|
ONTO-EPİSTEMİK BİR HASTALIK: SESSİZ KALMAK! Unutma: Sessizlik ruhun ölümüdür!
Bugün sütunumu
MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu)
talebesi parlak bir kardeşime terk ediyorum: MTO Antalya yönetim ekibimizden, İslâm Düşüncesi alanında doktora yapan
Selçuk Polat
kardeşime. 

Konu, güncel ama konunun ele alınış biçim felsefî ve derinlikli.

Dikkatle ve istifade ederek okumanızı istirham ederek sizi, kardeşimizin yazısıyla baş başa bırakıyorum…

***

Haz ve çıkarın hâkim olduğu bir zeminin zamanını yaşıyoruz. Zihnimiz, aklımız çıkarın kölesi olmak üzere. Acilen bir zihniyet devrimi yapılması lazım; ta ki bu kölelik çocuklarımıza miras kalmasın.

Bu bakımdan
özgürlük ve kölelik “diyalektiği”
uzun süredir üzerinde çalışılan fakat pratikte ezberden öteye gidememiş bir meseledir.
Alman düşünür
Kant, “Pratik Aklın Eleştiri”
sinde negatif anlamda
özgürlüğü
özerklik ve serbestlikten ayırarak
“kişinin çıkarına göre belirlenmeme imkanının varlığı”
olarak tanımlıyor. Öyle ki, burada özgürlük bir varlık, varoluşun bilgisi problemi olarak karşımıza çıkıyor.

Sözümona çıkarına göre belirlenim kişinin varlığını ve ona ait deneyim ve bilgilerini de askıya almasını gerektirir. 

Görünen köy bu. 

Kılavuz ise, tamamen bizim köyde yani klâsik düşünce geleneğimizde. Yusuf Kaplan, özgürlüğü, bir imkân’dan öte, varlığın, varolmanın “öz”ü (essentia) ile bağdaştırmakta ve “özü gür olan özgür olur” aforizması ile bunu sistematize etmektedir. Bu elbette bir retorik söylem olmayıp derinliği olan bir anlamı vurgular. Keza bilinen o ki,
kişinin essentia’sı / özü eksistentia’sını / varoluşunu
belirler. 

Kısaca, kişi, öz ile yani “kendini kendi yapan şey ile” ne kadar ilişkili olursa, varoluşu  çıkar ve yarar ilişkilerinden o kadar bağımsız yani hür olur.

İşin felsefecesi böyle iken insanlar arası ilişkide ve siyasal düzeyde bu ne anlama gelir, bunu ortaya çıkarmak gerekir. 

Kişi bakımından
öz-çıkar-varoluş ilişkisi bugün “sessizlik” hastalığına
yakalanmış vaziyettedir. Bu
latent /gizli oluş problemi
, kişiyi çıkar ve yarar ilişkilerine göre bambaşka biri ya da başkası yapar. 
Bir durumda “evet” ya da “hayır” denilmesi, bir karar verilmesi, bir yere gidilmesi gereken bir durumda kişinin zihinsel arkaplanda «çıkar-yarar» mekanizması işlemeye başlamakta ve o durum netleştikten sonra kişi “
söz-süzlükte iken özsüz
” bir biçimde kendi iradesi zannettiği bir otomatik refleks ile “varolmaya”çalışmaktadır. 
Sözün kısası, zemin istediği gibi olana kadar beklemekte ve sonra “ben de varım” demektedir. “
Savaş-kavga vakti erkenden kaçıp barış-esenlik-sulh vakti
” çıkıp gelmektedir. Sıkıntı zamanı uzak durup ganimet vakti koşarak gelmektedir. Bu türden bir beşer tipoloji her toplum veya toplulukta bulunmaktadır ve kendini
çıkarın kölesi
yapmak şöyle dursun
oranın ifsadına medar
olmaktadır.

Ey özünü sözüne sadık kılmaktan âcizler, ey gür sadasını duvarlar arasında bırakanlar, ey savaş vakti muhayyer olup sulh zamanı münevver! olanlar! Ya bu gemiyi terk ediniz, ya da çıkınız gölgelerinizin gölgesinden!

Bu ülkede, bu ümmet, bu dava, bu okul, bu medrese.. vesaire… sizin şahsî işlerinizi bitirip çıkarlarınızı garantiye almanızı beklemek zorunda değildir! Erek belli, emek belki, yürek gereklidir. Çağın efekti olarak İslâm’ın geleceği olamazsın! 

Sen sessiz ve görüntüsüz özgür olamazsın! 

Sessizlik hastalığından çık ya da bu özü özürsüz olarak kabul etmediğini kabul et. Sen bir medeniyetin sözü ve göz kırpmadan çalışan özü olmak zorundasın! 
Sessizlik ruhun ölümüdür. 

Ruhsuz kalma, sessiz kalma!

#MTO
#Yusuf Kaplan
#Tarih
#Eleştiri
1 yıl önce
ONTO-EPİSTEMİK BİR HASTALIK: SESSİZ KALMAK! Unutma: Sessizlik ruhun ölümüdür!
Sıkıntılı bir maç yazısı
Bir günün içinde eriyen hikâyeler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…