|
Karabağ “ilerici Avrupa ile gerici Asya arasında” mı?


Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte Batı’nın zaferi üzerine yazılıp çizilenlerin haddi hesabı yoktu. Görünüşe göre Batı bilgi, teknoloji ve parayı başarılı bir şekilde buluşturmuş, muazzam bir güce ulaşmış ve tartışılmaz bir üstünlük elde etmişti. Kuşkusuz bu kapitalizmin zaferiydi. Üstelik Sovyetler, Batı’nın ötekisi olmaktan ziyade içeriden bir karşıtlığı temsil ettiği için ortaya çıkan zaferin anlamı büyüktü. Bu açıdan Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte herhangi sağlam bir gerekçeye dayanmadan “medeniyetler çatışması” gibi oldukça kapsayıcı bir kavramın öne çıkması şaşırtıcı bir gelişmeydi. Aynı dönemin diğer gelişmeleri Türk ve İslam coğrafyasının yeni ve büyük bir karmaşaya sürükleneceği anlamına geliyordu. Bu da medeniyetler çatışması tezini oldukça farklı bağlamlarda ele almak gerektiğini gösterdi. Sovyetler’in dağılmasından sonra Batı, kendi içindeki karşıtlığı bertaraf etmiş olsa da bu onlar için yeterli değildi. Batı’nın ideolojik üstünlüğünü bütün bir dünyaya yeniden kabul ettirmek gerekiyordu. 1990’larda 19. yüzyıla ait “uygarlaştırma misyonu” gibi ideolojik yaklaşımların farklı şekillerde karşımıza çıkması boşuna değildi.

ABD’nin mutlak üstünlüğü inancına dayalı yeni dönemin bitmeyeceğine inandıklarını düşünebiliriz. Ülkeler ve bölgeler teker teker onların önünde boyun eğmişti. İçeriden devşirdikleri ile ideolojik üstünlüğü muhafaza etmekte çok da zorlanmadılar. Medeniyetler çatışması tezine uygun projeleri hayata geçirirken ideolojik anlamda demokrasi ihracı gibi yeni kavramları öne çıkardılar. Nasıl olsa Doğu, despotizme yataklık eden bir yer olarak daha önceden işaretlenmişti. Bu sebeple FETÖ gibi oldukça katı hiyerarşik ilişkiler üzerine bina edilmiş örgütlerle kurulan ilişki göze batmamıştır. Batı, kendi içinde ideolojik karşıtlığı bertaraf etmişti fakat bunun Doğu’da da başarılması gerekiyordu. Batılı değerlerin Doğu’da kimin eliyle yaygınlaştırıldığının bir önemi yoktu.

1990’larda Fransa, İngiltere, Almanya ve ABD gibi ülkelerin FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerini desteklerken Ermeniler lehine taraf olması da dikkat çekicidir. Üç farklı dayanak üzerinde yükselen üç farklı örgütlenme biçiminin Batılı değerler ekseninde buluşturulması uygarlaştırma misyonunun başarısı ile açıklanabilir. Batı, demokratik değerler, ABD liberalizmi ve uygarlık gibi kavramlar farklı katmanlara işaret eder fakat aynı ölçüde farklı katmanları da içerir. Ermenistan’ın 1990’lı yıllarda işgalci bir devlet olarak Azerbaycan topraklarına girip yeni bir soykırımına imza attığı yıllarda FETÖ’nün aynı coğrafyada yükselişe geçmesi oldukça önemlidir. Bilindiği gibi ABD, I. Körfez Savaşı’ndan sonra aynı bölgede PKK’yı da açıktan desteklemiştir. Fakat katmanlar bunlardan ibaret değildir. İdeolojik üstünlüğün sanat ve fikir hayatı üzerindeki etkilerini de aynı çerçevede ele almak gerekir. Marks, Hindistanlıların acı çekmeyi bilmediğini düşündüğü için gözünü Hindistan’da ortaya çıkması muhtemel sınıfa dikmişti. Benzer bir durum günümüz için de geçerliydi. Entelektüellerin Azerbaycan’a ayıracak vakitleri yoktu.

Türkiye ve Azerbaycan bütün ideolojik bağlılıkları ve bağlamları yer ile yeksan edecek bir kararlılık sergilediğinde yeni ve çarpıcı kavramların piyasaya çıkmasına şaşırmamak gerekir. Azerbaycan toprakları işgal edildikten sonra Batı adına yeni bir statüko oluştuğu için uzunca bir süre hayatın olağan akışında şaşırtıcı bir durum yoktu. Bu yeni duruma fazlasıyla alıştıkları anlaşılıyor. Kendilerine göre uyumlu bir yapı ortaya çıkmıştı ve ortalıkta itirazdan bir eser yoktu. Bu sebeple II. Karabağ Savaşı’nı tam olarak anlayamadılar. ABD’nin inanılmaz bir hızla Afganistan’dan çekilmesini aynı bağlamda ele alabiliriz. İşgalci Ermenilerin Karabağ’dan çekilmesiyle 1915 olayları arasında ilişki kurmaları da aynı şaşkınlığın bir sonucudur. Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın bir araya gelerek mevcut ideolojik bağlılıkları ve bağlamları geçersiz kılacağına ihtimal vermedikleri anlaşılıyor. David Ignatius gibi şöhretli bir yazarın “Ali ile Nino” romanından hareketle yeniden Doğu ve Batı karşıtlığını gündeme getirmesini, bahsettiğim şaşkınlığın bir göstergesi olarak düşünebiliriz.

Yine de David Ignatius, asıl sorunun Bakû’yu çevreleyen toprakların kimin tarafından yönetilmesi gerektiğiyle alakalı olduğunu açıkça ifade ediyor. Onun yazısında geçen ilgili cümleler şu şekildedir: “Ali ve Nino” Bakû’da bir profesörün öğrencilerine çevredeki bölgenin “ilerici Avrupa’ya mı yoksa gerici Asya’ya mı ait olması gerektiğini” sormasıyla başlar.”

Ignatius’un kitaptan seçtiği cümle dahi yorum içeriyor ve müstemlekeciliğin asıl bağlamına güçlü bir telmihte bulunuyor.

#Azerbaycan
#PKK
#Avrupa
#Asya
#Politika
#Selçuk Türkyılmaz
#ABD
#FETÖ
8 ay önce
Karabağ “ilerici Avrupa ile gerici Asya arasında” mı?
Son ezan
Refah’ta İsrail var!
Yeryüzündeki cehennem
‘Mad Max’ çağına girmeden…
Gazze yanarken 2 milyarlık İslâm dünyasını arayanlara