|

Felaketin iyi sattığı çağdayız

Dünya yok olacak, insanlığın sonu geliyor gibi felaket senaryoları her daim dikkat çekiyor. Bu alanda yazılan kitaplar yok satıyor, filmler gişe rekoru kırıyor. Bu ilginin sebebini merak edip peşine düştük ve felaketten dehşetle bahsedenlere “Abartmıyormusunuz?” diye sorduk.

Hatice Saka
04:00 - 5/01/2020 Pazar
Güncelleme: 22:01 - 4/01/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Bütün dünya sular altında kalacak, tek bir damla su için büyük savaşlar yapılacak, herkes açlıktan kırılacak, bozulan çevre dengesi yüzünden şehirleri hayvanlar istila edecek. Bu sözler size bir yerden tanıdık geliyordur. Koca bir nesil, Hollywood’un dünyayı bekleyen felaket senaryolarını anlatan dev bütçeli yapımlarını izleyerek büyüdü. Amerika’da küresel felaket konusu sadece filmlerle sınırlı kalmadı elbette. Özellikle son yıllarda iklim sorunları, genetiği bozulan gıdalar ve insanlığı bekleyen büyük felaketleri anlatan kitaplar, en çok satanlar arasında yer almayı sürdürüyor. Türkiye’de de bu konularda çok sayıda kitap yazıldı ve yazılmaya devam ediyor. Biz de Prof. Dr. Levent Kurnaz, Prof.Dr. Tayfun Uzbay, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve Dr. Yavuz Dizdar’a ‘gerçekten dünyayı büyük felaketler bekliyor mu? Yoksa insanların sadece kafası mı karıştırılıyor? ‘ sorusunu yönelttik. Prof. Dr. Tayfun Uzbay, “Bilim adamları akademik ortamda tartışacakları konuları halkın önüne getirmemeli” derken, Prof. Dr. Levent Kurnaz, “Bize düşen göre, iklim değişikliğinin varlığını kabul eden ama sebeplerini anlamayanlara elimizden geldiğince ve dilimiz döndüğünce sorunun kaynaklarını ve çözüm yollarını anlatmak” şeklinde konuşuyor. Dr. Yavuz Dizdar ise “Gıda kaynakları tükenir mi, dünya açlığa sürüklenir mi senaryosunun bir karşılığı yok.” diyor. Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta da gıdaların silahlar kadar tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor.

  • ***

BİLİM KONGRELERİNDE TARTIŞSINLAR

‘Cehalet Bilimi’ kitabının yazarı Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. Tayfun Uzbay, genel olarak günümüz insanının kafa karışıklığına işaret ediyor. Farklı alanlarda farklı dezenformasyonlar olduğuna dikkat çeken Uzbay, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Buradaki temel sorun bilim insanlarının kongrelerde ve kendi aralarında tartışmaları gereken, henüz kesinleşmemiş konuları halkın önüne taşıması ve onların bilime olan güvenini sarsmasıdır. Bilgi yanılsaması ve onun verdiği özgüvenle, biraz da popüler olma uğruna ekstrem bir takım şeyleri söylüyorlar.” Bir sorunla ilgili zıt görüşler ortaya atan iki profesör arasından kendine iyi geleni seçmeye meyilli olanların çokluğuna vurgu yapan Uzbay, “Bizi bir çevre felaketinin beklediğini kestirmek mümkün. Çünkü nüfus hızla artıyor ve kaynaklarımız azalıyor. Asıl konuşulması gereken şey bunu nasıl önleyeceğimiz. İnsanlığı bekleyen felaketler konusunda kendi alanlarında uzmanlaşmış kişiler, bu konuları tartışacaklar ve makaleler şeklinde bilim dergilerinde yayınlayacaklar. Şu anda sokaktaki vatandaşın ise sadece daha sağlıklı nasıl yaşayabilirim konusuna odaklanması lazım” diyor.

KAFA KARIŞIKLIĞI YOK


“Son Buzul Erimeden” adlı kitabıyla adından söz ettiren iklim bilimci Prof. Dr. Levent Kurnaz ise küresel ısınma ve iklim konusunda aslında bir kafa karşıklığı olmadığına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Bugün Türkiye’nin herhangi bir yerinde, sokağa çıkıp kişilere “havalar hep böyle miydi, yoksa iklim değişiyor mu?” diye sorarsanız, ağırlıklı çoğunluk “eskiden böyle miydi? Ocak ayına geldik daha doğru dürüst kar görmedik” diyecektir. Dolayısıyla, insanlar arasında iklim değişikliğinin varlığı konusunda bir kafa karışıklığı yok. Yalnız kişilere “Peki bu değişiklikler neden oluyor?” diye soracak olursanız, neredeyse herkesten farklı bir cevap alabilirsiniz.”

İklim bilimci profesör bu cevaplarla ilgili ise şunları dile getiriyor: ‘Şu yüksek binaları diktiklerinden beri bu değişiklik başladı’ veya ‘o barajı yapmadan önce buralar iyiydi’ ya da ‘bu kadar çok tüketimle elbette iklim değişir’ gibi sürüyle sebep duyabiliriz. Bunların çoğu da günlük hayatında verdiği kararların bu değişime neden olduğunu düşünmeyen insanlar. Ama bu değişimin kendi yaptıkları şeylerden olduğunu ve geri dönebilmek için de rahatlarından vazgeçmek zorunda olduklarını anlayanlar sorumluluktan uzaklaşmak için “iklim değişikliği abartılıyor” diyorlar.” Kurnaz , konuşmasını şu sözlerle noktalıyor: “Çünkü biliyorlar ki, eğer krizin büyüklüğünü kabul ederlerse değişim sorumluluğunu da üstlenmek zorunda kalacaklar. Bir de gerçekten art niyetliler var. Bunlar gayet güzel ne olduğunu ve neden olduğunu biliyorlar ama menfaatleri bilmemezlikten gelmelerini gerektiriyor. Neyse ki bu kesim ülkemize çok küçük bir azınlığı oluşturuyor. Bize düşen, iklim değişikliğinin varlığını kabul eden ama sebeplerini anlamayanlara elimizden geldiğince ve dilimiz döndüğünce sorunun kaynaklarını ve çözüm yollarını anlatmak.”

VÜCUD KENDİNİ YENİLER


Bilimsel verilerle hastalık gıda ilişkisini anlattığı kitabı ‘Yemezler’ ve bu alandaki diğer çalışmalarıyla tanınan Onkolog Dr. Yavuz Dizdar ise gıdayla ilgili meselede, dünya açlığa sürüklenir mi senaryosunun bir karşılığı olmadığının altını çiziyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Burada kaliteli gıdadan bahsetmiyorum. Kaynak miktarından bahsediyorum. O miktar da şu an için mevcut olanakları sürdürülmesini sağlar gibi” diyor. İklimin kaymaları sonucunda bazı toprakların kullanılabilirliğinin azaldığına vurgu yapan Dizdar, “Bu kayma senaryosuna göre toplam yağış miktarı yine değişmiyor fakat yağışı tutma kapasitesi azalıyor. Elbette bu faktörler bir süre sonra tarım koşullarını ve ürün çeşitlerini etkileyecek. Aslına bakarsanız en yakın erime olayı ve göç hareketi Roma döneminde gerçekleşmiş. Günümüzde de bir iklim kaymasına ve göç dalgasına tanık oluyoruz. Bana göre orada bir senaryo yazdılar ve nüfusun yer değiştirmesini sağladılar.” diyor. Özellikle halk arasında konuşulan gıdaların genetiğiyle oynanması ve gelecek nesilleri bekleyen tehlikeler meselesinde olayların abartıldığını düşünen Dizdar, “Gıdaların içeriğinden çok, gıdanın içindeki ek maddeler nedeniyle bu olaylar yaşanabilir. İnsanlarda komplo teorisi yaratmak gibi bir yetenek var. Bu durum hoşlarına gidiyor. “Vücudumuz zehirlendi, mahvoldu, bittik, her şeyin genetiğiyle oynadılar” gibi ifadeler duyuyoruz. İşin aslı öyle değil. İnsan vücudu yavaş da olsa bir yenilenme hareketi yapar ve zaten bunu gerçekleştiremiyor olsa hayatta kalamayız” şeklinde konuşuyor.

FİZİKİ VE KİMYEVİ İŞLEMLER BOZUYOR

‘Biri Bizi Hasta Ediyor’, ‘Büyük Kolestrol Yalanları” gibi kitapların yazarı Prof. Dr. Rasim Küçükusta, gıdayı sadece beslenme bilimi penceresinden değil siyasi, ekonomik ve dini bakımlardan da ele almak gerektiğine dikkat çekiyor. Gıdaların tıpkı ilaçlar gibi stratejik ürünler ve endüstriyel silahlar olduğunu belirten Küçükusta, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Gıdaların işlenmesi ve katkı maddeleri sadece endüstrinin işine gelir. Sentetik katkı maddelerinden hiçbirinin o yiyeceğin besin değerini artırıcı etkisi yoktur. Gıdaların raf ömrünü uzatan katkı maddeleri insanların ömrünü kısaltır.” Tabiatta benzeri ve karşılığı olmayan fiziki ve kimyevi işlemlerin gıdaları bozduğunun altını çizen Küçükusta, “Obezite, diyabet, kalp krizi-felç, kanserler, astım-alerji, Alzheimer, depresyon… ve tüm diğer kronik enflamatuar hastalıklardaki artışla hazır gıdalardaki artış birbirine paralel gitmektedir” diyor.

  • 2019 yılına iklim konusu damga vurdu
  • ABD’nin New York kenti 21-23 Eylül 2019 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yapmıştı. 2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması’na göre, 21. yüzyılın ikinci yarısında net sıfır emisyona ulaşılması ve küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar 1,5 ile 2 derece arasında sınırlandırılması hedefleniyor. Bu hedefin karşılanabilmesi için 2030’a kadar karbon salınımının yüzde 45 azaltılması, 2050’ye kadar ise sıfıra indirilmesi gerekiyor. Almanya’da yayınlanan 2019 Dünya Risk Raporu’na göre ise iklim değişikliği suya erişimi doğrudan etkiliyor. Su kıtlığı yaşanan ülkelerin de olası doğal felaketlere karşı daha dayanıksız olduğuna dikkat çekiliyor.
  • Bursa Adana’ya, Adana Lefkoşe’ye benzeyecek
  • İsviçre’nin Zürih kentindeki ETH Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada iklim değişikliğinin 2050 yılına kadar dünyanın başlıca 520 kentini nasıl etkileyeceği incelendi. Araştırmaya göre ortalama hava sıcaklıkları açısından, “İstanbul Roma’ya, İzmir Adana’ya, Ankara ise Taşkent’e benzeyebilir”. Crowther Laboratuarı’nda yapılan, küresel sıcaklıklardaki 2 derecelik artışın dünyadaki kentleri nasıl etkileyeceğine yönelik araştırmaya bakılırsa 30 yıl içinde Bursa’nın havası Adana’ya, Gaziantep’inki Erbil’e, Adana’nınki ise Lefkoşa’ya benzeyecek. Londra’nın bugünkü Barcelona kadar sıcak olabileceği, Rio de Janeiro’da havanın Havana gibi hissedilebileceği, Moskova’daki havanın ise Sofya’yla kıyaslanabileceği belirtiliyor. Araştırmaya göre, sıcaklıklardaki en hissedilir değişiklikleri kuzey ülkeleri yaşayacak.Avrupa çapında, yaz mevsimi şimdikinden ortalama 3,5 derece, kışlar ise yine şimdikinden 4,7 derece daha sıcak olacak.


#İklim
#Değişim
#Dünya
#Savaş
#Bilim
4 yıl önce