|
Sadiye tarikatının şeyhi: Sadeddin Nüzhet Ergun

Nurullah Ataç ilgi duyduğum, muhabbet beslediğim yazarlar listesinde yer almıyor. İsminin ifade ettiği manevi âlemin deruni güzelliklerinden uzak bir hayat yaşaması ve kılçıklı Türkçesi, ona alaka göstermemi engelliyor. İtiraf edeyim ki, bu durum Ataç’a tamamen bigâne kaldığıma, yazılarını ve kitaplarını okumadığıma sebep teşkil etmiyor. Beğendiğim, hatta takdir ettiğim bazı denemelerini ben de ilgiyle gözden geçiriyorum.

İşte bir örnek:

Bu günlerde Ataç’ın denemelerinden oluşan ve “Okuruma Mektuplar” adını taşıyan kitabını inceliyorum. “Karacaoğlan” başlıklı yazısıyla, edebiyat dünyamızın pırlanta isimlerinden Sadeddin Nüzhet Ergun’dan söz eden makalesi dikkatimi çekiyor. Öyleyse giriş bölümünden birkaç cümle iktibas ettikten sonra ben de merhum hakkında birkaç kelam edeyim. Ataç yazısına şöyle başlıyor:

“Okurum Efendim,

Sadeddin Nüzhet Ergun’u hep hayırla anarım. Zavallı, çok genç öldü, belki daha kırkını bulmamıştı. Yakın bir arkadaşlık yoktu aramızda. Kendisiyle ancak üç beş defa konuşmuştum. Öleli ne kadar oluyor, onu da bilmiyorum. Bana on yıl oldu gibi geliyor. Ne de çabuk geçiyor yıllar. Sevinçlere de, acılara da doyamadan sona doğru koşuyoruz. Sadeddin Nüzhet’i ne zaman ansam, gözlerimin önüne konuşması tatlı, nazik, efendi bir adam gelir.

Kendisini anmam için de boyuna fırsat düşer. Büyük hizmetleri oldu bizim edebiyatımıza. Yeni yazı ile Bâkî divanını bastırdı. Neşâtî divanını bastırdı. Fehim-i Kadim divanını bastırdı, yanılmıyorsam. Bahâyî Efendi divanını da o bastırdı. Bâkî divanını başka baskılardan da okuyabilirdik ama Neşâtî divanını ele geçirmek kolay değildi. Ben o şairin çok sevdiğim ‘Sebû be dûş-i sefâ lâlezâre dek gideriz…’ mısraı ile, ‘Yok tîrengi-i gusse Neşâtî dilimizde Şâm-i kederi meş’al-i sahba ile geçtik’ beytini biliyorum. Bunu Sadeddin Nüzhet’e borçluyum. Eski edebiyatımızı severdi, bilirdi. Ancak hastalarda görülen bir bıkmazlık, yorulmazlıkla çalışırdı. Ömrü vefa etseydi bize daha ne divanlar tanıtacaktı.

Az değildir ettiği hizmetler, Türk Edebiyat tarihine. Kısaca, Türk edebiyat tarihiyle ilgilenenler onu hep hayırla anacaklardır. Ama bence en büyük hizmeti Karacaoğlan şiirlerinden ne bulabilmişse toplamış, bastırmış olmasıdır.”

Bu konuda görüş beyanına sondan başlayacak olursak, gerçekten de Sadeddin Nüzhet Ergun’un en önemli eserlerinden biri de Karacaoğlan hakkındaki kitabıdır. Nitekim hocası Fuat Köprülü de 1928 yılında, Hayat Mecmuası’nın 41. sayısında yayımladığı bir yazıda merhumun adı geçen eserini övmekten ve takdir etmekten kendini alamıyor.

Bu zatın kültür dünyamıza hediye ettiği eserler, Ataç’ın yukarıda sıraladıklarından ibaret değildir. “Tanzimat’a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi Numuneleri”, “Şeyh Galip”, “Mevlânâ”, “İstanbul Meşahirine Ait Mezar Kitabeleri”, “Türk Şairleri”, “İlm-i Tasavvuf”, “Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı.” Dini eserler kapsamında kaleme aldığı iki ciltlik “Türk Musıkisi Antolojisi” gibi daha birçok kitabı bulunuyor.

Bunların içinde üç eseri; “Türk Şairleri”, “Türk Musıkisi Antolojisi” ve “İlm-i Tasavvuf” büyük önem arz ediyor. Esefle belirtelim ki, hayatının son yıllarında yakalandığı ağır hastalığına bile aldırmayarak ve büyük bir fedakârlık göstererek hazırladığı Türk Şairleri ölümü dolayısıyla yarım kaldı. Formalar halinde hazırlanan kitabın üç cildi yayımlanabildi. Dördüncü cildin, son dört cüz’ü basılabildi. 1078 şairin hayat hikâyelerini ve şiirlerini dile getiren bu anıt eserin, müellifinin sık sık nükseden hastalığı dolayısıyla aksaması ve tamamlanamaması kültür tarihimiz için büyük bir kayıptır.

Ataç, onun için, “Zavallı, genç öldü. Belki daha kırkını bulmamıştı” diyor. Bu yanlışı şöyle düzeltelim: Sadeddin Nüzhet Ergun 25 Nisan 1948 tarihinde 47 yaşındayken Hakkın rahmetine kavuştu.

Onun az bilinen yönlerinden biri de postnişinliğidir. Kendisi hakkında yazı yazanlar -ne hikmetse- şeyhliğini adeta gizlemişlerdir. Tahirü’l-Mevlevi gibi bir edebiyat otoritesine uyguladıkları sansürü ona da tatbik etmişlerdir. Merhum, çeşitli okullarda öğretmenlik yaptığı, kütüphane müdürlüklerinde bulunduğu, edebi konulardaki araştırmalarıyla tanındığı gibi tarikat şeyhliğiyle de biliniyor. Çocuk denilecek yaşta Üsküdar’daki Hallaç Baba Dergâhı’nın şeyhliğine tayin edildi. Bu konuda ayrıntılı bilgi almak isteyen dostlarımızın Prof. Ali Birinci Bey’in “Müteferrika” dergisinin 59. sayısında yayımladığı ayrıntılı araştırma yazısıyla, Prof. Mustafa Kara hocamızın “Dervişin Hayatı-Sûfinin Kelâmı” isimli kitabını okumaları gerekiyor. Merhumun Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki müdürlüğü ayrı bir konu olduğu için onu da inşallah sonra anlatırız.

Sadeddin Nüzhet Ergun’un en yakın dostlarından biri de Ord. Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’dı. Merhum arkadaşının vefatından sonra yayımladığı bir yazıda Tarlan Hoca, şu üzücü hadiseye de yer veriyor:

“Eski tezkirelerden fişler çıkarıyor. Bu fişleri karşılaştırarak her şair üzerinde esaslı çalışıyordu. Lüzumu kalmayan bazı atılmış fişleri Üsküdar’daki evinin arkasındaki arsada bulan zabıta memurları eski yazıyı okuyamadıkları için bunları bir takım siyasi yazılar sanmışlar, toplamışlar ve zavallı Sadeddin Nüzhet’i karakola götürmüşler. Hakikat anlaşılıncaya kadar onu üzüntü içinde bırakmışlardır.”

Bu yazıyı Sadeddin Nüzhet’in şeyh tayin edilmesi üzerine, Üsküdarlı Tal’at’ın düşürdüğü şu tarih ile bitirelim ve bir kere daha rahmet niyazında bulunalım:

Bugün seccâde-i irşâda geçti

Tarikat ehlinin bir serbülendi

Dedi tarihini derviş Tal’at

Cenâb-ı Şeyh Sadeddin Efendi.

Not: Mevlânâ İdris kardeşime ben de Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Mekânı cennet, makamı âli olsun.

#Nurullah Ataç
#Sadeddin Nüzhet Ergun
#Ali Nihat Tarlan
2 yıl önce
Sadiye tarikatının şeyhi: Sadeddin Nüzhet Ergun
Kara dinlilerle milletin savaşı
Zemahşerî’nin Keşşâf’ını okumak
İsrail ordusunun yabancı askerleri
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?