|
FETÖ ile mücadelede ne durumdayız?

Cumartesi günü 15 Temmuz zaferimizin 7’nci yıl dönümünü kutlayacak, aynı zamanda şehitlerimizi yâd edeceğiz.

Aradan geçen 7 yılda FETÖ ile mücadele adına neler yaptık, ne durumdayız?

Öncelikle şu hususun altını bir kez daha çizmek gerekiyor: FETÖ, Erdoğan ve AK Parti döneminde ortaya çıkmış bir örgüt değil. Fetullahçı Terör Örgütü 1970’lerden itibaren, 12 Eylül ve 28 Şubat darbe dönemleri de dâhil olmak üzere her Başbakan ve her Cumhurbaşkanı döneminde büyümesini sürdürmüş, dokunulmazlığını korumuştu. 12 Eylül darbesi Türkiye’deki hemen tüm ideolojilerin, siyasetin ve dini yapılanmaların üzerinden silindir gibi geçerken, açtığı o pürüzsüz yoldan FETÖ ilerlemişti. 2002 yılına kadar, Cumhurbaşkanları Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer FETÖ’ye dokunmadılar. Başbakanlar Bülend Ulusu, Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit de FETÖ’ye ilişemediler. Sağ ya da sol, bütün iktidarlar, ya da koalisyon ortakları bir şekilde FETÖ’ye göz yummak zorunda kaldılar. Hatta Bülent Ecevit başta olmak üzere FETÖ’ye sınırsız alan açanlar da oldu.

2002’ye gelindiğinde FETÖ, TSK’dan MİT’e, yargıdan emniyete kadar tüm devlet kurumlarında sinsice örgütlenmiş, devasa güç haline gelmişti. Kuşkusuz bu büyüme örgütün kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmıyordu; arkasına aldığı ABD desteğiyle örgüt hem Türkiye’de hem küresel ölçekte ağını örüyor, ABD adına lejyonerlik, ajanlık yapıyordu.

Bu kadar büyümüş bir örgütle, yeni kurulmuş bir partinin ve hükümetin baş edebilmesi mümkün değildi. Nitekim daha iktidarının ilk yıllarında, AK Parti Hükümeti’ni devirmek için darbe planları yapılırken, Erdoğan’ın FETÖ’ye karşı bir cephe açması imkânsızdı.

Dolayısıyla Erdoğan, 17-25 Aralık sürecinde her şeyi göze alarak başlattığı FETÖ karşıtı mücadelesiyle, aslında sadece kendisine, ailesine ya da partisine yönelen bir tehditle değil, 70’lerden bu yana büyüyen, devlet içinde devlet haline gelen ve neredeyse baş edilemez bir hacme ulaşan ve tüm Türkiye’yi hedef alan bir tehditle kavgaya girmişti.

15 Temmuz gecesi sadece seçilmiş iktidar değil, Türkiye çok büyük bir beladan kurtarılmış oldu.

15 Temmuz’un 7’nci yılından geriye doğru baktığımızda, bu korkunç örgütün Türkiye içinde tamamen dağıldığını, örgüt üyelerinin cezalarını çektiklerini, kaçakların sıkı takip edildiklerini görüyoruz.

Ancak süreç tamamlanmış değil ve tamamlanmadığı için de çok ciddi riskler var.

Öncelikle örgüt üyeleri ve ailelerinden oluşan, sayıları azımsanmayacak bir kitle oluştu. İşlerini kaybettikleri ya da hapis yattıkları için tüm aileleriyle birlikte devlete muhalif olan bu kitle, bu haliyle potansiyel tehdit içeriyor. Bu kitlenin, eğer pişmanlarsa, rehabilitasyonu üzerinde daha fazla kafa yormak gerekiyor.

İkincisi, bu kitle, kamuda çalışamadığı için özel sektöre yoğunlaştı. Örgüt dayanışması ya da “kader ortaklığı” dayanışmasıyla birlikte hareket ediyorlar ve yeniden bir ekonomik güç olma yolunda ilerliyorlar.

Bunlardan daha mühim riskler de var: Ana muhalefet partisi CHP’nin, Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte tamamen FETÖ yörüngesine girdiğini bugün çok daha net görebiliyoruz. 7’li masadaki partilerin tamamı da seçim sürecinde FETÖ ile mücadeleyi ağızlarına almadılar, FETÖ aleyhine tek cümle kurmadılar. Seçim öncesinde yurt dışındaki kaçakların bavul ya da uçak bileti görselleri paylaştıklarını, dönüş hayalleri kurduklarını gördük. Bu tehlikeli irtibat ve ilişkilerin daha yakın takip edilmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başında kalması kuşkusuz AK Parti’nin siyaseten daima lehinedir ama burada Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehdit de var. Dolayısıyla Türkiye siyasetine PKK’nın ya da FETÖ’nün nüfuzu engellenmelidir. Son seçimlerde hepimizin yüreği ağzına geldi, haydi itiraf edelim, korktuk. Zira olası bir iktidar değişiminde, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Kılıçdaroğlu değil, PKK ve FETÖ oturacaktı. 2028’de aynı korkuyu yaşamak istemeyiz. Önümüzdeki 5 yılda bu sorun artık tamamen çözülmek zorundadır.

FETÖ’nün yurt dışında, özellikle ABD ve Avrupa’da faaliyetlerini özgürce sürdürebiliyor olması, oralardan Türkiye’ye müdahale girişimleri, ya da Türkiye aleyhine lobi çalışmaları da yine devam eden bir tehdittir. Bu tehdidin sonlandırılması, hem Türkiye’nin güvenliği hem de uluslararası ilişkilerimiz bakımından ertelenemez ihtiyaçtır. FETÖ ile mücadelede büyük tecrübe sahibi olan Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı bu anlamda büyük bir fırsat ancak ekibinin, kadrosunun, özellikle büyükelçilerimiz ve yurt dışı kadrolarımızın meseleyi daha bir ciddiyetle el almaları, mücadeleyi yoğunlaştırmaları gerekir.

ABD ve Avrupa’nın Türkiye üzerine planları hiç bitmeyecek. İşe yarar oldukları sürece FETÖ ve PKK’yı da kullanmayı sürdürecekler. Türkiye’nin bu oyunu bozmaktan başka seçeneği yok. Onun için, 15 Temmuz’un 7’nci yıldönümünde, öfkemizi, kinimizi, mücadele azmimizi yeniden diriltmemiz gerekiyor.

#Siyaset
#FETÖ
#PKK
#CHP
#Aydın Ünal
10 ay önce
FETÖ ile mücadelede ne durumdayız?
Türkiye bu savaşa girmeli!
Hayızlı kadının tavafı ve mescide girmesi
Gücenme hakkı
“Kader’’in dönüştürücü dinamizmi
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..