|

Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in naaşını Avrupa’ya kaçıracaklardı!

Yavuz Sultan Selim, İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkaran Yavuz Sultan Selim Han, bundan tam 498 yıl önce vefat etti.

09:00 - 22/09/2018 Cumartesi
Güncelleme: 15:30 - 5/07/2020 Pazar
Yeni Şafak
Kısa sürede yaptıkları ile dünya tarihinin akışını değiştirmiş olan cihangir Yavuz Sultan Selim tarihin kurucu aktörlerinden biridir
Kısa sürede yaptıkları ile dünya tarihinin akışını değiştirmiş olan cihangir Yavuz Sultan Selim tarihin kurucu aktörlerinden biridir

Yavuz Sultan Selim İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasaydı tarih çok başka şekilde cereyan edebilirdi. Zira Portekizli deniz komutanları ellerini çabuk tutup Yavuz’dan önce kutsal toprakları ele geçirmek için plan üstüne plan yapıyorlardı. Sonunda Osmanlı planı kazanacaktı.

Yavuz Sultan Selim 1470 babası II. Bayezid’in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da doğdu. Osmanlı belgelerinde adı Selim Şah diye geçen Sultan Selim daha kendi döneminde sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla tanındı. Küçük yaşlarda başladığı özel eğitimine on yaşlarında iken dedesi Fâtih Sultan Mehmet’in özel ilgisi de eklenince dünya tarihinin akışını değiştirecek bir cihangir olacaktı.



Bilinen ilk görev yeri ise Trabzon sancağıdır. 1487’de geldiği Trabzon’da 1510 yılına kadar yaklaşık yirmi dört yıl sancak beyliği yaptı. Şehzade Selim’in Trabzon’daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasî-dinî mesele oluşturacak olan Şah İsmail’in faaliyetlerini dikkatle takip etti. Bu konuda devlet merkezini bilgilendiren raporlar yazdı. 1508 Gürcü kralına karşı yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı ve babası tarafından takdir edildi.

Şah İsmail’in 10 bin kişilik ordusunu dağıttı

Şehzade Selim aslında bütün dikkatini Şah İsmail üzerinde yoğunlaştırmıştı. Babasından Safevîler’e karşı sert önlemlere başvurması için aldığı emirler üzerine de sancağının güney sınırlarında bir dizi askerî harekâta girişmekten geri durmadı. İspir ve Bayburt’u zaptedip Erzurum’a kadar olan yerlerin emniyetini sağlamaya çalıştı. 1507’de Şah İsmail’in Erzincan’da 10 bin kişilik ordusunu tamamen dağıttı.

Osmanlı tahtına giden yol

Trabzon’da iken babasının hükümdar olarak gücünün giderek zayıfladığını, özellikle Amasya’da bulunan ağabeyi Ahmed’in taht için en başta gelen aday sıfatıyla öne çıktığını farkeden Şehzade Selim bu oldubittiyi kabullenmedi. Böylece bir taraftan kardeşleri, diğer taraftan babasıyla taht için zorlu bir mücadeleyi göze almaktan çekinmedi. Trabzon’da kazandığı başarılar her tarafta duyulmuş, şahsında gazâ bayrağının yeniden açılacağı, devleti zor durumda bırakan Safevî tehdidinin ancak onun sayesinde bertaraf edilebileceği propagandası yapılmaya başlandı. Bilhassa âdeta iktidarın belirleyicisi durumundaki yeniçeriler arasında adı öne çıktı.

Şehzade Selim, oğlu Süleyman için sancak talebinin istediği gibi karşılanmaması üzerine babasına sert ifadelerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektup, onun alenî olarak taht mücadelesinin taraflarından biri olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini gösteriyordu. Bir müddet sonra Selim artık iktidarı zorla ele geçirmeye karar verdi.

Bu sırada II. Bayezid’in hastalığının arttığı şâyiaları ve Şehzade Ahmed’in tahta geçmek için hareket ettiği haberleri Selim’i harekete geçirdi. Önce Kefe’ye hareket eden Selim buradan 3 bin kişiyle Edirne’ye doğru yola çıktı.


Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Burada babası tarafından yatıştırıldı ve kendisine Semendire sancağı verildi, Macarlar’la savaşması için izin çıktı. Ayrıca II. Bayezid, hayatta bulunduğu müddetçe şehzadelerden herhangi birini saltanat makamına geçirmeyeceğine dair söz verdi. Selim, Edirne’den ayrılıp Semendire’ye hareket ettiğinde ağabeyinin saltanat makamına çağrıldığını haber aldı ve hemen geri dönüp Edirne’ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu’ya geldi. Uğraşdere mevkiinde II. Bayezid’in kuvvetleri âni bir saldırıyla Selim’i geri çekilmeye zorladı. Güçlükle kurtulabilen Selim, Ahyolu’na ulaştığında etrafında 3 bin kişi bulunuyordu. 1511 yılında Kefe’ye dönmek zorunda kaldı. Bununla birlikte İstanbul’da yeniçeriler Selim’i desteklediklerini açıkça ilân ettiler. II. Bayezid, 1512’de Selim’i asâkir-i mansûre serdarlığına getirdi. Bu gelişmeler üzerine İstanbul’a hareket eden Selim, II. Bayezid’ın ağır baskı karşısında tahtından oğlu lehine feragat etmesi ile dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.

Yavuz Sultan Selim resmen saltanatını ilân ettikten sonra ilk iş olarak iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştı. Tahta ortak olabilecek kardeşleri Ahmed ve Korkut’u bertaraf etti.

Büyük fetih hareketi

Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkardı.

Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlandı; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanı'na geçti. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına aldı.


Mekke ve Medine'nin hizmetkârı Yavuz Sultan Selim

Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hâkimiyetine girdi. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler (Emanet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Hazreti Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir. Böylece 29 Ağustos 1516'da Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçti.

Yavuz Sultan Selim'in, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devraldığı Yavuz Sultan Selim dönemindeki eserlerde yer almadığı ve daha sonra 18. yy'ın sonlarında kaleme alınan bir yabancı eserde yer aldığı ve buradan diğer eserlere geçtiği söylenir. Bazı tarihçiler ilk halife olmadığını, daha önceki padişahların da halife ünvanını kullandıklarını ve Ayasofya Camii'nde merasim yapılmadığını söylemişlerdir. Kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiş, Kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Haremeyn-i Şerifeyn), yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı unvanını devraldı.

1512'de tahta çıkan Sultan Selim, 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşındayken hayatını kaybetti.

Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in nâşını Avrupa’ya kaçıracaklardı!

1150’lerde Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyası, yaklaşık üç buçuk asır sonra bu işi yeniden denemeye kalktı ama çabaları yine boşa çıktı. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in planladığı bu ikinci girişim, 1510’lu senelerde sahneye kondu.

Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque, daha da ileri giderek Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrini Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi sinsi bir plan kurdu. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırabildiği takdirde İslam dünyasının moralini yerle bir ederek zamanla Kudüs’e de hâkim olabileceğini düşündü. Ama Osmanlılar’ın Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve bütün kutsal topraklara hâkim olmaları bu planı bozdu.

Yavuz Sultan Selim Han'ın ölüm döşeğindeki konuşması

Yavuz Sultan Selim Han, şirpençe denilen bir hastalığa tutulmuştur ve ahirete göçme vakti yaklaşmıştır. Ateşler içinde döşeğine uzanmış, hekim de tedavi için başucunda durmaktadır.

Hekim, padişahı kontrol eder, yüzündeki ifade pek hoş değildir. Sadrazam, hekimbaşına “Durumu nasıl?” diye sorar. “Hiç iyi değil” cevabını alınca Sadrazam, “Peki ne yapacağız ne tavsiye edersin?” der.

Hekimbaşı, “Efendim artık ilaç, tedbir kâr etmez, iş Allah Teâlâ’ya kalmıştır, hastaya ve size tavsiyem Allah (CC) zikriyle meşgul olmanızdır” diye cevap verince o anda kendinden geçmiş zannettikleri Sultan Selim Han gözlerini celalli bir şekilde açıp hekimbaşına bakarak adeta gürler.

“Hekimbaşı, hekimbaşı! Seni edebe davet ederim, sen bu mübarek emanet ve vazife altındayken bizim Allah Teâlâ’nın zikrinden gafil olduğumuzu mu düşünürsün? Cenâb-ı Hakk şahidimdir ki her umurumda (yaptığım işlerde) daima Allah’ı (CC) zikretmişimdir.

Rabb’ime hamd ü sena olsun ki şu illet (hastalık) gelmezden evvel de, beni yatağa düşürdüğünde de bir an olsun Cenâb-ı Hakk’ın zikrini bırakmadık. Ben hakkıyla zikredemediğim için Allah Teâlâ’dan istiğfar ediyorum ama sen de derhal bu sözünden tövbe ve istiğfarda bulun, zira bu da bir nevi gaflettir, feraset yoksunluğudur. Zikreden bir kulda bu nevi irfansızlıklar olamaz, olmamalıdır” diyerek ölüm döşeğinde bile etrafını ikaz ve irşadda bulunur.


Yavuz Sultan Selim'in sandığımız bu resim aslında kimin?

Yavuz Selim bahsinin geçtiği hemen her kitapta, hükümdarın mutlaka kulağı küpeli bir tablosunun fotoğrafı da yeralır. Ama bu tablo aslında Yavuz’a değil, İran Şahı İsmail’e aittir. Küpe, Şah İsmail’in Şiiliğinin yanısıra Hayderî-Kalenderî dervişi olmasının sembolüdür ve Hayderîler bu küpeye “mengûş” derler.


#Yavuz Sultan Selim
#Osmanlı Devleti
6 yıl önce