|
Yakından uzağa

Adımlarımızı mümkün mertebe bizi hakikate yakınlaştıracak, yaklaştıracak biçimde atmakla mükellefiz. Ancak bunu mükellef olduğumuz için değil, buna muhtaç olduğumuz için yapmamız, bunun idraki ve şuuruyla hareket etmemiz gerekiyor. Allah Teala kullarını kendi bütünlükleri içinde tutacak şeylerle mükellef tutmuştur. O’nun kullarının yapıp edeceklerine elbette ihtiyacı yoktur, kullarının kendilerini O’nun rızasına uygun yaşamaya ihtiyacı vardır. Çünkü kullar için, bunun daha da ötesinde insan için Allah’ın gösterdiği istikamet dışında kendilerini bütün tutabilecekleri bir istikamet yoktur. Bu istikametten en ufak sapmalarda bile bütünlüklerinden bir şeyleri kaybeder, eksilir, parçalanır, nihayetinde iç ahenklerini yitirirler.

Meseleye böyle bakınca, mükellefiyet diye andığımız ve yazık ki bir tür mecburiyet/memuriyet hissiyle yerine getirmeye çalıştığımız şeylerin aslında bizim doğruluğumuz ve saadetimiz için, bizim mustakim halde sabitkadem olmaklığımız için hükme bağlandığını, bizlere birer nimet olarak bahşedildiğini görebilir, anlayabiliriz. Yine böyle bakınca, yapıp ettiklerimizin bize cennet ya da cehennemi çağırıyor olması, daha bu dünyada karşılığını bulmuş, anlamını kazanmış olur.

Yüzümüzü döndüğümüz taraf ve adımlarımızı attığımız istikametle, behemehal kendi saadetimize ya da felaketimize doğru yürümekte olduğumuzu bilirsek; mükellef tutulduklarımızın Allah’ın şefkat elinin can tenimize dokunuşları demek olduğunu da idrak edebiliriz. O vakit; Rabbimiz’in bizim için buyruğa dönüştürdüğü mükellefiyetlerin, hoyratça akan dünya deresinden selamet kıyısına geçebilmemize imkan verecek taşları suyun içine sıralaması gibi bir şey olduğunu da şüphesiz anlayabiliriz.

“Bir kuş bir dağın zirvesine kondu, uçtu. Dağ bundan ne kaybetti ve ne kazandı?” diye soruyor Hazreti Mevlânâ, ‘Fihi Ma Fih’te.

Bütünlük meselesi yeterince üstünde durduğumuz meselelerden biri değil yazık ki... İnsanı bütün kılan nedir? Bütünlüğümüzü bozan, bizleri parçalı, eksik, ahenksiz kılan şeylerin mahiyeti neyi gösterir? Hiç soruyor muyuz bu soruları kendimize?

Sancısını çektiğimiz ama adını koyamadığımız, anlamak için çok çaba da göstermediğimiz temel bir derdimiz bu oysa. İnsanlıkta neden bir türlü dikiş tutturamıyoruz? Tutturduklarını söyleyenler var ama onlar da bunu o kadar haris biçimde yapıyor ki, mezarlıkta ıslık çaldıklarını hemen anlıyorsunuz. Hepimizde bir sıkıntı olduğu aşikar... İnsanın adımlarını kendi hakikatinin zıddına doğru attığını görmek için de dikkatli bakmak bile gerekmiyor. Yanlış adresle doğru menzile varılmıyor. Kendi hakikatimizle irtibatımızı sıkılaştıramadığımız, kendimizi kendimize yakın tutamadığımız sürece o ahengi yakalayamayacak, kendimizi bütün tutamayacağız.

“Bilgi, yalnızca bizi tüm varlığımızla sarmaladığında kurtarıcıdır. Yalnızca toprağımızı sürüp bizi dönüştürdüğünde, sabanın toprağı yardığı gibi bizi yaran bir yol olduğunda... Metafiziksel bilgi kutsaldır. Kutsal olanın insandan, ‘olduğu’ her şeyi talep etmesi onun hakkıdır” diyor Frithjof Schuon, ‘Manevi Perspektifler’ kitabında.

Yakın, uzaktan geri dönmektir. Biz vehimlerimizden bir uzak icat etmiş olmasaydık, yakın diye bir şeyden de söz etmezdik. Hakikatte ikisi de vehimdir.

#Mevlânâ
#Fihi Ma Fih
#Frithjof Schuon
#Manevi Perspektifler
2 سال واپس
Yakından uzağa
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar