|
Namazını sakın ihmal etme

Osmanlı’nın son devriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarını birlikte yaşayan bazı ünlü ilim adamlarının, şairlerin ve yazarların gençliklerinde dini kurallara riayet ettikleri halde daha sonraki yıllarda namazı niyazı terk ettiklerini bu konularla meşgul olanlar gayet iyi bilirler.

Gençliğinde Sultan Abdülhamid Han’ı öven ve ezanın ulviyetini dile getiren şiirler yazıp da bilahare imansızlığın gayyasına düşen Tevfik Fikret’i bir yana bırakıp, merhum Prof. Dr. Fuat Köprülü’den bir misal verelim. Osman Yüksel Serdengeçti “Gülünç Hakikatler” isimli kitabında anlatıyor.

Dost, kardeş ve dindar Pakistan’ın cumhuriyet ilan etmesi münasebetiyle merhum Başbakan Adnan Menderes, devrin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile birlikte bu ülkeyi ziyarete gidiyor. Bilindiği üzere Pakistan koyu Müslüman bir devlettir. Bizimkiler orada bir hayli kalıyorlar. Tabii, bugünler içinde birkaç defa cuma namazını geçiriyorlar. Cuma günleri onların bütün devlet adamları cuma namazına gidiyorlar. Vaziyeti gören Menderes, Köprülü’ye, haydi biz de gidelim, diyor. Köprülü: “Ben namaz kılmayı unuttum” cevabını veriyor. Bunu üzerine Menderes “Gel, ben sana öğretirim” deyip Köprülü’yü birlikte götürüyor.

Serdengeçti sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Türk edebiyatı tarihi, tasavvuf tarihi, İslami ilimler mütehassısı Prof. Dr. Fuat Köprülü’ye, Menderes namaz hocalığı yapıyor. Ben de Sayın Fuat Köprülü’ye eksiği varsa tamamlasın diye ‘Tam Namaz Hocası’ kitabından bir adet gönderdim.”

O devirde meydana gelen bu türlü trajikomik vakalara birçok örnek verebiliriz dedikten sonra sözü şimdi de İbnülemin Mahmud Kemal Bey’e getirelim. Fetret devrinde merhum Mehmet Âkif gibi, Babanzade Ahmed Naim gibi salabet-i imaniyesini muhafaza edip, beş vakit namazını kılan nadir şahsiyetlerden biri de işte bu büyük bilginimizdir. İbnülemin’in arkadaşlarına, yakın dostlarına “namazınızı ihmal etmeyiniz” diye ikazda bulunduğunu onu tanıyan herkes bilir. Üstadın evine yakın olan Bayezid Camii’ne namaz kılmak ve Kur’an bülbülü Abdurrahman Gürses Hoca’nın aşr-ı şerifini dinlemek için sık sık gittiğini biliyoruz. Hatta bir gün Abdülhak Hamid, kendisini ziyarete gelip de evde bulamayınca ve yanındakiler nereye gitti acaba diye sorunca, nereye gidecek, Bayezid Camii’ne gitmiştir diye -biraz da istihzalı- bir cevap veriyor.

İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in, “Namazını ihmal etme” dediği hanımlardan biriyle yıllar sonra ben de tanıştım. Kısaca anlatayım. Kubbealtı’nda her hafta cumartesi günleri kültür sohbetleri yapıyordum. En önde oturan yaşlıca bir hanımefendi pürdikkat dinliyordu. Adının Saliha Fazlıağaoğlu olduğunu daha sonra öğrendiğim bu İstanbul hanımefendisi sohbetin bitiminde hemen yanıma yaklaşıp teşekkür ediyordu. Ayrıca bir iki cümleyle de olsa bizzat tanıdığı yazarlardan ve musıkişinaslardan da hatıralar naklediyordu. Ülfet peyda ettiği isimlerin arasında Hakkı Süha Gezgin, Ahmet Avni Konuk, Kilisli Muallim Rıfat Bilge, Lâika Karabey, Ayhan Songar, Ahmet Kabaklı gibi zatlar da vardı.

Saliha Hanım sert mizaçlı bir kimse olarak tanınan, kadınlara karşı mesafeli duran ve konağındaki toplantılara hanım kabul etmeyen İbnülemin Mahmut Kemal Bey’le nasıl tanıştığını bana şöyle anlatmıştı:

İbnülemin Mahmud Kemal Bey’i ilk defa ağabeyimle beraber Beyazıt Camii’nden çıkarken bir rastlantı sonucu görmüştüm. Ağabeyimin kemal-i hürmetle kendisini selamlayıp, karşısında büyük tevazu ile durup konuşması dikkatimi çekmişti. Ağabeyimin o saygılı halini biraz da hayretle seyretmiştim. Ağabeyim biraz sonra yanıma gelince onu yaşayan en büyük âlimimiz diye tanıtmıştı. Ramazan müdavimleri olan bizler, ikindi namazlarından sonra Hendekli Abdurrahman Hoca Efendi’nin okuduğu mukabeleyi dinliyorduk. O devirde cemaat arasında Mahmut Kemal Bey’den başka Ebu’l-Ula Mardin Bey, Hakkı Süha Bey, Cemal Reşit Rey kardeşler gibi daha fazla hatırlayamadığım İstanbul’un en müstesna şahsiyetleri de bulunuyordu. Mahmud Kemal Bey hemen hemen her gün Hoca Efendi’nin sağında yerini alıyor, huşu ile kendisini dinliyordu.

Onu bazen Beşiktaş’ta, Şair Nedim Caddesi’nde gördüğüm de oluyordu. Hakkı Süha Bey’in evindeki musıki toplantılarına düzenli bir şekilde geliyordu. Ağabeyimle beraber o toplantılara ben de gidiyordum. Yalnız harem selamlık şeklindeki toplantılarda bir türlü kendisiyle tanışmak fırsatı olmamıştı. Evindeki musıki toplantılarına da gitmek mümkün değildi. Çünkü, ağabeyimin ifadesine göre o evin kapısından hiçbir hanım içeri giremiyordu. Rahmetli Lâika Karabey ile bu mevzuyu konuşurken ben müstesna demişti. Tanburi olsaydım bu yasak belki benim için de kalkar diye zaman zaman düşünmüşümdür.

Aradan, bilmiyorum kaç yıl geçti. Bir gün Kanlıca’dan bir arkadaşla Beşiktaş’a gelmek üzere dost ziyaretinden dönüyorduk. Vapurun gelmesini beklerken arkadaşımla güvertede en arkaya gidip şu güzel gurubu seyredelim diye anlaştık. Fakat güverteye çıkınca birden Mahmud Kemal Bey’i gördüm. Tam karşısı bomboştu. Arkadaşıma ben gurup seyretmekten vazgeçtim, gidip şuraya oturalım dedimse de ikna edemedim. Ayrıldık.

Mahmut Kemal Bey’in karşısında yerimi aldım. Yüzümü denizden tarafa çevirip oturdum. Kaçamak bakışlarımı yakalar diye de korkuyordum. Çünkü ağabeyim onun cins-i latiften pek hoşlanmadığını defalarca söylemişti. Yanındaki zata neler anlatmıyordu ki… Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyor, izahlar yapıyor, ben de can kulağıyla dinliyor, bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Bu sırada küçük bir çocuk koşup küpeşteye dayanıyor, tekrar gidiyor, gidip geliyor, tabii ki beyefendinin dikkati dağılıyordu.

Birden bana sert bir bakış fırlattı ve çocuğuna sahip ol, dedi. Ellerimi gayri ihtiyari havaya kaldırıp o benim çocuğum değil efendi hazretleri dedim. Birden dikkatli dikkatli yüzüme baktı. Hazretleri ne demek oluyor, diye sordu. Ben kekeleyerek, efendim ben sizi tanıyorum, bilhassa sizi dinlemek ve istifade etmek için buraya oturdum, diye cevap verdim. Bana sen kimsin sorusunu yöneltince tanımazsınız efendim, ben İstanbullu değilim dedim. Nerelisin sorusuna Kilisliyim efendim karşılığını verince yanındaki zat bir isim söyledi. Kuleli Askeri Lisesi’nden talebem, tanır mısın dedi. Ağabeyim, efendim dedim. Bir isim daha vererek öyleyse onun da kardeşisin, dedi. Ben yine evet efendim, dedim. (O isim devrin bakanlarından Tarım ve Maliye Bakanı merhum Nedim Ökmen idi)

O kızgın adam, bu defa gayet munis bir sesle kızım gel bakalım şuraya da beni yakından dinle diye lütfedip yanında yer gösterdi. Zaman zaman da sorular yöneltti. Ben içimden hani bu adam kadınları hiç sevmezdi, kendisine kadın düşmanı derlerdi diye hayli düşündüm. Bana gösterdiği yakınlığı ve ayrılırken elini omzuma koyup, namazını kıl, ihmal etme deyişini her zaman hatırlarım.

Eve sanki uçarak geldim. Ağabeyime olanları anlatıp kendini, tanıyan zatın eşkalini verdim. Mahir İz Bey olduğunu öğrenince o yaşta bu iki muhterem zatla konuşmam beni yıllar yılı mutlu etmiştir.

Senelerdir güneş her gün doğuyor, gurubun binlercesini seyrettim ama seyretmediğim o gurubun zevkini ve güzelliğini hiçbirinde bulamadım.

Ol hikâyet bu kadar deyip üçüne de Allah’tan rahmet diliyorum.

#Din
#İslam
#Aktüel
#Dursun Gürlek
10 ay önce
Namazını sakın ihmal etme
Rabbine hasım kesilen insan!
Sosyal çürüme yazıları 8: Sıkıntı yok cumhuriyeti
Belirsizlik ‘algılamayı’ öldürür
Reisi’nin manidar ölümü
İran bu sancılı günleri nasıl atlatacak?