|
Tarihi eserlerimiz ve tahribat

Tarih ve tarihi eserler bakımından çok zengin bir coğrafyada yaşamaktayız. Ön Asya tarih boyunca barındırdığı medeniyetlerle en zengin konuma sahiptir. Buna karşın, tarih ve tarihi eserlere karşı en hoyratça tutum da coğrafyamızda sergilenmektedir.

İstanbul, Bursa, Edirne, Kütahya, Manisa, Konya, Diyarbakır, Mardin, Bitlis, Kastamonu gibi Türkiye"nin şehir ve kasabaları birçok eseri/değeri barındırmasına karşın yüz yılı aşkındır büyük tahribat sergilenmektedir. Bu sadece Türkiye"de değil, Kahire, Şam, Halep, Bağdat, Musul, Süleymaniye, Erbil, Basra gibi Ortadoğu/İslâm şehirleri için de geçerlidir. Hicaz bölgesi ise, mukaddes şehirlerimiz Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere başta olmak üzere, son elli-altmış yılda bu tahribattan en fazla nasibini almış mekanlar konumunda..

Batı Avrupa"nın yükselişi ile gelişen modernleşme olgusunun bize, medeniyetimize ve İslâm"a ait değerlere yönelik tahrip edici etkisi vazıhtır. Bunun yanısıra, İslâmî ve ictimâî müessese ve değerlerimizin zamanla kaybından oluşan, bilinçsizlik, toplumsal ve bireysel çürüme, yozlaşma ve benliğini/kimliğini kaybetme olgusu buna eklenince çok daha hızlı bir tahribat yayılmaktadır.

İstanbul"da Osmanlı döneminde önlenemeyen büyük yangınların yanısıra, tek-parti döneminde geçmişi/mirâsı inkâr politikasına ve totaliter resmi ideolojiye dayalı tahribat, tarihi eser yıkımları ve satışları hepimizin malumudur. 50"li yıllardan itibaren ise, modernleşmeci kent imar anlayışına dayalı cadde ve bulvarlar açılmasına yönelik faaliyetler de aynı şekilde İstanbul"un tarihi dokusuna büyük darbe vurmuştur. Açıkçası, Tek-Parti dönemi yıkımları, tarihi eser satımları ile Menderes dönemi istimlakleri tarihi doku anlamda şehrin adeta canına okumuştur. Şu dönemde ise, trafiği rahatlatmak gayesi ile yapılan bazı uygulamalar ve çok fazla hızlanan dikey yapılaşma, gökdelenleştirme ameliyeleri de İstanbul"un medeniyetimize ait tarihi değer ve dokusuna can çekiştirmektedir. Son dönemde, vakıflar ve İl özel idaresi tarafından peşpeşe gerçekleştirilen restorasyonlar dahi bu tahribatı önleyememektedir.

İstanbul"un yanısıra diğer birçok kent aynı akıbete maruz kalmaktadır. Bursa"da tek-parti devrinde yapılan bilinçli yıkımlar, özellikle şehrin Osmanlı"nın kuruluş dönemine ait İslam tarih eserlerini/dokusunu önemli oranda ortadan kaldırmış.. Hele o dönemlere ait tahrip edilen kitabe ve mezar taşları daha vahim bir sonucu intaç etmiştir. Bursa, İznik ,İnegöl, Bilecik ve çevresinde, Yunan işgali esnasındaki tahribatın yanısıra, tek-parti dönemi ve sonrasında süregelen yıkım ameliyeleri Osmanlı"nın kuruluş devrine ait mezar taşı ve kitabe dahil birçok kayıt ve verinin ortadan kalkmasına yol açmıştır. Bu yüzden Osmanlı"nın kuruluş dönemini çalışacak tarihçi ve araştırmacılar, 80 yıl öncesine nazaran çok çok daha az kayıt ve veriye ulaşabilmektedir..

Tek-Parti devrinde bizzat devletin kendisi totaliter, İslam karşıtı bir ideolojiye dayanarak tahribatı bilinçli bir şekilde icra ederek bu cürmü irtikap ederdi. Ancak bugün maalesef, medeniyet değerlerini büyük oranda yitirmiş, görgü, bilgi ve örf açısından erozyona uğratılmış kitleler de bilinçsizce buna ortak olmaktadır. Konya, Akşehir, Karaman, Beyşehir, Kütahya, Kayseri,Erzurum, Trabzon, Harput, Diyarbakır, Bitlis, Urfa, Antep, Hasankeyf, Besni, Cizre, Silvan, Ahlat, Adilcevâz, Hoşap, Hakkari, Sason gibi tarihi dokuları ile bilinen merkezler gittikçe bu dokularını kaybetmekte, Bursa, Konya ve Kayseri gibi şehirler çok yüksek katlı yapılaşmaya, gökdelenleşmeye, yoğun betonlaşmaya maruz bırakılmaktadır. Seksen yıl öncesine kadar bu şehirlerde ve kasabalarda mevcut olan tâ Selçuklu ve Abbasi devirlerine bile tarihlenebilen kitabeler ve mezar şahideleri hızla ortadan kaybolmaktadır. Bursa"da sözde "Mezar Taşları Müzesi" olan ve II. Murad (Muradiye) Külliyesi bahçesine rastgele toplanmış mezar taşları perişan vaziyette son derece sağlıksız bir ortama mahkum edilmişlerdir. Zaten uzun süredir, 90 yıldır Türkiye"deki müzelerin içler acısı durumu herkesin bildiği bir gerçektir. Sadece bu değil tarihi eser restorasyonlarında da farklı bir durum söz konusu değil.. Tarihi eserlerden sorumlu olan koruma kurulları çoğunlukla eserlerin korunması ve vikâyesi konusunda son derece taraflı ve ideolojik bir tutum içerisindedirler. Ülkemizin İslam öncesi, özellikle antik dönem eserlerine hassasiyet gösteren çoğu arkeolog ve mimar kökenli uzmanlar, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi, Memlüklü, Artuklu, Osmanlı vs. İslâm eserleri sözkonusu olduğunda ideolojik-taraflı bir tutumla bu eserlerin bilinçli bir şekilde tahribatına neredeyse yardımcı olmaktadırlar. Örneğin İznik"te Ayasofya camiinin restorasyonunda buraya "Ören Yeri" muamelesi sergileyen koruma kurulları İznik ve Ayasofya"ya ait Sultan II. Abdülhamid Yıldız Arşivinde bulunan fotoğraflara bile bakma bunları inceleme gereği duymamışlardır. Mimar Sinan"ın bu yapıya ait müdahale ve uygulamalarını hiçe sayarak buraya çok yakışıksız ve özensiz bir restorasyon dayatmışlardır. Oysaki bu eserlerin korunması bağlamında tümüne yönelik bir hassasiyet göstermeleri, taraflı davranmamaları görevleri icabı değil miydi?

Bu Konuda Yazmaya Devam Edeceğiz.

11 yıl önce
Tarihi eserlerimiz ve tahribat
Başbakan"ın lafını çarpıtan yazarlar
Araplar bizi arkamızdan vurdu mu?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar