Mehmed Niyazi Özdemir’i kitaplarından önce öğrencilik yıllarımda arkadaşlarıyla birlikte sık sık geldiği İLESAM’da tanıdım. Özdemir, özellikle gençler arasında Çanakkale Mahşeri romanıyla tanınıyordu. Gençliğinde Marmara Kıraathanesi’nde dönemin önemli yazar, tarihçi veve gazetecilerinin sohbetlerine dahil olan Özdemir, Dahiler ve Deliler romanında ise bu kahvehanenin müdavimlerini anlatır. Aslen Adapazarlı olan İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu Özdemir, 20 yıl kadar Almanya’da kalır ve doktorasını da burada yapar. Romanlarında milli konuları ele alan ve aynı zamanda ülkemizin sosyal ve kültürel yapısı hakkında da önemli tespitlerde bulunan Özdemir, uzun yıllar pek çok dergide ve gazetede günlük yazılar kaleme aldı. Özdemir vefatına kadar da Yeni Şafak Pazar’da yazdı. 11 Mayıs 2018 yılında aramızdan ayrılan Mehmed Niyazi Özdemir’in her yıl vefat yıl dönümünde eşi Özgül Bulut Özdemir Karacaahmet’te dostlarıyla birlikte anma programı düzenliyor. Mehmed Niyazi ve Özgül Özdemir çiftinin Mehmed Niyazi adında bir de oğulları var. Üsküdar’da oturan Özgül Hanım’ın evinde güzel bir pazar günü buluşup bu röportajı yaptık. Bu güzel Pazar gününde ağabeyisi Mehmed Niyazi Özdemir’in Marmara Kıraathanesi’nden arkadaşı olan Ziya Nur Aksun’un kız kardeşi gazeteci Belma Aksun da bize eşlik etti. Mehmed Niyazi Özdemir'in bir aile babası, bir eş olarak yazar portresini okurlara sunuyoruz. İyi okumalar.
Mehmed Niyazi Özdemir’i bizler ömrünü kütüphanelerde okumakla geçirmiş ilmin peşinde bir ömür koşmuş bir dava adamı ve yazar olarak tanıyoruz. Sizin de Mehmed Niyazi Bey ile uzun yıllar boyu gittiği gittiği İSAM Kütüphanesinde tanıştığınızı biliyorum. Öncelikle bu tanışma hikayesini dinlemek isteriz?
2009-2010 yılları arasında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlık tezimi yazmak için kısa adı İSAM olan İslam Araştırma Merkezi Kütüphanesi’ne gidiyordum. Bir gün bir masaya oturdum. Kütüphanede görevli bir genç yanıma gelip “Bu masa Mehmed Niyazi Hoca’nın masası, buraya oturamazsınız” dedi. Bende “Bu kütüphanede kişiye özel masa olduğunu bilmiyordum” dedim. Görevli “Sadece Mehmed Niyazi Hoca’nın masası var, diğer okuyucuların yok” dedi. Masadan kalktım ve o masanın önündeki bir masaya oturdum. Bir süre sonra uzun, sakin, naif ve ciddi görünüşlü bir bey kolunda siyah çantası ile gelip arkamdaki masaya oturdu. Daha önce tanıştığım, İSAM Kütüphanesi’nin müdavimlerinden olan tarih hocası Nurettin Gemici, Niyazi Bey’in yanına gelip hal hatır sordu ve sonra beni göstererek, “Hocam tanıştırayım doktor hanım” dedi. Ben arkamı dönüp hafifçe gülümseyerek “Merhaba” dedim. O da ciddi bir şekilde bana baktı, kafasını hafif öne eğerek selam verdi ve çalışmasına devam etti. İlk tanışmamız bu şekilde oldu. Kütüphanede çalışmalarıma devam ederken Niyazi Bey’i tanımaya başlamıştım. Niyazi Bey, hayatını vatanına ve milletine adamış, milletinin gerçek tarihini bilmesi, tarih ve millet şuuruna sahip olması için gece gündüz çalışan, metafizik derinlikli bir idealistti. Bu yüzden evlenmeyi hiç düşünmemişti. Kader! Bizi karşılaştırdı. Evlendik, sonrada biricik oğlumuz Mehmed Niyazi dünyaya geldi.
SABAH NAMAZIYLA GÜNE BAŞLARDI
Evet. Evde bir çalışma odası ve kütüphanesi vardı. Evlenmeden önce haftanın nerdeyse yedi günü İSAM Kütüphanesi’ne gider sabahtan akşamın geç saatlerine kadar çalışırdı (10:00-22:00). Evlendikten sonra da pazar günleri hariç (benim isteğim üzerine) her gün İSAM Kütüphanesi’ne gider, çalışmalarını genellikle orada yapardı. Niyazi Bey, sabah namazı ile güne başlar, namazdan sonra biraz Kur’an okur sonra çalışma masasına oturur yazılarını yazardı. Kahvaltı yaptıktan sonra da kütüphaneye giderdi. Bazı zamanlar gece yarısı kalkıp sabaha kadar yazılarını yazardı. Pazar günleri evde istirahat ederken dahi genellikle kitap okurdu. Her çeşit kitabı okurdu, en çok Peyami Safa (özellikle 9. Hariciye Koğuşu adlı eserini birçok kez okuduğuna şahit oldum), Necip Fazıl, Erol Güngör, Nurettin Topçu, Ziya Nur Aksun’un eserlerini okurdu. Bazen hastalanırdı, o dönemlerde Hz. Mevlana’nın Mesnevi eserini okurdu.
KÜT’ÜL AMARE ROMANI YARIM KALDI
Evet, son zamanlarda Yeni Şafak Gazetesi Pazar Eki’nde köşe yazısı yazıyordu. En son Kût’ül-Amâre romanını yazıyordu. Son düzeltmelerini yapmadığı için bastırılamamıştı. İstanbul’un Fethi, Kurtuluş Savaşı’nı ve Peyami Safa, Adnan Menderes ve Mehmet Akif Ersoy’un hayatını yazmayı istiyordu.
Niyazi Bey’in “Plevne”, “Kanije”, henüz basılmayan “Kût’ül-Amâre” eserlerini ve birçok köşe yazılarını yazmasına tanık oldum. Yazılarını büyük bir titizlikle ve hassasiyetle yazardı. Özellikle, tarihi romanlarında kurgu ve hayal yerine gerçekleri yazdığı için önce bütün kaynakları inceler ve notlar alırdı. Sonra ince eleyip sık dokuyarak çok titiz bir çalışmayla yazardı. Tarihi olayların geçtiği yerleri önce muhakkak ziyaret ederdi. Örneğin “Plevne” eserinde Plevne’ye gidip tarihi olayları yerinde inceleyerek yazmıştı. Keza daha önce yazdığı Çanakkale, Yemen… Romanlarında da bu şekilde yol izlemiştir. Yazılarını çoğunlukla kütüphanede yazardı. Bilgisayar ya da daktilo kullanmaz, el yazısı ile yazardı. Romanı bitirince baştan sona okur, içine sinmeyen bir şey olunca el yazısı ile baştan sona tekrar tekrar yazardı. Son haline gelince güvendiği birkaç kişiye okuturdu. Evlendikten sonra bu kişilerden biri de ben olmuştum.
MARMARA KIRAATHANESİ MİHENK TAŞIYDI
Niyazi Bey’in hayatının şekillenmesinde Marmara Kıraathanesi’nin mihenk taşı olduğunu düşünüyorum. Niyazi Bey, o dönemin kültür ocağı denilen Marmara Kıraathanesi’nde, Ziya Nur Aksun, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Necip Fazıl, Hilmi Oflaz, Erol Güngör, Mükrimin Halil İnanç, Osman Yüksel Serdengeçti, İzzeddin Şadan gibi sanat, bilim, fikir ve düşünce adamları ile tanışmış, onlarla aynı havayı solumuş ve sohbetlerine şahitlik etmiştir. Niyazi Bey’in fikir ve düşünce hayatının oluşmasında bu mekan ve şahsiyetler önemli bir yere sahipti. Tabii dostlarımızla bir arada olduğumuz sohbet ortamlarında, Marmara Kıraathanesi’ni ve müdavimleri ile olan hatıralarını sık sık anlatırdı.
MÜTHİŞ BİR HAFIZASI VARDI
Niyazi Bey’in müthiş bir hafızası ve derin bir tarih bilgisi vardı. Türk milletinin Dünya’da hak ettiği yeri alması için bu millette milli şuur ve tarih bilincinin oluşması gerektiğine inanır ve onun için çalışırdı. “Son nefesime kadar milletime olan vefa borcumu ödemem için yazmam gerekiyor” derdi. Öyle de yaptı. Milletine ve vatanına olan sonsuz sevgisi, Almanya’dan dönüşünde etkili olmuştur.
En son Kût’ül-Amâre romanını yazmıştı, son düzeltmelerini yapamadığı için basılmamıştı. Hem bu eserini hem de bütün diğer yazılarını kitap şeklinde basılmasını sağlayarak okuyucular ile kısa zamanda buluşturacağız.
OĞLU DOĞUNCA HAYATLA BAĞI DAHA DA KUVVETLENDİ
Huzur ve mutluluktu. Özellikle, oğlumuz Mehmed Niyazi doğunca, Niyazi Bey o zamana kadar yaşamadığı en güzel ve en ulvi duyguyu tatmış ve babalık duygusu ile hayata olan bağlılığı bir kat daha artmıştı.
Tabii Niyazi Bey’in en çok vakit geçirmeyi sevdiği mekân İSAM Kütüphanesi idi. Bazen hasta olduğu dönemlerde kütüphaneye gidemiyordu. Sanki nefes alamadığını hissediyordum. Onun için yazmak ve okumak nefes alıp vermek kadar önemliydi.
Her ikimizde yoğun çalıştığımız için pazar günleri daha çok birlikte vakit geçiriyorduk. Hava güzel ise Boğaz’ı da izleyebileceğimiz nezih bir mekânda hem kahvaltı hem de sohbet ederdik. Niyazi Bey’in geçmişten gelen Bayram ritüelleri vardı. Bayram sabahı bayram namazı için en çok sevdiği camilerden biri olan Süleymaniye Camii’ne gider (diğeri Selimiye Camii) ve namaz sonrası sevenleri ve dostları ile Kültür Ocağı Vakfı’nda bayramlaşıp sohbet ederdi. Öğlene doğru eve gelir ve bayram kahvaltısını beraber yapardık. Daha sonra ecdadına olan vefa borcunu ödemek için önce İstanbul’da bulunan padişahların türbelerini ziyaret eder sonra Eyüp Sultan’a gider Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesini, Necip Fazıl ve Hilmi Oflaz’ın kabristanlarını ziyaret eder dua ederdik. Bayram ritüellerinden biri de bayramın üçüncü günü Reşat Şen, Halil Doruk, Cemal Aydın gibi yakın aile dostlarımızla beraber Tarihçi Ziya Nur Aksun’un kız kardeşi Belma Hanımefendinin evine gitmekti Niyazi Bey, Belma Hanım için “Ziya Abi’nin bize emaneti, ona sahip çıkmalıyız” derdi. Vefa abidesi bir insandı. Geçmişte de aynı düşünce ile Peyami Sefa vefat ettiğinde felçli hanımına, Necip Fazıl hapse girdiğinde ailesine sahip çıkmıştır. Niyazi Bey’in en güzel vakit geçirdiği zaman dilimlerinden biriydi bu mekân. Belma Hanım’ın ikram ettiği çay ve etli etmek eşliğinde Marmara Kıraathanesi’ndeki anılar, tarih, edebiyat ve güncel siyasi olaylarla ilgili sohbetler yapılırdı. Genellikle Niyazi Bey konuşur, dostları dinlerdi.
OĞLU İÇİN DUA ETTİ
Niyazi Bey’in babasının adı Mehmed idi. Niyazi Bey, oğlumuza Mehmed ismini koymak istedi. Ben de Niyazi Bey’in adının hem eserlerinde hem de oğlumuzla birlikte yaşamasını istediğim için oğlumuzun adı Mehmed Niyazi oldu. Oğlumuz için “Vatanına ve milletine hayırlı bir evlat olsun” diye dua ederdi. Mehmed Niyazi Bey’in yokluğu hem benim hem de oğlumuzun hayatında yeri doldurulmayacak büyük bir boşluk oluşturmaktadır. Yalnız bu boşluğun onun eserlerinin okutulması, fikir ve düşüncelerinin anlatılması ile doldurulacağını düşünüyorum. Onu sevgi ve özlemle anıyorum.