|

Necip Tosun "Gidilmemiş Yerlerin Türküsü" kitabıyla okuyucularının karşısına çıktı: Müziğe saygı için yazdım

Necip Tosun, Ketebe Yayınları’ndan çıkan Gidilmemiş Yerlerin Türküsü kitabında “müzik” ortak vurgusuyla birbirine bağlanan öyküleriyle okuyucularının karşısına çıktı. İçindeki her öyküde bir türkü tınısı işitilen kitapla ilgili Tosun’la bir söyleşi gerçekleştirdik. “Bu kitaba biraz da bir tür müziğe sevgi, saygı sunma olarak bakılabilir” diyen Tosun, edebiyatçının yazdığı satırlarda müziğin gerçekten duyulmasını istediğini belirtti.

Sevda Dursun
00:00 - 25/11/2021 Perşembe
Güncelleme: 23:29 - 24/11/2021 Çarşamba
Yeni Şafak
Necip Tosun
Necip Tosun
Öyküyle türkünün iç içe geçmesinin hikâyesinden bahseder misiniz? Neydi o gidilmemiş yerlerin türküsü?

Evet, kahramanların tümü bulundukları ortamdan, hayatlarından memnun değil, yenilmiş, kırık insanlar. Müzikle, türkülerle hayata tutunmaya çalışıyorlar. Ve özlemle arayışlara giriyorlar, iyi bir türkü, iyi bir melodi nerede bulunurun peşindeler, onlara mutluluk, huzur getirecek yerlerin arayışı içindeler. Gidilmemiş yerlerde huzur var mı, mutluluk var mı?

Bu kitaba biraz da bir tür müziğe sevgi, saygı sunma olarak bakılabilir. Müziğin kendisi pek çok edebiyatçı için bir ilham ve etki kaynağı olmuştur. Çünkü müzik doğrudan ruha ve kalbe seslenir. Edebiyatçı da yazdığı satırlarda müziğin gerçekten de duyulmasını ister. Tematik bir bütünlük gözettiğim öykülerde müziğin bütünlüğünü sağlayan bir laitmotif olmasını arzuladım. Müziksever karakterler, sanatçılar müziğin gücüne, etkisine sığınıyorlar. Kitap müzik üzerine değil ama arka planda çalan bir beste olmasını arzuladım. Müzik dünyanın ses kaosundan bir düzen oluşturur, bir güzellik yaratır diye düşünüyorum.


Bunca yıl sonra akbaba ve çocuğu fotoğraflayan kişinin öyküsünü yazmak nereden aklınıza geldi peki?

Yazacağım konuları, temaları, duyguları not alırım. Zihnimde uzun süre gezdiririm. Bir gün ortaya çıkacaklarını bilirim. Aylarca zihnimde gezdirdiklerim olur. Hiç beklemediğim bir anda yazmam için ortam oluşur ve kendini dayatır. Aylarca üzerinde çalıştığım ama yine istediğim gibi olmayan öykülerim vardır; yarım, eksik, tamamlanmamış. Benim de “acaba bunu ben mi yazdım?” dediğim anlar olur. Keşke hep böyle olsa. Akbaba ve çocuğun fotoğrafı bu demlenme sonucu ortaya çıktı.

ANKARA’NIN IŞILTISINA KAPILAN YAZARLAR

Kitapta Ankara’ya gönderme yaptığınız öyküler var madem, biz de buradan soralım; bürokrasiye kurban ettiğimiz yazarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yazmak, çileli, zor, neredeyse karşılıksız bir hayata talip olmak demek. Çünkü edebiyat insandan bir hayat talep eder. Siz ona koşulsuz teslim olmadan o gizlerini, güzelliklerini açmaz. Edebiyat asla flörtü kabul etmez, apaçık bir evlilik ister. Bu bağlamda okuma/yazma ile hayat arasında çelişik bir durum var. Bir başka deyişle okuma/yazma ile hayat arasında bir seçim yapmak şart: Ya gündelik hayatın sıradan ilişkileri ya da “örnek bir çilekeş hayatı”. Yazıyı seçmeden, bu alanda ısrarlı olmadan kalıcı olmak zordur. Bu anlamda Ankara bürokrasinin ışıltısına kapılıp, makam hırsıyla edebiyatı terk eden nitelikli yazarlarla dolu. Onlara üzülmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

YAŞANMIŞLIKLARA DENK DÜŞÜYOR

Hikâyelerinizi ‘ora’ya gidip mi yazarsınız, yoksa hayal edip mi? Büyük Ada’da geçen bir hikâye vardı mesela, nasıl bu kadar gerçekçi?

Öykülerimin büyük çoğunluğunun yaşanmışlıklara denk düştüğünü söyleyebilirim. Ancak sadece yaşadıklarım değil, duyduklarım, öğrendiklerim ve kurduklarım da var tabii. Bu toplamdan oluşur benim öykülerim. Bazen küçücük bir etkilenme bir dünya kurmama yol açabilir.

Büyükada benim çok sevdiğim yerlerden biri. Kızım Büyükada’da uzun süre doktorluk yaptı. Bu bana bir kapının açılmasıydı. Daha sonra mesleğim itibariyle İstanbul’a her denetime geldiğimde, yılda en az üç ay Büyükada’da kalıyorum. Orası benim ikinci evim gibi. Kalmam dışında Büyükada’yla ilgili yüze yakın kitap okudum.

Kızımın adı Öykü

  • Neden öykücülüğü bu kadar irdeliyor, inceleme kitapları yazıyorsunuz? Öykü sizin için ne ifade ediyor?
  • Öykü ne yazık ki edebiyat dünyasında üzerinde en az konuşulan yazınsal türlerden biri. Şiir olsun, roman olsun, sanatın, edebiyatın diğer türleri, alanları olsun, pek çok kuramsal, poetik çalışmaya muhatap olmuşken, öykü için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hele ülkemizde bu alan bomboş. Bu yazıların ilk amacı işte bu “eksiklik” duygusu oldu. Ben yazı hayatına öyküyle başladım ve hep öykü yazmayı kurguladım. Edebî serüvenimde öykü dışında hiçbir türde yazmayı düşünmedim. Önce el yordamıyla sonra üzerinde kafa yorarak, emek vererek, türler içinde kendimi ifade edebileceğim en donanımlı imkân olarak belirledim. Günümüzde öykünün diğer edebî türlere nazaran pek çok avantajları olduğunu düşünüyorum. Son olarak kızımın adının bile Öykü olduğunu söylersem öyküye olan tutkum daha iyi anlaşılır sanırım.

Kadın yazarlar tüm sorunlara el attı

  • Hikâye yazımında kadın ve erkek farkını inceleme şansınız oldu mu?
  • Son dönemde kadınlar arasında öykü türüne büyük bir yönelim olduğunu görüyoruz. Yıllardır sadece erkek gözüyle anlatılan kadın dünyası ve bir bütün olarak dünya bizzat onların kendi bakış açılarından hikâyeleştirilmeye başlandı. Kadın yazarlar ilk dönem öykülerinde, mevcut sosyal düzende kendine yer bulamayan, dışlanan kadınların yalnızlığını ve açmazlarını anlattı. Günümüzde kadın yazarlar ülkemizin tüm sorunlarına el attı ve söz aldılar. Giderek kadın-erkek duyarlığı belirsizleşti.

#Necip Tosun
#Ketebe Yayınları
#Ankara
#Büyük Ada
2 yıl önce