|
Fanusta yaşayanlar

Varlıklı ailelerde büyümüşler. İyi eğitim almışlar: Özel okullarda, kolejlerde, yüksek puanlı üniversitelerde okumuşlar. Yüksek lisanslarını yurtdışında yapmış, dünyayı gezmişler. En az bir yabancı dil biliyorlar. Sanatla ilgileniyor, sinemaya, konserlere gidiyor, belki bir müzik enstrümanını kullanıyorlar. Kitap okuyorlar. Dijital dünyanın içindeler. İyi giyiniyorlar. Yediklerine içtiklerine dikkat ediyorlar. Spor yapıyorlar. Bilimin “ışığını” zerrelerine kadar çekmişler. Sorgulayıcılar. Çok özgüvenliler…

Bütün bu iyi vasıflarına rağmen, ilginç bir şekilde, kolayca yönlendirilebiliyor, manipüle edilebiliyor, kandırılabiliyorlar. Kolayca ikna oluyorlar. Kendilerine bir şey söylendiğinde, sorgusuz sualsiz, tam bir teslimiyetle inanabiliyor; bir hedef gösterildiğinde mükemmel bir itaat ve adanmışlıkla oraya yürüyebiliyorlar.

Oy pusulalarında “uçan mürekkep” kullanılacağı, Kılıçdaroğlu’na basılan mührün mürekkebinin silinip sandıkların açılacağı zaman Erdoğan’ın pusuladaki bölümünde mühür belireceği söylendiğinde buna inanabiliyorlar örneğin.

Manzara ortadayken, rakamlar ortaya çıkmışken, matematik ve mantıkla savaşırcasına, “10 milyon girilmemiş oy var, kazandık” yalanına anında ikna olabiliyorlar.

“Kazandık, sandıkların başından ayrılmayın” denildiğinde ertesi akşama kadar robot misali oldukları yerde kalabiliyorlar.

Bu kadar da değil…

Örneğin sokakta gördükleri bir köpeğin başında durup hıçkıra hıçkıra ağlayacak kadar duyarlılar ama Esed’in insanlık dışı katliamından kaçıp ülkemize sığınan Suriyelilere; umudun verdiği direnç ile Kabil’den Van’a kadar yürüyerek gelebilmiş Afgan’a karşı en küçük bir sevgi kırıntısı dahi gösteremeyecek kadar acımasız, Hitler’i kıskandıracak kadar faşistler.

Bir “çocuk istismarı” haberi duyduklarında öfke patlamaları yaşarken aynı anda “inşallah senin çocuğunun başına da aynısı gelir” diyebilecek kadar vahşiler.

Kadına şiddet konusunda çok hassaslar ama sokakta gördükleri başörtülünün boğazını sıkacak kadar nefret dolular.

Özgürlükten yanalar ama kendileri ve kendilerine benzeyenlerin özgürlüğü dışında tahammülsüzler.

Özgür düşünceden, sorgulamadan yanalar ama konu Kemalizm olunca Budist rahipleri, manastır rahibelerini, tapınak şövalyelerini, Hint fakirlerini, Hasan Sabbah’ın müritlerini, hatta Fetullah’ın mankurtlarını dahi kıskandıracak kadar tutucu ve yobazlar.

Teröre, öldürmeye karşılar ama teröristle işbirliğine karşı tepkisiz; terör eylemlerini “mecbur bırakıldığımız seçenek” diye meşrulaştıracak kadar gözü dönmüşler.

Yardımlaşma, dayanışma, organize olma konusunda çok duyarlılar ama kendileri gibi düşünmediklerini gördüklerinde, depremzedelere, “müstehaksınız”, “beter olun”, “keşke siz de enkaz altında kalsaydınız” diyebilecek kadar insanlıktan, merhametten, akıl ve vicdandan yoksunlar.

Çok yenilikçiler mesela. Değişim istiyorlar. Ama Kılıçdar-oğlu’ndan, Temel Karamolla-oğlu’ndan değişim, yenilenme umacak kadar gerçeklikten kopuklar.

Bütün bu tezatlar, bu çalkantılar içinde çok da zayıflar. Sonuç bekledikleri gibi çıkmadığında, intihar edecek, intiharı telaffuz edecek, ruhen çökecek, ülkeden gitmenin yollarını arayacak kadar dayanıksızlar.

Adeta bir fanusta yaşıyorlar.

14 Mayıs akşamından bu yana, bu kitlenin akıl ve vicdan dışı tavırlarına, tutarsızlıklarına bakıp eğleniyoruz. Espriler, şakalar, komiklikler havalarda uçuşuyor. Açıkçası çoğumuz da hallerine bakıp bunlara acıyoruz.

Ama hayır. Bu manzara, toplumun geleceği için alarm veren bir manzaradır. Hatta bu manzara, mutlaka ciddiye alınması gereken bir milli güvenlik sorunudur.

Zira bu kitle azımsanmayacak bir kitledir. Sadece başında harf kodu olan gençlerden oluşan değil, orta ve orta yaş üstü nüfus içinde de artık önemli oranlara ulaşmış bir kitledir.

Daha da kötüsü, bu kitlenin hastalığı bulaşıcıdır ve gençler başta olmak üzere toplum içinde hızla yayılmaktadır.

Kendisini allame-i cihan olarak gören, evrenin ve hakikatin sırrına eriştiğini düşünen, daha doğuştan aydınlandığı vehmi içindeki bu kitle, kibir ve özgüven içinde bilgiye, öğrenmeye kapanmış bir kitledir ve bu haliyle de kötü niyetli ellerde kullanılmaya çok müsait bir kitledir.

Düşünsenize; Kılıçdaroğlu gelirse ülkenin rahatlayacağını, özgürleşeceğini, refaha erişeceğini, daha iyi yönetilebileceğini düşündüler. Akla, mantığa hatta bilime ters. Ama kulaklarına fısıldandı ve buna, o “yobaz” dedikleri kişilerin itaat, iman ve teslimiyetinden daha güçlü bir inançla bağlandılar. Bu seçimde olmadı ama gelecek seçimde, ya da sonrasında, bunlara bir buzağı, bir maymun, bir şarlatan aday olarak gösterilse çok rahat gidip oy vereceklerdir.

İşte bu boyutuyla mesele esasen bir milli güvenlik meselesidir. Toplumun önemli bir kesiminin kolayca kullanılabilir hale gelmesi ülke için tehdittir.

Bir nesil gözümüzün önünde kayboluyor. Çocuklar üzerinde artık anne-babalardan, öğretmenlerden ziyade internet etkili oluyor. Örneğin Enes Batur gibi, boş, edepsiz, kimliksiz bir figür çocuk ve gençler üzerinde hiçbir liderin, hiçbir hoca ya da şeyhin başaramayacağı kadar öğretici ve eğitici olabiliyor. En iyi eğitimi de alsalar, youtuber ve benzeri “yalancı peygamberlerin” tezgahından geçen nesiller, büyülenmiş gibi oradan oraya sevk edilebiliyorlar.

İktidarın son döneminde maalesef Milli Eğitim ve Aile Bakanlığı koltukları adeta boş kaldı. Yeni dönemde, alay ederek ya da acıyarak baktığımız bu kitlenin patolojik durumu mutlaka ciddiye alınmalıdır. Eğitim, talim ve terbiye boyutuyla ülkenin birinci meselesi olmalıdır. Bugün gülüyoruz ama önlem almazsak yarın ağlayacağımız kesindir.

#Seçim
#Seçmen
#Recep Tayyip Erdoğan
#MEB
#Eğitim
#Aydın Ünal
1 yıl önce
Fanusta yaşayanlar
“Allah, kalbi kırıklarla beraberdir”
O stada Filistin bayrağıyla çıkılsaydı
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…