Topçu nesillere iz bırakan bir öğretmendi

Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut
04:0016/07/2025, Çarşamba
G: 16/07/2025, Çarşamba
Yeni Şafak
Nurettin Topçu
Nurettin Topçu

Ahlâk, maneviyat ve hakikati merkeze alan fikirleriyle Türk düşünce hayatına iz bırakan merhum Nurettin Topçu, vefatının 50. yılında öğrencileri ve dostlarının hafızasındaki izlerle yeniden anılıyor. Öğrencilerinden Muzaffer Civelek, hocasını “O bütün hakiki büyük hocaların, öğrenciye kendilerini propaganda etmeyen, fikirlerini dayatmayan neslinden geliyordu” diye tanımlarken Ezel Erverdi ise Topçu’nun ümitle gönül ve emek verdiği öğrencileri, nesilleri olduğunun altını çiziyor.

Cumhuriyet dönemi Türk düşünce hayatının en özgün ve etkili isimlerinden Nurettin Topçu, hakikâti önceleyen tavizsiz duruşuyla vefatından 50 yıl sonra dahi düşünce ve ruh dünyamızın mimarlarından biri olarak anılmaya devam ediyor. Sınıfta olduğu kadar sokakta ve sohbetlerinde de “mürebbi” kimliğini üzerinde taşıyan Topçu, hayatı boyunca kimseden iltifat beklemeden, dirençli bir fikir adamı olarak yaşadı. Gösterişten uzak, zarif ve edepli tavırlarıyla öğrencilerinin ve dostlarının zihninde “kalpten kalbe yol bulan” bir öğretici olarak yer etti. Düşünce dünyasını ahlâk, maneviyat ve hakikât arayışı üzerine kurmuş, nevi şahsına münhasır bir kişi olarak Topçu, muhafazakâr bir ailede dünyaya geldi. Ancak çocukluğunda ve ilk gençliğinde onu yetiştiren bir kişi veya çevre yok gibidir. Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarına kadar oldukça zengin olan babası, savaşın sonlarına doğru iflas eder. Zaten ilk eşinden olan iki evladını Balkan Harbi’nde şehit veren Ahmet Efendi, bu iflasın ardından rahatsızlanır. Kısa bir zaman sonra da vefat eder. Ailenin geçimi kendisinden yalnızca üç yaş büyük ağabeyi Hayrettin üstlenir. İlk ve orta öğrenimini Osmanlı döneminde, liseyi Cumhuriyet devrinde tamamlar. İlkokuldan vefatına kadar arkadaşlıkları devam eden Sırrı Tüzeer, dostunun o yıllardaki halini, “Nurettin çok içine kapanık, o yaşlardan itibaren az gülen, ciddi tavırlı bir idi. Çok kitap okurdu” sözleriyle anlatır. Büyük Reşid Paşa Numune Mektebi’ni bitirir. Orta öğrenimine Vefa İdâdîsi’nde başlar ancak İstanbul İdâdîsi’nde bugünkü adıyla İstanbul Erkek Lisesi’ne nakil olur. Burada felsefeye meyleder. 1928’de mezun olur. Aynı yıl, devletin başarılı on öğrenciyi yüksek tahsil için burslu olarak Avrupa’ya göndereceğini duyar. Müracaat ederek açılan imtihanı kazanır ve felsefe tahsili yapmak üzere Fransa’ya gider. Hareket felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’i bu sırada, muhtemelen felsefe hocası ve Blondel’in talebesi Jacques Paliard vasıtasıyla tanımıştır. Bir müddet Aix-Marseille Üniversitesi’nin Aix-en-Provence’daki şubesine devam eder. İki yıl sonra Strasburg Üniversitesi’ne geçerek felsefe öğrenimi görür. Kendisinden önce Paris’e gelen Remzi Oğuz Arık, Louis Massignon, Girit asıllı Türk Paul Molla ve A. Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip’le tanışır. Strasburg’da ahlâk felsefesiyle ilgili hazırladığı tezini Sorbonne’a giderek savunarak üstün başarı kazanır. Savunmayı izleyenler arasında Halide Edip de vardır. Avrupa’ya tahsile giderek ahlâk üzerinde çalışan ve Sorbonne’da felsefe doktorası veren bu ilk Türk öğrencinin başarısı karşısında gözyaşlarını tutamayarak ağlar. Topçu, tezini bitirdikten sonra Fransa’da kalması yönündeki teklifleri kabul etmez ve 1934 yazında ülkesine döner.


KIRK YILLIK MESLEK

Topçu’nun 1934 yılı Eylül ayında Galatasaray Lisesi’nde başlayan öğretmenlik hayatı, emekli olduğu 20 Kasım 1974’e kadar aralıksız devam eder. Galatasaray Lisesi’nin ‘çocuklarına torpil isteyen velileri’ sebebiyle İzmir Erkek Lisesi’ne gönderilir. Şubat 1939’da ilk sayılarından itibaren din, milliyetçilik, sosyal nizam ve inkılâp gibi kavramlara resmî görüşün dışında yeni anlamlar yüklemesi bakımından önem taşıyan Hareket Mecmuası’nı yayınlar. İstanbul’da basılmakla beraber derginin idare merkezi İzmir’dir. Burada geçirdiği üç yılda ses getiren yazılara imza atmasıyla İstanbul’a geri sürgün edilir. Yaklaşık dört yıl ortaokulu okuduğu Vefa Lisesi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra -sicil dosyasında bu tayinle ilgili bir gerekçe ve karar olmamasına rağmen- Denizli İsmet İnönü Lisesi’ne görevlendirilir. 11 aylık Denizli faslından sonra lise yıllarını geçirdiği İstanbul Erkek Lisesi’ne döner. Bu tayinden sonra 1955-1956 yıllarında bir sene çalıştığı Haydarpaşa Lisesi hariç uzun yıllar aynı okullarda görev yapar. Vefa Lisesi’nde 9 yıl, İstanbul Erkek Lisesi’nde tam 18 yıl çalışarak emekli olur. Emekliye ayrıldığında manevi rehberi Aziz Efendi’nin (Abdülaziz Bekkine) ona vasiyet ettiği, “Her yıl on tane İslam’a faydalı, dini bütün ferd yetiştireceksin” görevini misliyle yerine getirmiştir. Vefatından bir hafta kadar önce, hasta odasında yanında refakatçi kalan Emin Işık’a meslek hayatını “Kırk sene öğretmenlik yaptım, mabede nasıl girdimse sınıfa da öyle girdim” sözüyle özetler.

Bu ay Yeni Şafak Kitap olarak vefatının 50. yılında bir akıl ve kalp adamı olarak görülen, eğitimi ve insan yetiştirmeyi mektep duvarlarıyla sınırlı tutmayan merhum Nurettin Topçu’yu öğrencileri ve yakınlarının gözünden görmek ve göstermek istedik.


ÜMİTLE EMEK VE GÖNÜL VERDİĞİ ÖĞRENCİLERİ VAR

Merhum Topçu’nun son 15 yılına yakinen şahitlik eden bir isim öğrencisi Ezel Erverdi. Topçu’nun mirasını henüz hayatta iken yaşatmaya ve yeşertmeye çalışmış, bu çabası bugün halen devam ediyor. Genç kuşak, Topçu’yu ve fikirlerini vefatından 50 yıl sonra bu çaba sayesinde keşfediyor. Topçu’nun günlük yaşamına ve şahsiyetine dair pek çok anektodu bize Erverdi sunuyor: “Nurettin Topçu zaruretleri kabul etmez, onları meşrulaştırmaz, toplumun zorlamalarına karşı gelirdi. Genel kabullerin dışında, kalabalıklar içinde (muhafazakâr muhitler dahil) yalnız bir insandı. İnsana kolay yaklaşmaz, mesafeli davranırdı. Kendine göre süzgeçleri, testleri vardı. Kişiyi kavrayıp yaklaşınca da mesafeleri kaldırırdı. Belli etmemeye çalışmasına rağmen kırılgandı. Kibri yoktu gururu vardı. Titizdi, şüpheciydi. ‘Edepli’ bir kişiliğe sahipti. Bizlerle oturduğunda da ayak ayak üstüne attığını hiç görmedim. Masa yoksa, yazı yazacağı zaman, ayak ayak üstüne atar, kâğıtları üstüne koyacağı bir desteği alarak yazı yazardı. Kullandığı kâğıtlı yazılı metinleri sobasında yakmaz, vapura bindiğinde Boğaz’ın veya Marmara’nın sularına bırakırdı. Rahmetli dedikoduyu hiç sevmezdi. Yapılması gerekenleri söyler, zorlamazdı. İbadetlerimize karışmazdı. Allah’tan başkasına kulluk etmemeyi, ‘Hak bildiğin yolda yalnız gideceksin’ sözünü şiar edinmişti. Etrafında insan tutmaya özel çaba göstermez, toplanmışsa da sevinir, memnun olurdu. Hayatının her döneminde maskesiz yaşadı. Ailesine, bilhassa annesi Fatma Hanım’a bağlıydı. Yardımlarını göstermeden yapardı. Tutumlu idi. Eski evlerin insanları gibi dolabında iki takım elbise vardı (günlük ve gerilik). Eski ceketlerini evde pijama üstü ve ‘robdöşambr’ yerine kullanırdı. Dünya nimetlerine düşkün değildi. Tek lüksü ekmek, et, yoğurt ve meyvelerin iyisini seçmekti.” On beş yıl pek çok konuyu konuştuğu tartıştığı hocasıyla 1962 ders döneminden emekli olana kadar (çok yağışlı günler hariç) dersi olduğu günlerin öğlesinde İstanbul Erkek Lisesi’ne uğrayıp, eve veya çarşıya nereye gidilecekse beraber gittiklerini anlatan Erverdi, “Nurettin Bey’le beraber dolaşır, doğruca eve gidecekse sokak başına kadar yol boyunca Dernek, sonra Hareket’in konularını konuşur veya günlük hadiseleri yorumlardık. Hoca ile yaptığım bu yürüyüşlerde hep bir şeyler öğrendim. Paltosunu tutturmadığı gibi cebinde her zaman taşıdığı fileye doldurduğu nevaleyi de taşımamı katiyen istemezdi” diyor. Çocuğu olmayan hocasının ümitle gönül ve emek verdiği öğrencileri ve nesilleri olduğunun altını çizen Erverdi, “Cumhuriyet’in her döneminde, hak ve doğru bildiği yolda nesiller yetiştirdi. O resmî görüşlerin, büyük kalabalıkların bilinen ismi olmaktan uzak çalıştı ve son nefesine kadar öyle kaldı. Ömrünü, her an ‘Büyük Mahkeme’nin huzurundaymış gibi hesap vermeye hazır, hiçbir idarî otoritenin tesirinde kalmadan millet meseleleriyle geçirdi” ifadelerini kullanıyor.


İTAAT VE İSYANIN VAKTİNİ İŞARET ETTİ

“Nurettin Topçu Hocam’ı ilk defa 1959 yılında İstanbul Erkek Lisesi’nin Boğaz’a bakan bir sınıfında gördüm. Ben lisenin ikinci sınıfındaydım ve dersimiz Mantık’tı. İlk derste zaman zaman yüzünü denize çevirerek eski Yunan’dan küçük anekdotlar anlattı. Zannedersem dersin soğukluğunu biraz gidermek, onu bize sevdirmek istiyordu. Hafif başını kaldırarak sınıfa girer, yoklama yapar ve dersini anlatmaya başlardı” diye anlatıyor Topçu’nun İstanbul Erkek Lisesi’nden bir diğer öğrencisi Muzaffer Civelek. Lise üçüncü sınıfta felsefe ve sosyoloji derslerine yine Topçu’nun geldiğini söylüyor. Üstelik yine lise ikinci sınıfta okutulan psikoloji kitabının da Topçu’ya ait olduğunu ifade ediyor. “Birçok eserin sahibi olduğundan haberimiz yoktu. Şahsiyeti hakkında bilgi sahibi de değildik ve o bize kendisinden hiç bahsetmedi” diyen Civelek, hocasının bu tutumunu şöyle açıklıyor: “Zaten onu hiçbir zaman arkasında kalabalıklar toplanmasından hoşlanan bir fikir adamı hüviyetiyle görmedik. O bütün hakiki büyük hocaların, öğrenciye kendilerini propaganda etmeyen, fikirlerini dayatmayan neslinden geliyordu.” Bu nedenle lisede öğrencisi olduğu yıllarda Topçu’nun diğer hocalardan farklı bir misyonu olduğunu hissetmediğini de sözlerine ekleyen Civelek, “Sonraki yıllarda, öğrencilerini çekip çevirmek gibi bir metoda hiçbir zaman tevessül etmediğini, bundan çok şuurlu bir şekilde kaçındığını öğrendim. O bir fikir ve kalp adamıydı, söylemek ve yazmak onun işiydi. İdrak etmek, talep edip almak başkalarının işi. Böylece sadece aklın ve kalbin yollarını açıyordu, kimseyi orada yürümesi için çekiştirmiyordu” açıklamasını yapıyor. Hocasının en çok zamanın ruhunu ve kendilerini eleştirdiğine de dikkat çeken Civelek, “Bir muallim, bir mütefekkir olarak değerlerimizi ve köklerimizi hatırlattı, itaat ve isyanın vaktini işaret etti. Milli vucudumuzun içindeki İslami ve insani değerleri özümsenmesine, canlı bir uzviyet hâlinde ayağa kalkmasına çok emek verdi. Değerleri yerlerde sürünen kapitalizme boyun eğmiş Batı medeniyeti karşısında yeni bir medeniyet ülküsünün tohumlarını attı ve ülkesinin öncü bir role sahip olmasını çok istedi; sanki bütün eserlerini bunun zeminine bir aydınlık bırakmak için kaleme almıştı” diyor ve vefatının son günlerinde yaşanan ve Kırk Yıl Sonra Dün Gibi kitabında anlattığı bir olayı paylaşıyor: “Hastanede, ölümünden birkaç gün önce ‘dışarıda hava nasıl’ diye sormuştu. Kendisine ‘sıcak ve bunaltıcı’ cevabı verildiğinde şöyle demişti: ‘Her günü bayram gibi geçiriniz.’ Ölüm döşeğinde bile ders ve hocalık devam ediyordu. Sağlıklı olmak tek başına bayram yapmaya değmez miydi?”


ONUN MANEVİ BİR MÜREBBİ OLDUĞU KANAATİNDEYİM

“Nurettin Topçu’yu hayatımın çok mühim bir yerine koydum. Beni inşa eden insanlar arasında çok mühim bir yerdedir. Fiilen inşa etmiştir” diyen Sadettin Ökten, kendisini ‘Nurettin Topçu’nun İstanbul Sultanisi’nden Arabi muallimi olan Celal Hoca’nın en küçük çocuğu’ olarak tanıtıyor. Nurettin Topu’yu ise bir “hoca” değil ancak bir “mürebbi” olarak tanımlayan ve anlatan Ökten, “Hoca dediğiniz zaman bir ders anlatıyor, bir konuyu öğretiyor size. Nurettin Bey de tabii ki bir konuyu anlatarak öğreten bir öğretmen ama esas itibariyle size insanlığı öğreten bir şahsiyet. Bunu yaparken de bir şey söyleyerek yapmıyor. Sadece hareketleri ve sukutu ile yapıyor. Size ‘Ben sana bir şey öğreteceğim’ demiyor. Ama hareketinden sukutundan eylemlerinden zarafetinden ciddiyetinden vakarından ve tabii ki manevi derinliğinden bunu hissediyorsunuz. Âdeta kalpten kalbe yol var gibi çalışıyor Nurettin Bey’deki bu mürebbilik vasfı” diye anlatıyor. İlk öğrencilerinden Merhum Orhan Okay ve tabii ki Hareket Dergisi ve Dergâh civarından insanlarla birlikte kendisini ziyaret ettiklerini aktaran Ökten, “Daha evvel Milliyetçiler Derneği’nden Ezel Bey ile Abidin Işık, Muzaffer Civelek Hoca, onlar da yanındaydı. Onları da yakından tanıyorum. Daha sonra İsmail Bey, Mustafa Kutlu, Mustafa Kara ve Allah rahmet eylesin Emin Işık… Hatırladığım insanlar onlar. Onlarla dostluğumuz halen devam ediyor” diyor. Topçu’nun özellikle bu modernizm çağında, pozitivist çağda insanların maddelere düştüğü maddi menfaat için birbirlerini kırdığı, hırpaladığı hatta yok ettiği bu çağda maneviyatın, manevi zevkin, merhametin, şefkatin, hilmiyetin önemini onlara yaşayarak öğreten bir kimse olduğunun altını çizen Ökten, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Hayatında buna örnek olan kimseydi. Çok soğuk, çok sert, çok kaba bir iklimde kıran kırana bir nefsani mücadelenin devam ettiği bir iklimde bu iklimin dışına çıkarak değil, bu iklimin içinde kalarak insanlara kalpten kalbe yol vardır hakikatini tayim eden, kendi hareketiyle, ciddiyetiyle, fedakarlıklarıyla anlatan bir mürebbi idi. Tabi ki hocalık vasıfları da vardı. Ama ben onun bir manevi mürşit bir mürebbi olduğu kanaatindeyim.”


MUNİS BİR SES MÜTEBESSİM CİDDİ BİR ÇEHRE

1966 yılında İstanbul İmam Hatip Okulu’nun orta üçüncü sınıfında öğrenciyken hocası Emin Işık’ın yol göstermesiyle Topçu ile tanışan Mustafa Kara, “Bu tanışma, Sultanahmet Camii’in hemen yanında ahşap bir yapının ikinci katında bulunan küçük bir odaya ulaşmamla başladı. Hareket dergisinin ilk sayılarıyla bu odada tanıştım fakat bu mekânda Topçu Hoca ile karşılaştığımı hatırlamıyorum. Topçu Hoca’nın cemalini ilk defa görmek Sultanahmet'te Ersoy Han’daki mütevazi odada nasip oldu” diyor. Hoca’yı ilk kez aralık ayının son günlerinde, elinde küçük ciltli bir kitap, hayran olduğu Mehmet Akif Ersoy hakkında konuşurken gördüğünü anlatıyor: “Munis bir ses, mütebessim-ciddi bir çehre, bazen başka yerlere bakan durgun, umutlu gözler. Elinde ciltli küçük bir kitap vardı. Sohbet esnasında onu açıp bazı şiirler okuyunca anladım ki bu kitap Safahat idi ve eski harflerle basılan -benim ilk defa gördüğüm- bir nüsha idi. Okuduğu beyitlerden biri şu idi: Müslümanlık denilen rûhi ilâhi arasak/Müslümanım diyen insan yığınından ne uzak.” O günden sonra cumartesi öğleden sonraları bu mekâna gelip gittiklerini anlatan Kara, zaman zaman Hoca’nın dergi için yazdığı eski harfli yazılarını yeni harflere aktarma işinde oradaki ağabeylere yardımcı olduğunu hatırlıyor. O yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısında yer alan Yakup Ağa Camii fahri hatibi Emin Işık, cuma günleri bu camide beş on dakika vaaz eder, Topçu da cuma namazını bu camide eda edermiş. Bu cuma namazlarının Hoca’yla bir araya gelmek için bir fırsat olduğundan bahseden Kara, “Öğle vakti okuldan çıkıyor yaya olarak bu camiye geliyordum. Topçu’yu gözlüyordum. Geliyor sessizce müezzinlik katına çıkıyor ve en arkada oturuyordu. Benim de gidip oturacağım yer belli olmuştu. Onunla aynı safta, bazen -çaktırmadan- yanyana namaz kılıyordum. Cuma çıkışı caminin küçücük avlusunda ‘Ayak Divanı’ kuruluyordu. Özellikle derginin işleri ile ilgili Hoca’ya gerekli bilgileri sunuyordu ağabeyler. Hoca’nın değerlendirmelerini dinliyorlardı. Bendeniz sadece dinlemede” diye anlatıyor. “Yanılmıyorsam hocamı son defa 1974 yılında Cağaloğlu yokuşunda Dergâh Kitapçılık adıyla hizmete giren dükkânın açılışını teşrif ettiğinde gördüm. Onun son görüşme olacağını nereden bilebilirdim… Zatıyla ilgili ilk yazımı ise vefat ettiğinde yazdım ve Hareket’in ilk çıkan özel sayısında yayınlandı: Nurettin Topçu’nun İdealindeki Din Adamı. Vefatının 10., 20., 30.,40., yıllarında yazılar yazdım. Toplantılarda konuşmalar yaptım. Bunların bir kısmı Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm isimli eserimde bir araya getirildi. Son elli yılda çok farklı kurumlar ve kişiler onu anmak için toplantılar tertiplediler, eserler neşrettiler. Vefatının 40. Yılında İstanbul Erkek Lisesi’nin tertiplediği bir programda onu o tarihî mekânda kardeşim İsmail Kara ile birlikte yâdettik” diye anlatan Kara, son olarak Hoca’nın vefatının ellinci yılında (Mart 2025) Bir Ahlâk Kahramanı Nurettin Topçu isimli eserini yayımladı.


RUH DÜNYAMIZIN MİMAR VE REHBERLERİNDEN BİR

Hayatının en güzel ve her fırsatta hasretle yâd ettiği demlerinin Nurettin Topçu’nun sohbetleri olduğunu söyleyen Ali Birinci, Ankara’daki öğrencilik yıllarında bu sohbetlere katılmak için cuma günü geç saatlerde otobüse biner sabah İstanbul’da iner önce öğleye kadar Sahaflar Çarşısı’nda vakit geçirir ardından Ersoy Han’daki küçük dergi idarehanesinde Hoca’nın gelişini beklermiş. “1 Ocak 1966 tarihinden itibaren Ezel Erverdi tarafındna büyük bir fedakarlık ile neşrine başlanan Hareket mecmuası bir bakıma Nurettin Hoca’nın sohbetlerinin vesilesi olmuştu ve bu sayede kendisini seven küçük bir genç zümre kendisini dinlemek imkânını bulmuştu” diye anlatan Birinci, bu zümrenin en kıdemli gençleri arasında Emin Işık, Hatemi Kardeşler ve Ercüment Konukman’ın isimlerini sıralıyor. 1967 yılında tanıştığı Hoca’nın evine de misafir olan Birinci, kaleme aldığı Bir İnsanla Karşılaşmak kitabında Hoca’nın ev sahibi nezaketiyle ilgili şu cümleleri kuruyor: “Evine ilk gelişimde, ayaklarımıza terlik uzatması canlanıyor gözlerimin önünde. Şaşırmış kalmıştım. Öyle ya ona kadar tanıdığım birçok büyük (!) insan, ya tahta kurulurcasına karşımda arz-ı endam etmiş veya yarı yatar vaziyette kanepede oturmuştur. Bu gibi hareketleri büyüklüğün icaplarından sanmaya başlamıştım. Şaşkınlığım bundandı. Annesinin hazırladığı çay tepsisini salonun kapısından alması ve kendi eliyle dağıtması muhataplarının iç âleminde fırtınalar koparan ikinci bir hareketiydi.” Nezaketi dışında, sohbetleri esnasında ânında söylediği pek çok sözün insanı şaşırtan ve hatta sarsan sözler olduğundan da bahseden Birinci, “Bu sözlerin kıymeti bilinseydi, bilhassa cumartesi sohbetlerinin mahşeri bir kalabalık olması gerekirdi. Ancak çevresinde pek az genç adamın ve yüksek tahsil talebesi delikanlının bulunmasına yarın asrın arkasından bile şaşırmamak mümkün değildir” diyor. Birinci, Topçu’yu tanımanın imkânsız denecek kadar zor bir şey olduğuna kanaat getirdiğini ifade ediyor. Son olarak sözlerini şöyle tamamlıyor: “Ancak onunla karşılaşmak ve sohbet meclislerinde bulunmak büyük bir derunî hazdır. Bunun değerini ancak tadanlar bilebilir. Nurettin Topçu merhum, eserleri ve manevi varlığı ile yaşamaya ve fikirlerini her geçen gün biraz daha yeşertmeye devam etmektedir. Yarınki Türkiye’nin temellerini atanlar arasında bulunacak olan ve belki de en başında geleceklerden biri de şüphesiz Nurettin Topçu olacaktır. O, aynı zamanda ruh dünyamızın da mimarlarından ve rehberlerinden biridir.”


OKULDA “TOPÇUCU” OLARAK ANILIRDIK

Ahmet Tabakoğlu, 1975 yılında vefat eden Topçu ile olan ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Kanlı Pazar (16 Şubat 1969) olayının hemen akabinde İmam Hatip Okulu’nda hocamız olan Emin Işık, Yakup Ağa Camii’ndeki cuma vaaz ve hutbesinde konuyu işledi. Namazdan sonra ilk defa gördüğüm Nurettin Topçu rahmetlinin bazı gençlere bu konuşmaların metinlerinin alınmasını tavsiye ettiğini hatırlıyorum. Sonunda Hareket dergisinin mart sayısının bu konu ile ilgili olacağını tahmin ettim. Özellikle Nurettin Topçu Hoca ile Emin Işık’ın yazıları bu Mart 1969 sayısını ‘tarihî’ bir sayı yaptı.” Bu vesileyle Hareket dergisiyle tanışan Tabakoğlu, imam hatip okulunun son senelerinde cumartesi günkü seminerlere gidip gelmeye başlamış. Hareket’e ve seminerlere okuldan bazı arkadaşları da götürdüğü için okulda da “Topçucu” olarak adlandırılanlar arasındaymış. “1971 yılında İmam Hatip Okulu’nu ve Vefa Lisesi’ni bitirdim ve İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’yle İstanbul İktisat Fakültesi’ne girdim. Cumartesi günleri Hareket dergisindeki seminerleri iple çekiyordum. Nurettin Topçu hocanın konuşmaları hep aynı heyecana sahipti” diyen Tabakoğlu, Hocanın 10 Temmuz 1975 yılındaki vefatına kadar bu seminerleri takip ettiğini ve bu arada yeni çıkan dergileri hocaya ulaştırma görevinin kendisine verildiğini söylüyor. Bu vazife sayesinde Hoca’nın nezaketine ve insana hürmetine yakından şahit olduğunun da altını çiziyor.


ÖĞRENCİLERİNDEN UZAK KALMAYI HİÇ İSTEMEDİ

Günümüzde Hoca’nın mirasını yeşertmeye çalışanlar kadar ahirete göçen ancak Topçu’ya dair anıları ve anlattıklarıyla günümüze dokunan pek çok isim var. Çağdaş Bir Dervişin Dünyası çalışmasıyla merhum Emin Işık, bu isimlerin başında geliyor. Uzun yıllar Topçu’nun yakınında bulunmuş bir talebesi ve takipçisi olarak Emin Işık’ın yazdıkları bu anlamda önem taşıyor. Kitabında, “Nurettin Topçu, okullarda okuttuğu derslerden ziyade, ders dışında verdiği konferanslar, yazdığı kitap ve makalelerle sesini duyurmaya çalışmış bir fikir adamıdır. Ancak hiçbir zaman öğretmenliği geri planda tutmamıştır” ifadelerinde bulunan Işık, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Zira onun en sevdiği şey, sınıfta öğrencilere ders anlatmaktır. Bir gün sosyoloji dersinde idik. Hoca dersin sonuna doğru, ‘Sormak istediğiniz bir şey var mı?’ dedi. Sekiz-on parmak birden kalktı. Her biri başka bir noktadan dersin açıklanmaya muhtaç yönlerini dile getirdi. Hepsi de ilmi ve isabetli sorulardı. Hoca dersin anlaşılmış olmasından dolayı çok mutlu oldu ve şöyle dedi: ‘İşte şimdi burası lise olmaktan çıktı, bir ilim akademisi oldu!’” Hocalarının emekliliğine özellikle Hareket dergisine ve hazırlamak istedikleri kitaplara daha çok zaman ayırabileceği düşüncesiyle Hareket dergisi mensupları olarak çok sevindiklerini de aktaran Işık, Topçu’nun ise bu durumu derin bir hüzünle karşıladığını anlatıyor. “Meslekten ayrılmayı ve öğrencilerinden uzak kalmayı bir türlü içine sindiremiyordu” dediği hocasının emeklilik sonrası günlerini şöyle aktarıyor: “Zaman zaman evden çıkıyor, İstanbul Lisesi’nin önüne gidiyor, teneffüste bahçede oynayan öğrencileri seyrediyordu. İlk başta sağlığı mükemmel ve yerinde görünüyordu. Fakat eski neşesi ve heyecanı kaybolmuştu. Öğretmenlikten ayrılmış olmanın onu bu derece etkileyeceğini tahmin edemezdik.”


SINIFA BİR MABEDE GİRER GİBİ GİRERDİ

13 Ocak 2017 yılında kaybettiğimiz yazar ve akademisyen M. Orhan Okay, Nurettin Topçu’nun üzerine ziyadesiyle tesir bırakmış öğrencilerinden biri. Belki de bu nedenle çeşitli makalelerinden derlenerek önce Ötüken ve daha sonra Dergâh Yayınları’ndan genişletilerek yayınlanan portreler kitabı “Silik Fotoğraflar”, Hareket Dergisi, 112. sayısı (Ocak 1976) için kaleme aldığı “Bir İdealistin Ölümü: Nurettin Topçu” yazısı ile başlıyor. “Her yazısı ruhumun damarlarına şifa verici bir ilaç gibi giren bu büyük adamı o senenin Aralık ayının son Cuma günü tanıdım” diyen Okay, Topçu ile Kapalıçarşı’da bir mescitte, çarşının ilgisiz kalabalığı içerisinde tanışıyor. Daha sonra bu tanışıklık Vefa Lisesi’nde öğrencisi olmasıyla vefatına kadar hoca-öğrenci ilişkisi olarak ilerleyerek devam ediyor. Okay, Bergson konusunda verdiği tezle doçent olduğu halde üniversiteye kabul edilmeyip ömrünün sonuna kadar çeşitli liselerde “Felsefe Muallimi” olarak kalan hocasına dair şunları söylüyor: “Onun hep mabede girer gibi sınıfa girdiğinde, bir mihrap önünde hissedilecek vecdi kürsüde yaşadığına inanırdım. Cemiyetin boşluğundan doğan ıstıraplarını kürsüde bir anda unutuverdiğini defalarca söylemiştir.” Topçu’nun hocalığını kendinden önce ve sonraki pek çok talebesinden dinlediğinden de bahseden Okay, “Kant’ın çok sevdiği bir cümlesini ders kitaplarında ve konuşmalarında birkaç defa kullanmıştır: ‘İki büyük âlem beni kendine hayran bırakıyor; üstümdeki yıldızlı kâinat ve içimdeki vicdan.’ Topçu’nun hocalığı ve eğitim felsefesine de bu görüş hakimdi. Eğitim iki büyük âlemin, kâinatın ve insan ruhunun sırlarına, derinliklerine açılmış bir penceredir ve öyle olmalıdır.”


ASABİ HEYECANLA RUHANİ HEYECANIN FARKINI ÖĞRETTİ

Topçu ile ilgili anılarını kayda alan bir başka isim Ferruh Bozbeyli. “Yalnız Demokrat” kitabında Topçu ve sohbetlerine ait pek çok anektodu anılarında bizimle paylaşıyor. 1950’de İstanbul’a geldiğinde, kendini bir grubun içinde bulduğunu ve o grubun Topçu’nun cumartesi sohbetlerine devam ettiğini anlatan Bozbeyli, anılarında şöyle bahsediyor: “Gruptan arkadaşlar ‘Nurettin Topçu’ya gideceğiz’ dediler. Bilmiyordum. Sordum, kim Nurettin Topçu. Anlattılar; Vefa Lisesi’nde felsefe hocası, üniversitede de doçent olmuş fakat, profesörlüğü engellenmiş bir ilim adamı... Ve ilk defa arkadaşlarımın başta Mustafa Dirlik’in teklifi ile Nurettin Topçu’ya gittik. Onu ilk dinlediğim zaman, sanki çok susamış da kana kana su içiyormuş gibi, çok açıkmış da iştahla yemek yiyormuşum gibi, çok sıcaktan bunalmışım da rüzgâra çıkmışım gibi, uçarcasına dinledim. Çok hoşuma gitti konuşması. O kadar duygulu o kadar güzel şeyler söylüyordu ki. Zaten onu dinlemeden önce de Mustafa bana Hareket mecmuasını vermişti. Onları da okumuştum ve etkisi altındaydım. Öyle tanıdım Nurettin Topçu’yu ilk olarak. Ve ölünceye kadar da hocam rahmetli ile beraberdik.” Bozbeyli satırlarında “Topçu’dan neler öğrendik?” sorusuna da yanıt veriyor: “Ondan asabî heyecanla, ruhî heyecanın farkını öğrendik. Sonra doğru düşünme meselesinin üstünde çok dururdu. ‘Doğru düşünmek bir insana yakışan en güzel şey’ derdi. Düşünce, düşünme yeteneği sana verilmiş bir armağandır, öyleyse doğru düşünmek gerekir. Ama doğru düşünmek için doğru malzemeye istinat etmek gerekir. Malzemesi yanlışsa düşünce yanlış olabilir, diye anlatırdı. ‘Basında, sokakta, kitapta, radyoda, şurada burada olan fikir malzemesi ile düşünüyorsanız doğru değil. Bunlar Türkiye’nin aslî fikir malzemeleri değil’ derdi. Benim bildiğim, Hoca’nın bütün gayreti bize iyi insan olmayı öğretmekti.


#Nurettin Topçu
#edebiyat
#öğretmen
#nesil