|

Vücudun haritasında seyahat

Gavin Francis imzalı “İnsan Vücuduna Seyahat: Tepeden Tırnağa Bir Büyük Macera” okuru şaşırtan bir metin olarak raflarda yerini aldı. İnsanların doğumdan ölüme yolculukları şiirsel bir dille anlatılıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 07:20 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
BEYZA KARAKAYA

Ödüllü yazar Gavin Francis, cerrah, acil tıp uzmanı ve aile hekimi olarak edindiği tecrübelerden yola çıkarak yazdığı İnsan Vücuduna Seyahat kitabında, hastalarının öyküleri (gizliliklerini koruyarak) ile tıp tarihini, felsefeyi ve edebiyatı birlikte harmanlıyor.

Tıpkı dünya gibi, insan vücudunun da bir haritası olduğunu söyleyen Francis, bizi henüz keşfedilmemiş bu dünyaya yani vücudumuza dair bir yolculuğa çıkarıyor. Kalbin insan refahıyla olan bağlantısını, epilepsi nöbetlerinin beyni nasıl etkilediğini, ayağın insanlık açısından oynadığı belirleyici rolü… Francis bizi, vücudumuzun içinden yükselen şiirsel tınıya kulak kesilmeye davet ediyor İnsan Vücuduna Seyahat ile… Dilerseniz şimdi, bu büyük yolculukta bazı duraklarda birlikte duralım.

RUHUN MAKAMI EPİFİZ

“İlk kez bir insan beynini elime aldığımda on dokuz yaşındaydım. Beklediğimden ağırdı; gri sert ve labaratuvar gibi soğuktu. Yüzeyi, nehir yatağından alınmış, üzeri yosun kaplı bir taş gibi kaygan ve pürüzsüzdü. Elimden düşürüp fayans kaplı zeminde darmadağın oluşunu göreceğim diye ödüm kopmuştu.” Böyle anlatıyor Francis, tıp fakültesinin ikinci yılında beyinle karşılaşmasını. Francis, beyini elinde tutarken “bir zamanlar içinde var olmuş bilinci, nöronlarıyla sinapslarını harekete geçiren duyguları” düşünürken birlikte çalıştığı ve felsefe eğitimi almış arkadaşından beyinde yer alan epifiz bezini Descartes’in “ruhun makamı” olarak tanımladığını öğrenir. Francis, eğitiminin ilk yıllarında, açık beyin ameliyatlarına bir ayine hazırlanır gibi girse de bir süre sonra hasar görmüş beyinleri de yara bere ve kan revan içindeki diğer organlar gibi tedavi etmeye alışır. Kan pıhtılarının suskun bıraktığı felç geçirmiş inme kurbanları; kafatasının içinde sinsice büyüyerek insanın kişiliğini yerle bir eden saldırgan tümörler, komaya girmiş, katatonik, araba çarpmış, kurşun yemiş, anevrizması ya da kanaması olan hastalarla uğramaktan, zihin ya da ruh kuramları üzerinde düşünmeye pek fırsat bulamaz… Ta ki şefi olan bir profesörün özel bir vakanın ameliyatına davet edilene kadar… Tedaviye yanıt vermeyen, ağır epilepsiden mustarip hasta, nöbetlerden o kadar mustariptir ki onlardan kurtulmak için hayati risk taşıyan ameliyatı kabul etmişti. Francis epilepsi nöbetlerini şöyle tanımlar: Normal beyin etkinliğinin –düşünme, konuşma, hayal gücü, duygulanma- beyinde müziğin ritmi gibi akıp gittiğini düşündüğümüzde, nöbetleri patlama tarzında sağır edici parazitlere benzetebiliriz. Tedaviye yanıt vermeyen hastanın tek kurtuluş şansı, beyinde konuşma alanına oldukça yakın olan, epilepsiye sebep olan bölgenin çıkarılmasıydı. Fakat konuşma alanına oldukça yakın olduğu için en ufacık bir yanlışlıkta konuşma yetisi zarar görebilirdi. Konuşma alanını inceleyen Francis, sesi çıkaran ses telleri ve boğaz olduğu halde, konuşmayı mümkün kılanın tam bu noktadaki nöronlar arası bağlantılar, ateşlendikleri sırada oluşan örüntüler olduğunu söyler ve insan beyninin haritası çıkarılmamış cerrahi keşfe açık bir ülke olduğuna hükmeder. Neticede ameliyat başarılı geçer ve hastanın konuşma alanına zarar gelmeden nöbetlerin kaynağı olan bölge çıkartılır.


GÖZÜN EN MUTLU OLDUĞU ZAMAN KAPALI OLDUĞU ANLARDIR

“İlk kez bir hastanın göz kubbesine baktığımda karşılaştığım görüntü bana gök kubbenin ters dönmüş bir kâse gibi temsil edildiği ortaçağ çizimlerini hatırlatmıştı.” Gavin Francis gözün ve görmenin anatomisine bakışını, Antik Yunan felsefesiyle harmanlar. Antik Yunan düşüncesine göre görme, gözün içindeki ilahi ateş sayesinde mümkündü; mercek enerjiyi ışın halinde dünyaya aktaran bir tür ileticiydi. Gözü ay ve güneşle karşılaştıran pek çok metafordan yararlanılarak Yunan ozan ve filozofu Empedokles, “Yolunu alevin ışığıyla aydınlatmak için nasıl ateş yakarsa insan… Kadim zamanların Ateşi de gözbebeğinin yuvarlağında öyle saklıdır işte” diye yazmıştır. Empedokles’den iki asır sonra Platon da aynı şeyleri düşünür. Fakat Aristoteles, “Madem gözlerimiz dünyaya ışık veriyordu o halde neden karanlıkta göremiyoruz” diye bu kuramı sorgular. On üçüncü yüzyıla gelindiğinde İngiliz filozof Roger Bacon, ruhun mercekten geçerek izdüşümüyle dış dünyayı yüceltirken, dış dünyanın da kendini gözlerimize geri yansıttığını savunur. Ancak 17. Yüzyıla gelindiğinde görmeye dair klasik bakış açısı etkisini kaybeder. Işığı açıklamak ve anlamakla uğraşan gökbilimciler, yıldızları daha iyi kavrayabilmek için gözle ilgilenmişlerdir. Kepler ve Newton göze dair deneyler yapmış, teoriler geliştirmişlerdir. Fakat yirminci yüzyıla yani Einstein’ın görelilik teorilerinin ışıkla ilgili algımızı değiştirmesine kadar görmenin yapısına dair ilerleme kaydedilmemiştir.

Jorge Luis Borges,’in dünyası, doğumundan itibaren mustarip olduğu katarakt ve retina dekolmanları sonucunda yavaş yavaş kararır ve nihayetinde Borges kör olur. Fakat görme yetisini kaybetmesi, göze ve görmeye dair harikulade bir felsefe geliştirmesine engel olmaz. Borges, dünyanın küresel biçimini andırdığı için gözü, vücudun en soylu organı olarak nitelendirir. Francis, tıp fakültesinde Oftalmoloji eğitimini aldığı Hector Chawla’nın da çok farklı düşünmediğini anlatır. Chawla “Oftalmolojinin genellikle mistisizm ile günde dört kez damla damlatmanın bir karışımı olarak görüldüğünü” söyler. Ona göre “Gözün en mutlu olduğu zaman, kapalı olduğu anlardır; oysa işe yaraması için açık olması gerekir.

Borges, Arjantin Ulusal Kütüphanesi müdürlüğüne atandığı yıl, tamamen kör olmuştu. Milyonlarca kitaptan oluşan bir dünyada olduğu halde hiç birini okuyamıyordu. Fakat körlüğü Borges’i mahvetmedi, bilakis, İngiliz Dili ve Edebiyatı’nın derinliklerine dalmıştı. Francis, Borges’in aydınlığı da karanlığı da, körlüğü de görmeyi de bildiğini fakat sonsuzlukla bağlantı kurmak için görmenin dışında başka yollar bulduğunu söylüyor.

İnsan Vücuduna Seyahat, sonu olmayan bir yolculuğun başlangıcı gibi. Kitapta yüzün hayatımıza dair sakladığı sırları, vertigoyu, yaşamın nefesi akciğeri, ruhun yankısı kalbi, batın bölgemizde taşıdığımız sırları, yaşam ve ölüm arasındaki eşik olan rahimi ve daha pek çok şeyi, sanat ve edebiyat, felsefe ve teorik olarak anlamlandıran Francis, yalnızca tıp fakültesi öğrencilerini değil, vücudunun haritasını çıkarmak isteyen herkesi bu yolculuğa davet ediyor.

#Gavin Francis
#İnsan Vücuduna Seyahat
6 yıl önce