|
Toprağımız ve coğrafyamız rakı balık sofrasına meze olabilir mi?
Türk aydını oryantalist edebiyata ve geleneğe eleştirel bir yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşımı benimseyen fikir insanlarının oldukça değerli yazılarını okudukça bizde de eleştirel bakış açısının oluştuğunu söyleyebiliriz. Genel olarak oryantalistlerin eserlerindeki devamlılığı göz önünde bulundur-duğumuzda etkileri kuşaklar boyunca devam eden bir akımdan bahsedebiliriz. Bu durum Türk aydınının eleştirel tutumu için de geçerlidir. Daha önce
Edward Said’
in oryantalizm eleştirisi ile bizdeki bakış açısının örtüşmediğini belirtmiştim. Fakat Zeynep Çelik’in de belirttiği gibi
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e farklı ideolojik gelenekleri temsil ettiği düşünülen aydınlarımız, Batı’nın Türk algısının yanlışlığı üzerinde durmuş ve bunları düzeltmek için ellerinden gelen gayreti göstermiştir.
Bu eleştirel tutumda da bir devamlılık vardır.
Nazım Hikmet
ve Şevket Süreyya Aydemir gibi bir döneme damgasını vuran şair ve yazarların da dâhil olduğu gelenek içinde genel olarak Avrupalıların Şark, Şarklı, Müslüman ve Türk imgelerinin yanlışlığı üzerinde durulmuştur. Bu, bizim esasen kimlik meselesi ile uğraştığımızı gösterir. Fakat Said, Fransız ve İngiliz edebiyatının seçkin örneklerini tahlil ederken dikkatimizi kolonyalizme yöneltir. Said’in eserlerinden hareket ettiğimizde İngiltere ve Fransa açısından asıl mesele toprağın ele geçirilmesidir. Dolayısıyla Said’in Batı’nın Doğu algısının yanlışlığı veya doğruluğu gibi bir tartışma içerisine girmediğini görürüz. Kolonyalizmi müstemleke kavramı ile çevirdiğimizde toprak meselesi çok daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Sömürge kavramı toprak merkezli ilişkinin ortaya çıkmasını engeller.
Birinci Dünya Savaşı
’ndan sonra bugünkü Türkiye’nin coğrafî alanında doğrudan bir kolonizasyon sürecinin yaşanmaması iki farklı tutumun izahı açısından önemlidir. Fakat bu dönemde
Kıbrıs
’ın bir İngiliz kolonisi olduğu unutulmamalıdır.
Doğu Akdeniz
’in liman şehirlerini bir bütün olarak ele aldığımızda da bazı şehirlerin istisnaî durumu dikkat çeker. Örneğin İzmir’in Levantenleri ve Levanten kültürü üzerindeki çalışmalarda kimlik ve toprak meselelerinin birlikte ele alınması gerekir. Batı’nın Doğu algısının yanlışlığına odaklandığımızda
emperyal merkezler ile koloniler arasındaki ilişkilerin edebiyata yansıma biçimi
pek anlaşılmaz. Hâlbuki bu ilişkiler toprak ile kimlik arasında örülen yeni bir kültüre işaret etmektedir. Bu da postkolonyal eleştiri açısından önemlidir.

Yorgun Savaşçı yerli ve millî kimliği temsil eder

Nazım Hikmet ve Şevket Süreyya Aydemir adının altını özellikle çizdim. Kemal Tahir’i de zikretmeden geçemeyeceğim.
Yorgun Savaşçı’nın kimlik sorunu yaşadığını söyleyemeyiz, vatanına bağlığı konusu şüphe götürmez ve bu sebeple Millî Mücadele’ye sorgusuz sualsiz dâhil olur.
Bunu, Kemal Tahir’in Batı karşısındaki bir tavrı olarak görebiliriz. İzmir de
dâhil olmak üzere Batı Anadolu kolonizasyona tabi tutulacaktı. Filistin’de Yahudi devletini kolonizasyonun yeni bir biçimi
olarak görebiliriz. Dolayısıyla Şevket Süreyya ve Kemal Tahir’in tutumunu önemsememiz gerekir.

Toprağımız ve şehirlerimiz sarhoş sofralarına meze olamaz

Aradan yıllar geçtikten sonra CHP’li bir milletvekilinin İzmir’in Türkiye’den ayrılması yolunda sarf ettiği sözlerin anlamı üzerinde çok durulmadığını söyleyebilirim. Bu en azından partili arkadaşları için doğru bir tespittir. Doğu, Doğulu, Müslüman ve Türk kimliği hakkındaki oryantalist yargıların tartışılmasını bir tarafa bıraktığımızda toprak meselesinin müstemleke sorununa dâhil edildiğini söyleyebiliriz.
Yılmaz Özdil’
in Kıbrıs hakkındaki sözlerini de bir
sarhoş narası
olarak geçiştiremeyiz. Konunun bir kimlik sorunu olmaktan çıktığı çok açıktır. T
oprağımızın ve şehirlerimizin rakı ve balık üzerinden inşa edilen yeni bir kimliğe meze yapılması gibi bir garabet ile karşı karşıyayız.
Eski kimliğin savunusunun bir kenara bırakıldığı ve yeni bir kimliğin inşa edilmekte olunduğunu söyleyebiliriz.
Bir yazıda konunun bütün taraflarını tek tek ele almak kolay değil fakat şehirlerimizin kimliği hakkında gelişigüzel söz söylememek gerekir. Yılmaz Özdil’in aynı yazıda Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ortadoğu coğrafyasındaki kararlı tutumunu rakı balık sofrasına meze olarak sürmesi, geçiştirilecek bir
lümpen tavrı
değildir. Çünkü
PKK gibi terör örgütleri Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinden Yunanistan, Kıbrıs ve Dedeağaç üzerinden ABD ile birleşir.
Hepsinin karşısında da Türkiye vardır. İzmir’i merkez alarak düşündüğümüzde artık Batı’nın Doğu, Doğulu, Müslüman ve Türk kimliği üzerinde konuşmadığımız açıktır.

Muhafazakârları da içeren yeni bir kimlik inşası ile karşı karşıya olduğumuz açıktır.

#Edward Said
#Nazım Hikmet
#Şevket Süreyya Aydemir
#Yılmaz Özdil
2 yıl önce
Toprağımız ve coğrafyamız rakı balık sofrasına meze olabilir mi?
Merkepten Mercedes"e
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?