|
Küreselleşme ve ulusallaşma çatışmasının ötesinde Türkiye

Son yıllarda Türkiye’de küreselciler ve ulusalcılar ayrımına dayalı bir dünya yorumu var. Bunun etrafında toplanan aydınlar ve çevreler kavgalarını meşrulaştırıp duruyorlar. Elbette bu kavga belli bir gerçekliğe de uzanıyor. Ama çoğunlukla ütopist ve ideolojik. Çünkü küreselleşme, modernleşme kadar bir realite. Buna karşı çıkalım ya da taraftar olalım küreselleşmenin çok da umrunda değil! A. Giddens, Bauman, Robertson, Albrow gibi sosyologlar son yirmi yıldır küreselleşme olgusunu oldukça objektif bir biçimde tartışıyorlar. Onu bize göstermeye çalışıyorlar. Bizim yargılarımızdan bağımsız bir biçimde böyle bir dünya ortaya çıkıyor. Buharlı makine ve aydınlanma ile nasıl ki modernite doğduysa, uydu teknolojileriyle de küreselleşme doğuyor.

Küremiz dünyada daha önce eşine rastlanmayan düzeyde, birbiriyle etkileşim içine girmiş bulunuyor. İnsanlar “dünya bütünlüğü bilinci” içinde çok daha fazla pratiklerde bulunuyor. Yerkürede her saniye imgeler, mesajlar, insanlar, metalar daha fazla dolaşıyor. Sınırlar ve duvarlar yeniden yükselse de bunların fiziki güvenlik sağlama dışında bir geçerlilikleri yok. Bunlar soğuk savaşın değil, küreselleşmenin duvarları. Cep telefonları ve diz bilgisayarları ile dünyanın içine yerleşiyoruz. Rekabetlerimiz, çatışmalarımız ve inançlarımız dünyanın bütünlüğü içinde daha fazla dolaşıma giriyor. Bundan dolayı modernliğin sonu, tarihin sonu, mesafenin sonu gibi sonlardan bahsediliyor. Aslında çeşitli veçheleriyle bahsedilen “son”, bir çağın bitmesi ve yeni bir çağın doğumudur. Dünya kötülükleriyle de iyilikleriyle de artık küresel. Bütün toplumlar ve devletler daha fazla birbirini ilgilendiriyor. ABD seçimini bile bu kadar çok konuşmamız, kahvelerde sohbet konusu yapmamız, uzmanlarımızın 24 saat haber akışları içinde yer almaları tam da küreselleşme gerçeğini yansıtıyor.

Küreselleşme ile ulus devletler çatırdıyor, mikro-milliyetçilikler yükseliyor, çok kültürlülük temelinde tanınma talepleri ortaya çıkıyor. Bu da çatışma ve kaoslara yol açıyor. Milliyetçiliğin yeniden doğmasına neden oluyor. Küreselleşme ve ulusalcılık temelinde bir dünya çatışmasını açıklayanlar yanılıyor. Çünkü yeniden milliyetçilik, küreselleşmenin getirdiği ulus devlet sarsılmalarının verdiği tepkiler. Devletler kaosu ve çatışmaları azaltmak için yeniden milliyetçileşme politikalarına yöneliyor. Küreselleşme gerçeğine direniyorlar. Sanıyorlar ki sorunu bu şekilde aşacaklar. Avrupa’da Fransa’nın yaptığı bir parça budur. Hindistan’da milliyetçi siyasetin yaptığı budur.

Oysa yeniden gelişen milliyetçilik de küreselleşmenin bir ürünü. Bu milliyetçilik iki şekilde gelişiyor. Makro milliyetçilik ve mikro milliyetçilik. Ya da resmi milliyetçilik ve etnik milliyetçilik. Örneğin Türkiye’de bunu yaşıyoruz. Etnik milliyetçilik hem terör hem de siyaset çerçevesinde var oluyor. Etnik milliyetçilik daha fazla sivilleşiyor, toplumsal tabana yayılıyor ve belli bir etnik çevreyle meşruiyet kazanıyor. Öte yandan resmi milliyetçilik de toplumun ezici çoğunluğu tarafından yaygın bir kabul görmeye başlıyor. Siyasal partiler denklemi buna göre oluşuyor.

Dünyada milli devletler realitesi devam ediyor. Pür liberal küreselleşme yaklaşımı içinde olanların beklediği evrensel vatandaşlık kimliği yayılmıyor. Öte yandan ulus devlet aidiyetleri öfkeler etrafında seferber oluyor. Emperyalistler bu defa küreselciler olarak kabul ediliyor. Kurtuluş hareketi bu defa küreselcilere karşı verilmek isteniyor. Bu nedenle ikinci defa işgal ve kurtuluş söylemleri tavan yapıyor. Oysa yeniden milliyetçilik de küreselleşmenin bir parçası olarak aynı teknolojileri, ağları, trendleri ve zemini kullanıyor. Fakat ideolojik kimlik olarak karşıt ve içe kapalı bir tutumu benimsiyor.

Emperyalizm küreselleşmeden de gelebilir ulusalcılıklardan da. Hitler ve Mussolini ulusal sosyalizm ile emperyalist yayılma ve işgale başvurdular. İngiliz ve Fransızlar dünyaya uygarlık götürdüklerini söyleyerek bunu yaptılar. Sonuçta emperyalizm her bir süreçle bütünleşebilir. İdeoloji ayrımı yoktur burada. Ulusal kurtuluş hareketlerinin hepsi, aynı zamanda emperyalizme yumuşak geçişi sağladı. Self-kolonyalizmi uyguladılar. Cezayir de böyledir, Tunus da.

Küreselleşme, nesnel gerçeklikleriyle reddedilemez. Küreselcilik ideolojisinden farklı bir veçhesi var. Elbette taşıdığı sorunları tartışmak ve onları aşmak için çözümler geliştirmek gerekir. Ancak içe kapanmacı yerel, lokal ve ulusalcı çözümlerin tarihsel dönemi geçti. Artık devletler ve toplumlar, kendi varlıklarını küresel realite içinde sürdürme kabiliyetini geliştirdiği oranda önemlerini koruyacaklar. Hatta kimi devletler ve toplumlar ulusal bilincin sınırlayıcı ufkundan çıkarak küresel bir bilinçle dünya üzerinde daha geniş bir etkiye sahip olacak. Türkiye’nin böyle bir imkânı var. Hatta bölgesel egemenlik ittifak bilinci inşa etmesinin dışında başka seçeneği de yok. Kapsayıcı egemenlik bilincine küreselleşme gerçeğiyle katılacak.

#Küreselleşme
#Ulus
#Türkiye
3 yıl önce
Küreselleşme ve ulusallaşma çatışmasının ötesinde Türkiye
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset