|
Saha ve masa arasındaki zıtlık, bizi, bundan sonra da gerer mi?

Basit diplomatik manevralarla Türkiye’yi ikna ettikleri günler geride mi kaldı yoksa yine birkaç söz oyunu gücümüzün sınırlarını ortaya mı çıkardı? Saha ve masa arasındaki zıtlık üzerine biçimlenmiş zihin dünyamız açısından yeni gelişmelerin hayli karmaşık olduğunu söyleyebilirim. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine davet edilmesiyle ilgili müzakereler, yakın geçmişin peşimizi bırakmaya niyetli olmadığını da ortaya çıkardı.

Müzakereleri ABD ve Avrupa merkezli bakış açısıyla izleyenler, muhtırayı rahat nefes alabilecekleri bir sonuç olarak gördüler. Onların, bir mecaz olarak saha ve masa arasındaki zıtlıktan doğan gerilim ile ilgilerinin olmadığı öteden beri bilinmekteydi. Nitekim Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’yı teröre destek veren ülkeler kategorisine yerleştirmesiyle ilgili gelişmeleri doğal olarak kaygıyla izlediler ve sonuç ortaya çıktığında rahat nefes alabileceklerini düşündüler. Hatta “mademki Türkiye nihaî aşamada İsveç ve Finlandiya’ya evet diyecekti, o hâlde niçin bu kadar maraza çıkardı” kabilinden sözlerle sevinçlerini aşikâr ettiler. Onlara göre, güya, Türkiye çelişkili bir tutum takınmıştı; ABD ve Avrupa’ya ayıp edilmişti.

Gelişmeleri Avrupa ve ABD bakış açından görenlerin rahat bir nefes alma ihtiyacıyla Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya hakkındaki kararını yanlış yorumladıklarını söyleyecek değilim. Dikkatli bakanların hemen görebileceği gibi saha ve masa arasındaki esas gerilim bu cenah için geçerlidir. Sahada kaybettiklerini masada kazandıkları yanılgısıyla rahat bir nefes alma ihtiyacının ne kadar hayatî olduğunu göstermiş oldular. Evet, nihaî aşamada, Türkiye; İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesinin önündeki engelleri kaldırdı fakat bu ülkelerin temel düşünce ve kavramlar konusunda hiç de ahlâkî bir tutum içinde olmadıkları ortaya çıktı. Rusya korkusuyla teröre destek verdiklerini, terör karşısında yeni bir tutum takınacaklarını söylemek zorunda kaldılar. Bu da içeridekilerin dayandığı dağların yıkılması anlamına gelir. Son on yılın gelişmelerini muhakkak farklı bir gözle ele almak gerekir. Mısır’a ve Türkiye’ye aynı anda müdahalede bulundular ve Mısır’da açıkça demokrasiyi ayaklar altına alan yeni yönetimi desteklediler. İçeridekiler de Erdoğan’ı o tarihten sonra “akılcı” davranmamakla suçlayarak hakikî manada Atlantikçi olduklarını göstermiş oldular. Dolayısıyla bugün rahat bir nefes almalarında bir sakınca yok.

Atlantikçiler dışında kalan ve zihni, saha ve masa arasındaki zıtlıklara göre şekillenmiş kesimler için ise dönemin fazlasıyla karmaşık olduğunu söyleyebiliriz. Suriye’nin kuzeyinde, terör koridorunun kırılması için canla başla mücadele edildiği hâlde varılan anlaşmalarla süreç bir noktada durdurulmuş ve kalıcı çözüme ulaştığımız hissi uyanmamıştı. Bu, Dağlık Karabağ için de geçerliydi. Bir yerde durmak zorunda kalmanın saha ve masa mecazını hatırlatmasına şaşırmamak gerekir. Fakat hem Suriye ve Irak’ın kuzeyinde hem de diğer bölgelerde, Türkiye, taraf olduğu meselelerin peşini bırakmadığı için herhangi bir gerileme ya da kayıp durumundan bahsetmiyoruz. Dolayısıyla masada diplomatik manevralarla Türkiye’nin ikna edildiği dönemlerin gerilerde kaldığı ortaya çıkmış oldu. Türkiye, sahadaki gücü ile taraf olduğu meselelerde daha ileri bir noktaya gidebiliyor ve bu da zamana bağlı sorunları ön plana çıkarıyor.

On yıllık dönemde Atlantik merkezli dünyada çok büyük ve kalıcı değişimler yaşandığını görmek gerekir. İsveç ve Finlandiya’nın, Türk ve İslam coğrafyasını çözümsüzlüğe mahkûm eden terör örgütlerine karşı tavır alacağına dair söz vermesi oldukça önemlidir. Zımnî olarak terör örgütlerine destek verdiklerini kabul etmiş oldular. Buradan geriye doğru hangi hukukî sonuçlar çıkar sorusunu ilgili çevreler cevaplayacaktır fakat bu sürecin fikrî bakımdan bundan sonrasını etkileyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Atlantikçi dünyanın entelektüelleri “hangi gerekçelerle terör örgütlerine kucak açıldığı ve desteklendiği” sorularına cevap vermek durumundadırlar. Bu, İslam dünyasının gerileme sebeplerine odaklanmaktan başka bir gündemi olmayan içerideki entelektüellerin de cevaplandırması gerekli bir sorudur. Onların da taraf oldukları bir kabulleniş var ve “bu soru” ile onlar da baş etmek zorundadır.

Evet, niçin terör örgütlerine destek verdiler? Bu soruya ahlâkî bir cevap vermeleri gerekir. Fakat en azından bunun kadar, nasıl, sorusuna da cevap vermeliler. Daha, bizzat estirdikleri teröre de sıra gelecek.

#NATO
#İsveç
#Finlandiya
2 yıl önce
Saha ve masa arasındaki zıtlık, bizi, bundan sonra da gerer mi?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı