|
​ Çok konuştuk, artık bir yerden başlayalım ​

İslam’ı topluma, kısaca dünyaya yeniden nasıl tanıtırız meselesini konuşuyorduk.

Bunun en önemli ön şartlarından biri dürüstlüktür.
Şu anda müslümanların en çok kaybettikleri ahlaki değerleri; emanettir, güvendir, kısaca dürüstlüktür. Bu olmadan yeniden varoluşumuz gerçekleşemez.
Batı bunu hiç olmazsa hukuki ilişkilerde kanun zoruyla sağlamıştır.
Bu yolla da olsa uzun süre yaşanan bir davranış sonunda hilkatin bir parçası, yani ahlak haline gelir.
Resulüllah’ın önce ‘emin’ olması sonra peygamber kılınması bir tesadüf olabilir mi?
Sonra o ‘mümin her hatayı yapabilir ama yalan söylemez’ buyuracaktır.
Bunu evimizden uluslararası ilişkilerimize kadar gerçekleştiremezsek yeniden var olamayız. Bu varoluşumuzun ön şartıdır. Mümin de bu demektir.
Yardımlaşma ve paylaşma konusu da İslam’ın temel değerlerindendir.
Sık sık söylüyoruz, Mekke döneminin başlarında vurgu yapılan iki meseleden biri budur.
Allah’ın birliği/tevhid ve ‘yarım hurma ile dahi olsa korunma’
. ‘Çünkü insanoğlu kendisini ihtiyaçsız/müstağni gördüğünde azgınlaşır. Servete karşı çok haristir, malı alabildiğine sever ama yetimi doyurmak aklına gelmez. Cimrilik edip kendini müstağni gören ve o gelecek güzel hayatı yalan sayan, güzel olmayan yere gidecektir. Kardeşlerinin günlük ihtiyaçları olan gereçleri, maûn’u vermeyenlerin, açların doyurulması için teşvikte bile bulunmayanların, yapsalar da gösteriş için yapanların vay haline. İnsanları hafife alıp alay edenlerin, ha bire servet biriktirip, servetlerinin kendilerini ebedi kılacağını sananların vay haline…’ Bunlar hep İslam’ın başlangıç döneminde inen ayetlerin sadece bir kısmının mealidir.
Bu konuda hepimizin taksiratımız var. Bunun için birbirimizi teşvik etmenin, birbirimize destek olmanın yollarını bulmalıyız. ‘
Yedirmeye, doyurmaya teşvik etmezler
’ anlamında birden çok ayetin bulunması sanki böyle bir anlama işaret ediyor. Yani modern kültürün bireyselciliğini yaşayan bizler tek başımıza bunda zorlanıyoruz, o halde iki, üç… dost bir araya gelip birbirimizi teşvik etmeliyiz ve bu işi ortaklaşa yapmalıyız.
Genç bir mühendis gelip, hayır adına bir şeyler yapmak istiyoruz, ama ne yapacağımızı, nereden başlayacağımızı bilemiyoruz, bize ne tavsiye edersiniz diye sordu.
Bir süre dertleştik ve böyle sizin gibi derdi olan üç beş arkadaş toplanıp önce ne yapmanız gerektiği konusunu birkaç oturumla tartışın. Bu toplantılara tecrübeli insanları da çağırın. Yapabileceklerinizin en önceliklisine karar verdikten sonra nasıl yapacağınızı tartışın.
Azla başlayın, geri adım atmayın, gevşemeyin, Allah için yaptığınız sürece O yaptıklarınıza bereket verir, gibi şeyler söyledim.
Genç mühendis ayrıldıktan sonra aklıma şu geldi ve bunu da hemen ona yazdım:
Önce tek bir meseleye odaklansanız, mesela çevrenizde hakikaten muhtaç olduğunu tahkik ettiğiniz, buna rağmen istemekten hayâ eden bir ailenin acil ihtiyaçlarını belirleyip, kendisine bir şey demeden,
adresiyle birlikte esnaftan durumu iyi olan birisine haber verseniz,
olmazsa diğerine... Böylece azdan başlayıp bunu ileriye doğru sistemleştirseniz. Şaibeden kurtulmak için de elinize hiç para almasanız, tarafları birbirleriyle doğrudan buluştursanız. Böylece onurları ve iffetleri de zedelenmese. Bu insan borca batmış biri de olabilir. Bir başlayın bakalım, ben de size destek olurum dedim. Evet, aklıma bunlar geldi. Başka şeyler de düşünülebilir. Hep lafını edeceğimize hadi sessiz sedasız başlayalım bakalım.
Bilindiği gibi bir İslam toplumunda ‘borca batanlar/ğarimîn’ toplumun garantörlüğü altındadırlar, öyle olmalıdır.
Hatta İbn Hazm, eğer zekât gelirleri her ferdin asgari insani hayat düzeyinde yaşayabilmesine (sosyal güvenliğine) yetmezse, devlet belli düzeydeki zenginlerden alır, belli düzeyin altındaki fakirlere verir, bu hukuki bir zorunluluktur diyor. İslam’da Sosyal Güvenlik tezimi çalışırken Rahmetli Turan Yazgan hocadan da yardım almıştım.
O Amerika’da yetmişli yıllarda çıkarılan ‘Menfi Gelir Dağılımı’ sistemini tamamen zekâttan alarak böyle hazırladıklarını söylemişti.
Bu bölüşme ve yardımlaşmanın akrabalık motifiyle de desteklenip sıla-ı rahim şeklinde,
yani akraba ilişkilerini canlı tutmakla başlaması daha kolay ve daha önceliklidir.
Hutbelerde her hafta ‘
Allah ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder
’ anlamındaki ayeti dinleriz ama kanıksadığımız için çoğu zaman bize bir şey anlatmaz.
Allah’ın, ben sıla-ı rahmi kendi ismimden türettim, kim akrabasıyla ilişkisini keserse ben de onunla ilişkimi keserim
buyurduğunu tekrar hatırlayalım.
#Gelir
#Allah
#Tevhid
#İslam
4 yıl önce
​ Çok konuştuk, artık bir yerden başlayalım ​
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi