|
Üniversite ve kütüphane

Edirne''den Ardahan''a kadar ülkeyi üniversiteler ile donattık. Bunun için övünmeli miyiz? Belki.

Şöyle ki her küçük taşra kenti bir üniversite istiyor. Böylece durgun akan ekonomi ırmağının coşacağını hesap ediyor. Ki doğrudur. Oraya bilmem kaç bin öğrenci gelince, bunların barınması-beslenmesi bin türlü ihtiyacı haliyle alışverişi hızlandırır.

Ama üniversiteyi kısa dönem askerlik, mesleki kurslar veya organize sanayi bölgesi ile karıştırmayalım. Bu da bir yatırımdır lakin ötekilerden çok ayrıdır.

Bir üniversitenin temel ihtiyacı (Binayı, yatakhaneyi, kantini, tuvaleti vb. bir yana koyun) hoca ile kitaptır. Hoca yetişmiş, kitap yeterli olacaktır.

Sayın Süleyman Demirel''in iktidarı sırasında, orta öğretim için böyle bir yol tutulmuştu. Ki bu tamamen siyasi maksatlara dayanıyordu. Yurdun kuş uçmaz kervan geçmez beldelerine, köylerine liseler, ortaokullar açıldı. Bir müdür, bir mühür. Ne hoca vardı, ne kitap.

Bizde bir söz vardır hani "Kervan yolda düzülür" diye. Kervan hiçbir zaman düzülemedi. Ben o yıllarda Anadolu''nun küçük bir kentinde öğretmenlik yapıyordum. Her şeyin yakın şahidiyim.

Okul açılan köy ve beldeye tayin olan öğretmen kalacak ev bulamazdı. Otel ve lokanta yoktu. İnanmayacaksınız ama fırın bile bulunmazdı. Hamam hak getire. Öğretmen burada durur mu, geldiği gibi geri dönüyordu. Bu okullar zamanla kapandı. Kimi karakol oldu, kimi ahır. Çünkü o bölgelerden büyük şehirlere hızlı bir göç vardı (Göç hâlâ sürüyor. Sivas''ın 216 köyü tamamen boşalmış). Bırakın ortaokul ve liseyi, ilkokullarda bile yeterli öğrenci yoktu. Açık tutulan mekteplerde Kaymakam, Nüfus Müdürü, Jandarma komutanı falan derse giriyordu. Böyle ilçelerden gelen ve liseye kayıt yaptıran öğrencilerin evraklarına bakıyordum. İngilizce çizgi, fizik çizgi, kimya çizgi. Yani bu dersleri çocuk hiç görmemiş, çünkü hoca yok. Ders görmeden ortaokul mezunu olmuş.

Milli Eğitim''de (Üniversiteler dahil) sürekli seviye kaybını bu geçmişte aramamız icab eder. Üniversite tahsili tamamen orta öğrenim kalitesine bağlıdır. Orta öğrenimi süresince ders kitapları dışında hiç kitap okumamış bir öğrenci üniversitede okumaz. Bir "okuma alışkanlığı" kazanamamıştır. Belki de hiç kütüphaneye gitmemiştir.

Bu durumun testini şurada yapabilirsiniz. Mesela İstanbul''da bir kütüphaneye gidin ve kitap almak için oraya gelen çocukları izleyin. Nasıl bir tedirginlik içindeler. Fiş doldurmayı dahi bilmezler ve utanarak başkalarından yardım isterler. Kütüphaneye yabancıdırlar.

Kütüphaneye yabancı bir üniversite öğrencisinden ne bekleyebilirsiniz?

O çocuğun da kabahati yoktur.

Ne okuduğu ortaokul veya lisede kütüphane vardır. Ne de var olan kütüphanede yeterli kitap vardır. İl kütüphanesi ise kış günleri çocukların kalorifer sıcaklığına sığınıp ders çalıştıkları mekânlar olmuştur.

Kütüphanelerimizin hiçbir zaman yeterli bütçesi ve elemanı olmamıştır.

Bir ara İstanbul Beyazıt Kütüphanesi''nde bile eleman eksikliği sebebi ile yeterli tasnif yapılamamış, bazı bölümler servise kapatılmıştır. İlber Ortaylı hocamız sürekli müze açalım, müze diyor. Kapanan Sultanahmet Adliye binasını da müze yapalım diye tutturdu.

Erkan Mumcu''nun Kültür Bakanlığı sırasında İstanbul Arkeoloji Müzesi''nin yarısı ziyarete kapanmıştı. Sebep: Eleman ve para yok. Erkan Mumcu bizzat ilgilenerek bu kapalı bölümleri ziyarete açtırmıştı.

Bir üniversitenin açıldığı şehirde, çok zengin bir kütüphane olmalıdır. Bunlar ayrılmaz ikilidir. Elli yıl mazisi olan Erzurum Atatürk Üniversitesi''nin kütüphanesinin nasıl oluştuğunu az-çok biliyorum (Oradan mezun oldum). Rahmetli Seyfettin Özege yıllar boyunca biriktirdiği muhteşem kütüphanesini bu üniversiteye bağışlamış; ancak bağış kitaplar bir türlü Erzurum''a taşınamamıştı. Bu işi de yine rahmetli Prof. Niyazi Akı hocam gerçekleştirdi.

İş bununla bitmiyordu.

Kitapların tasnifi ve kataloğun yapılması lazımdı (Özege hiçbir ücret talep etmemiş, sadece kataloğun yayımını istemişti. Bu kataloğ yıllar sonra yayımlanabildi). Üstelik kütüphanenin damı akıyor, kitaplar o salondan bu salona sürükleniyordu. Benden bir devre geride olan aziz kardeşim Prof. Yavuz Akpınar o yıllarda bu kütüphanede çalışıyordu. Kitapların yağmadan korunması, heba edilmemesi, tasnifi konusunda çok emeği geçmiştir.

Kısası bir müdür bir mühür yetmiyor.

Kervan yolda düzülmüyor.

Bu yüzden yaz gelince tüm taşra üniversitelerinin hocaları İstanbul kütüphanelerine ve Başbakanlık Arşivi''ne hücum ediyor.

Tabletlere fazla bel bağlamayın. Adı üstünde tablet. Ancak okuma-yazma öğretir, gerisi oyun. Kitaptan şaşmayın.

12 yıl önce
Üniversite ve kütüphane
‘1 gün savaşı’…
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...