikçe karşılaşmalarımız oldu. Son defa Hollanda’nın Utrech şehrinde 1995 yılında yapılan, “Tasavvuf ve Muhalifleri” konulu sempozyumda bir araya geldik. Karşılaşır karşılaşmaz ilk bahsettiği kişi Sâmiha Ayverdi oldu. Çünkü yakında vefat etmişti. Vefatından kısa bir süre önce de İstanbul’da görüşmüşlerdi. Şanslıyız; çünkü bu iki hanımefendinin 40 yıllık mektupları da yayınlandı. Bu sempozyumun açılış konferansı ona tevdi edilmişti. Süre 45 dakika idi. Kürsüye çıktı gözlerini kapattı konuşmaya başladı. Gözlerini açtığında kırk beşinci dakika dolmak üzere idi. Spontane tercüme için kulaklık kullanmadım. Sadece sesini duydum, cemalini seyrettim. Yemek/çay molalarındaki sohbetler bana yetti.


Son hatıramız son günlerine tesadüf eder. İran İslâm Cumhuriyeti onun için “Kültürlerarası Köprü: Annemarie Schimmel” başlıklı bir toplantı tertip etti. Toplantıya meslektaşımız Mahmud Erol Kılıç davetli idi. Ona dedim ki, “Hocama selamlarımı söyle, kendisiyle ilgili bir yüksek lisans tezi yaptıracağım. Bilgi, belge lûtfederse memnun olurum” Mahmud Bey’in naklettiğine göre bu teklife ilk tepkisi şöyle olmuş: “Estağfirullah biz kim yüksek lisans tezi kim!” Kısa bir süre sonra vefat etti. Öğrencim Şule Bilman tezi tamamladı. Ne yazık ki o da bir müddet sonra âlem-i cemale intikal etti. İran’dan gönderdiği imzalı fotoğrafını saklıyorum. Tahmin edileceği gibi tasavvuf tarihinin büyükleri ortak sevgilimizdir. Sevgilinin sevdiğini sevmek de başka bir mutluluk vesilesidir. Bir tanesini söyleyelim. İbn Atâullah İskenderî’nin Hikem’ini, birbirimizden habersiz aynı yıllarda o Almanca’ya bendeniz Türkçe’ye çevirdim. Tasavvufî Hikmetler’den bir nüsha da kendilerine imzalayıp takdim ettim.

* Kitapta Hesse, Goethe, Rilke'nin şiirleri bulunuyor. Bu isimlerin Doğu’dan etkilendiğini öğrenince onlara karşı daha çok muhabbet besliyor. Doğu neden onu bu denli heyecanlandırmış?

Doğu ile ilişkisi çocukluk dönemine kadar gidiyor. Okuduğu masal kitaplarındaki derviş tipleriyle tanışmak için adeta bir ömür boyu seyahat etti. Çünkü dervişin bir adı da seyyâr’dır. O “tip”i bazen kitap sayfalarında bazen Hint alt kıtasında bazen Lohor sokaklarında bazen de Anadolu’nun okuma yazma bilmeyen arif ve arifelerinin söz ve sohbetlerinde bulmuş görmüş ve tanımıştır. Gothe de insanlığa sunulan bereketli bir “ayet”dir, Mevlânâ da, Gandi de… Schimmel de… Ve onun bir eseri Türkçeye, Tanrının Yeryüzündeki Ayetleri adıyla çevrilip basılmadı mı? Ama unutmamak lazım: “Herkes deryadan elindeki kap kadar su alabilir!”

Çocukluk/gençlik yıllarında okuduğu ve hiç unutmadığı bir cümle de şudur: ”İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar,” Bu sözü hiç unutmadı. Vasiyyetinde bizi yakından ilgilendiren iki madde var: Biri cenaze töreninde Müslüman bir kişi tarafından Fatiha suresinin okunması ve tercüme edilmesi, diğeri ise mezar taşına bu cümlenin Arapça harflerle yazılmasıdır.


Dünyayı aydınlatanları uğurladık
* Bir de sizin “sevgili” menkıbeniz var. Onu paylaşabilir misiniz?

Anlatayım. 2002 yılına kadar sınıflarda yeri gelince anlattığım bir meseledir bu. Öğrencilerime derdim ki, “Türkiye’deki sevgililerimi/hayran olduğum şahsiyetleri sormayın. Onların isimleri bende mahfuz... Fakat yurt dışında iki sevgilim var, Türk vatandaşı olmadığı halde Türkiye’nin yakından tanıdığı iki güzel insan… Menkıbeye renk katmak için devam ederdim: Biri kadın biri erkek. Bir müddet bekledikten sonra söyleyeceğimi söylerdim: Muhammed Hamidullah, Annemarie Schimmel. Birinci ismi İstanbul İmam Hatip okulunda okurken tanıdım. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki derslerine dinleyici olarak katıldım. O yaşlarda anlattıklarını tam anlayamıyordum; ama cemalinin öğrettiklerini takip etmek, Schimmel’in ifadesiyle, “iri, ışıl ışıl ve koyu gözlerine” bakmak hoşuma gidiyordu. İkinci ismi daha sonra tanıma şerefine nâil oldum. Evet, 1423 hicrî yılı benim için bir nevi “senetü’l-hüzün” oldu. Bir ay ara ile ikisini de öbür âleme uğurladık. Hindistan’da dünyaya gel, Paris’ten dünyayı aydınlat ve ABD de son yolculuğa çık. Yâr-i Garîb ifadesi ebced hesabıyla tam tamına 1423 ediyor.

Beni mutlu eden bir başka konu ise bu iki zatın birbirini tanıyor ve seviyor olmasıydı. Schimmel ona Hamidu, o da ona Bacı diye hitap ediyordu. Hatırattan bir daha öğrendim. Bu iki büyük zat her hafta Arapça mektuplaşıyorlardı… Her ikisi de Batılı zihinlere Hz. Peygamber Efendimizi anlatmak için çırpındı. İşin “cilve”li tarafı şudur ki Hamidullah eserine “İslâm Peygamberi” adını verdi diye bazı Müslümanlardan tepki gördü. Schimmel’in de başına iş açtı İslâm Peygamberini anlatan kitabı, dolayısıyla Hristiyanlar onu protesto etti.

#Almanya
#Tasavvuf
#İslamiyet
#Annemarie Schimmel
6 yıl önce