|

Sanatın iyileştiri gücü ödül getirdi : Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz Asya’nın Nobel’ini alan ilk Türk kadın oldu

Uluslararası 2021 Gusi Barış Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz, insanda iyilik ve merhamet duygusunu harekete geçiren oksitosinin sanatla arttığını hatırlatıyor ve oksitosin (sevgi) hormonunu yükseltmek için sağlık merkezlerinde daha çok sanat eserinin olması gerektiğini belirtiyor.

00:00 - 26/12/2021 Pazar
Güncelleme: 16:45 - 29/12/2021 Çarşamba
Yeni Şafak
Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz
Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz
DİLBER DURAL

Eski çağlara gittiğimizde tıp ile sanat aynı kişiler tarafından icra ediliyordu. Günümüzde de hekimlerin sanattan vazgeçtiğini söyleyemeyiz. Zira, bunun en güzel örneği Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz. Asya’nın Nobel’i olarak bilinen ve dünya barışına katkıda bulunan kişilere verilen 19. Gusi Barış Ödülü’ne bu yıl 4 Türk layık görüldü.

Gusi Barış Ödülü Vakfı tarafından, barış ve refah içinde bir dünya için çalışan, dünyanın tüm milletleri içinden insanlığa, küresel barışa, milletlerarası dostluğa, sosyal sorumluluğa ve toplumsal gelişime çeşitli alanlarda üstün katkıları olan seçkin bireylere verilen ödül, Nobel Vakfı Ödülleri’nin Asya kıtasındaki yansıması olarak kabul ediliyor. Bu yıl, dünyanın farklı ülkelerinden yüzlerce katılımcıyla İstanbul’da gerçekleştirilen ödül töreni ülkemiz açısından ayrı bir önem taşıdı.


Bir ilke imza atılarak ‘Tıpla sanatı birleştiren akademisyen’ dalında Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu’nu kuran Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Elif Vatanoğlu Lutz, Uluslararası 2021 Gusi Barış Ödülü’nün sahibi olan ilk Türk kadın oldu.

Lutz, tıp fakültesini çok severek okumasına rağmen sosyal bilimler ile bağını hiç koparmadı; hep tıp felsefesine, tıp hukukuna ilgi duydu ve sonunda tıp tarihi ve etik alanında uzmanlığını yaparak akademik hayatta yoluna devam etti. Lutz, tıp dünyasındaki emeklerinin yanı sıra tıpkı eski çağlardan beri süregelen tıp ile sanatın varlığını sürdürenlerden biri oldu.


Tıp ve diğer sağlık bilimlerindeki fakültelerindeki öğrencilere yeni bir bakış açısı kazandırabilmek, yoğun ders yüklerinin yanında onlara bir nefes olabilmek adına tıp ile sanatı birleştirdiği dersler verdi. Ve sonunda Lutz’a Asya’nın Nobel’i oksitosin hormonu ile geldi. Lutz, kurduğu Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu’nu, tıp ile sanatı nasıl birleştirdiğini ve daha fazlasını Yeni Şafak Pazar’a anlattı.

- Oksitosin, Tıp ve Sanat Platformu fikri nasıl ortaya çıktı?

Sürekli tıp ile sosyal bilimlerin kesiştiği konulara ilgi duyup araştırmalarımı bu yönde derinleştiriyordum. Etik değerlere bağlı, insancıl ve entelektüel sağlık çalışanları yetiştirmek her zaman en büyük amacım oldu.

Öncelikle ders verdiğim tıp ve diğer sağlık bilimlerindeki fakültelerindeki öğrencilere yeni bir bakış açısı kazandırabilmek, yoğun ders yüklerinin yanında onlara bir nefes olabilmek adına zaten tıp ile sanatı birleştirdiğim ders başlıklarım oluyordu. 2017 yılında bir Londra ziyaretim sırasında karşılaştığım ‘Performing Medicine’ isimli enstitü benim için çok önemli bir dönüm noktası oldu.


Bu enstitüde beş farklı alanda çalışmalar yaptıklarını keşfettim; bu alanlar sanat alanında işleri tıbba değen sanatçılarla ortak projeler üretmek, tıp ve sağlık ile ilgili eğitim öğretim yapan fakültelere yönelik yenilikçi müfredat önerileri geliştirmek, sağlık çalışanlarının dayanıklılığını ve sağlığını artırmak, iyileştirici sanat terapileri ve toplumu bilinçlendirmek için sağlık okuryazarlığı olmak üzere beş temel alandaki faaliyetler idi. Keşke böyle bir enstitü Türkiye’de de olsaydı fikri beni çok heyecanlandırdı.

Ve öncelikle ismi ne olurdu diye kafa yormaya başladım ve aslında fark ettim ki ismi kafamda çoktan hazırdı. Tıp fakültesi yıllarımdan itibaren etkileri ile beni hep çok etkileyen, çok sevdiğim oksitosin hormonunun adını vermek istedim. Böylelikle Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu doğmuş oldu ve ardından kısa sürede çok yoğun ve çok hızlı aktivitelerine başladı.

OKSİTOSİN VE SANATSAL ÜRETİM AYRILMAZ BİR BÜTÜN

- Peki, oksitosin sadece bir hormon mudur?

Oksitosin (sevgi hormonu) en fazla doğum esnasındaki ve doğum sonrasındaki rolü ile bilinir. Yalnızca doğumu kolaylaştırmada yardımcı değil, aynı zamanda anne yeni doğan arasındaki bağı sağlar. Son zamanlarda yapılan araştırmalar göstermiştir ki yalnızca anne ile bebek arasındaki bağı değil, sosyal ilişkilerde ve partnerlerle olan bağı da sağlayan oksitosin hormonudur.

Kişinin içindeki güven ve cömertlik duygusunu açığa çıkarır. Etkilerini görmek için yapılan sayısız araştırmanın sonucuna göre oksitosin hormonu dokunmak ve sarılmak ile artırıyor. Ben bu harika hormonun tüm bilinen ve yeni ortaya çıkarılan ilginç etkilerinden çok etkilenerek bu platforma ismini vermek istedim. Çünkü bizler de hastalarımızın bedenlerine ‘dokunmamızın’ yanı sıra hastalarımızın, öğrencilerimizin ve meslektaşlarımızın hayatlarına ‘dokunuyoruz’. Ve aslında, herkes birbirine bir şekilde dokunuyor.

- Sanatla arasındaki bağı nedir? Sanat oksitosinin salınmasına mı neden olur?

İyilik yaptığınızda artan bir hormonu düşünelim, o halde dünyayı daha iyi ve daha yaşanır kılmak için ortaya çıkan sanat aktiviteleri tabii ki oksitosin düzeylerini artırır. Sanat oksitosine, oksitosin sanata yakışır.

Bu platforma oksitosin ismini koymaya karar verdiğimde, her ikisi de iyilik hareketi dedim kendi kendime. Her ikisi de anlaşıldığında etkisi doruğa ulaşıyor; bizler oksitosin hormonumuzun hangi koşullarda arttığının, özellikle iyilik yaptığımızda yükseldiğinin ve sonrasında vücudumuzdaki müthiş olumlu etkilerin bilincinde olsak, tıpkı bir sanat eserinin vermeye çalıştığı mesajın anlaşılmasında gözlemlediğimiz gibi, vücudumuzun oksitosin hormonunun etkileri ile bize verdiği mesajın farkında olsak dünya çok daha güzel olacak. Bu anlamda, bu iki kavram, oksitosin ve sanatsal üretim ayrılmaz bir bütün bana göre.

Tıp ve sanat aslında iç içedir

- Tıp ve sanat birbirinden uzak iki alan olarak görünüyor. Bu doğrultuda tıp ve sanat dallarını birleştirme fikri nasıl ortaya çıktı?

İlk bakışta çok haklısınız. Ama bir sağlık çalışanı olarak işin içine girdiğinizde, yaşamaya başladığınızda, derhal fark ettiğiniz, sizi yakalayan bir gerçek oluyor, o da şu: Tıp uygulayıcısı olmak ya da hasta-hekim ilişkisinin dinamiklerini doğru yönetebilmek tam anlamıyla bir sanat. Öte yandan, eski çağlarda tıp ile sanat aynı kişiler tarafından icra edilirdi ve bu kişiler sırası ile filozof, ulema, hümanist gibi isimlerle çağrılırlardı. Çağımızda bu meslekler zorunlu olarak birbirlerinden ayrılmışsalar da hekim, genelde sanattan vazgeçmemiştir.

Tıp ile sanatı yaklaştıran bir boyut ise, tıp mensuplarının doğaları gereği sanat dallarına ilgi duymalarıdır. Siz de fark etmişsinizdir. Tanıdığınız, gördüğünüz birçok hekimin mutlaka bir sanat dalı ile ilgilendiğini görürsünüz. Bu kadar yoğun, yorucu ve hassas, sürekli müthiş bir dikkat ve konsantrasyon gerektiren bir mesleğin mensupları olan sağlık çalışanlarının ihtiyaç duyduğu rahatlamayı çeşitli sanat dallarında bulması tesadüf değildir. Bir de yeni sanatın, hastalar açısından bir tedavi yöntemi olarak kullanılmasından bahsetmeliyiz.

Antik çağlardan itibaren, örneğin tapınak hastaneler olarak bilinen Asklepionlar’daki ruh hastaları flüt ve lir ile yapılan müziğin etkisi ile tedavi edilirlerdi. Yine Selçuklu ve Osmanlı dönemi şifahanelerinde su sesi eşliğinde uygulanan saz ve ney nağmeleri, bir tür tedavi yöntemi olarak değerlendirildi. Günümüzde resim, müzik ve dans psikoterapisi, başlı başına bir uzmanlık koludur. Psiko-drama psikanalize yardımcı olmakta ve müziko-terapi de, kalp ritminin regülasyonunda faydalı olmaktadır. Tıpta kullanılan medikal alet ve protezler, anatomik ve cerrahi teknik, resim ve fotoğraflar birer sanat ürünüdürler. Yani baktığımızda tıp ve sanat birbirinden ayrılması mümkün olmayan, iç içe geçmiş, bütünleşmiş iki alan gerçekten.

Sağlık çalışanlarını sanatla nefes aldırmak lazım

- Pandemi süresince insanlar sergi salonlarına gidemediler ama hastaneleri sıklıkla ziyaret etmek zorunda kaldılar. Bu noktada hastane ve klinik panoları tıp ve sanat başlığında buluşmalı mı sizce?

Kesinlikle evet. Bakınız tıp, çok büyük bir değişimin içinde; şöyle ki, yaşlanan popülasyon ile gelen demografik değişiklikler, hastalık ve hasta bakımı alanındaki teknolojik değişiklikler, hasta memnuniyetinin önemi, tıbbi kaynakların gerekli yerde ve etkin kullanımı ve giderek değişen profesyonel roller ve şimdilerde pandemi mücadelesi sağlık alanında büyük bir değişimi getirmektedir. Referans kitapların çoğu 3-4 yıl gibi kısa aralıklarla yenilenmektedir. Bilgi birikimindeki inanılması güç artış hekimlerin gittikçe artan iş yüklerine karşın düzenli aralıklarla bilgilerini güncelleştirmelerini ve yenilikleri izlemelerini gerektirmektedir. Tamamen tıp bilgileri ile çevrili ve giderek daha fazla hasta talebini karşılamaya çalışan sağlık çalışanlarında tükenmişlik ve depresyon çok sık görülmektedir. Bu durum, hizmette kalite ve hasta güvenliği açısından da ciddi riskler taşımaktadır. O yüzden sürekli, keşke bütün hastanelerin koridorlarında, panolarında sanata daha çok yer açsak; hepsinde olsa diyorum. Özellikle konusu tıp olan sanat eserleri gerek sağlık çalışanları gerekse hastaların çok faktörlü ve çok aktörlü olan tıp alanına sanat yolu ile bakmaları, sanatın gözüyle tıbbı yorumlamaları çok önemli. Sağlık çalışanlarını yoğun iş tempoları içinde bir nebze olsun rahatlatacak ve bu anlamda sağlık çalışanının sağlığına olumlu etki sağlayacağı şüphesiz olan sanat aktivitelerinin bütün hastanelere bir an evvel kazandırılması en büyük dileğimiz.


- Tıp, sanat ve insan hakları alanındaki çalışmalarınızdan ötürü ödüle layık görüldünüz. Uluslararası 2021 Gusi Barış Ödülü’nün sahibi olan ilk Türk kadın oldunuz? Neler hissediyorsunuz?

Mutluluğumu sözcüklerle ifade edebilmem çok güç, büyük onur benim için. Ülkeme, meslektaşlarıma ve öğrencilerime layık olabilmek için hayatımın sonuna kadar çalışmak adına müthiş bir motivasyon duydum. Bu ödül bana dünyada Oksitosin hormonu ile ilgili farkındalığın artması ile ilgili çalışmalarım neticesinde verildi. Oksitosin farkındalığı bu topraklara yakıştı, bu topraklardan çıkmalıydı. Uluslararası alanda büyük bir prestije sahip olan bu ödülü hem pandemide canla başla çalışan sağlık çalışanlarında hem de kısa bir süre önce erken kaybıyla bizleri çok üzen, meslektaşım ve can dostum Prof. Dr. Hakan Ertin ve onun kurucu direktörlüğünü yaptığı BETİM (Beşikçizade Tıp ve İnsan Bilimleri Merkezi) adına kabul ettim. Sevgili Hakan Hocam, Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu’nun kuruluşundan beri hep yanımda olmuştu. Ayrıca Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Sina Ercan’a ve Prof. Dr. Bayram Yılmaz’a teşekkürlerimi iletmeyi bir borç bilirim, fakültemizin bizlere sağladığı barış dolu ve yaratıcılığı destekleyici çalışma ortamı sayesinde Oksitosin Platformu doğabilmiştir. Filipinler ’de kurulan Gusi Barış Ödülü Müzesi’nde bu ödülün kalıcılığı ve misyonunun gelecek kuşaklara taşınması açısından büyük önem arz ediyor. Ben diliyorum ki, önümüzdeki yıllarda Gusi Ödülü dâhil daha nice ödülleri Türk kadınları alsın.


#Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu
#Elif Vatanoğlu Lutz
#Gusi Barış Ödülü
#Asya
#Nobel
2 yıl önce