Seçmen olarak insan

00:0030/03/2014, Pazar
G: 12/09/2019, Perşembe
Erol Göka

Hepimiz günlerdir siyasetle yatıp kalktık, zihinlerimizi siyasete kilitledik. İşte nihayet seçim günü geldi çattı... Kendinizi sakinleştirmek için nasıl bir yolunuz var? Ben hislerimi, düşüncelerimi yazıya dökerim. Dolaşır gelir, yazdıklarımı okurum. Gençliğimde, bir süre hiddetten tıs tıs dolaşmalarım kar etmezdi, yazdıklarımı ilk haliyle yayınlatmaya girişirdim. O zamanlar böyle internet, sosyal medya falan yoktu, yazdıklarınızı bir hamlede yayınlatamazdınız. Uzun yayınlama sürecinin bir yerinde,

Hepimiz günlerdir siyasetle yatıp kalktık, zihinlerimizi siyasete kilitledik. İşte nihayet seçim günü geldi çattı... Kendinizi sakinleştirmek için nasıl bir yolunuz var? Ben hislerimi, düşüncelerimi yazıya dökerim. Dolaşır gelir, yazdıklarımı okurum. Gençliğimde, bir süre hiddetten tıs tıs dolaşmalarım kar etmezdi, yazdıklarımı ilk haliyle yayınlatmaya girişirdim. O zamanlar böyle internet, sosyal medya falan yoktu, yazdıklarınızı bir hamlede yayınlatamazdınız. Uzun yayınlama sürecinin bir yerinde, bir sabah, yazdıklarımın aslında tam da beni ifade etmediği, gereğinden fazla öfke yüklenmiş olduğu hissiyle kalkar, yazıyı yayınlamaktan vazgeçer veya daha mutedil hale getirirdim. Yaş aldıkça biraz daha kolay yatışmayı öğrendim. Ama yaşadığımız seçim süreci, tüm sakinlik tedbirlerimi, becerilerimi alaşağı etti. Seçim günü gazetede ne yazacağım diye üç gündür içim içimi kemiriyor. Şu okumakta olduğunuz kaçıncı yazı oldu bir bilseniz…

En çok şu halk düşmanı "Ak Parti Mitinginde bir çapulcu" adlı blog yazarına ve onunla aynı sınıfsal konumda mevzilenenlere diyeceklerim vardı. Dedim de. Uzun uzun yazdım; kelimelerin yalımı okurken benim bile boğazımı yaktı, cümlelerin dehşetinden ürktüm. "Dur" dedim kendime "dur, seçim günü hiç olur mu böyle bir yazı!" Tam yatışmayı başarmak üzereydim, milli güvenlik skandalı patladı, beynimden vurulmuşa döndüm. Her topluluğun haini vardı ama Allah"ım bu bizim başımıza gelen neydi? Tamam, dört aydan beri dünya demokrasi tarihinde eşine menendine rastlanmayan, şeytanın aklına gelmeyen tuzaklar gördük ama bu kadarına "pes" bile denilemezdi. Lakin ne yapıp edip susmalıydım. Bu yazı, 30 Mart günü yayınlanacaktı. O gün millet konuşmalı, biz de millet iradesinin en hakiki biçimde tecellisi için beklemeliydik. Bize de, insanımıza da, demokrasimize de yakışanı buydu. Hem herkes, o blogcunun merhamet sosuyla nefretini, tiksintisini gizlemeye çalıştığı insanlar, benim gördüklerimi görmemişler miydi? Mesele vatan müdafaası olduğunda bu millet, metaneti, basireti kadar uyanıklığını ve yılmaz mücadele azmini göstermede kaç kere ispatı rüşt etmemiş miydi? Kimsenin bizim kelimelerimize, şavkımıza ihtiyacı yoktu.

Çok şükür, sükûnet geldi. Şimdi, seçimin selameti için dua edebilecek, seçim sonrası milletin topyekûn birliğini, dirliğini dileyecek kadar sakinim. Siyasetten, insan olma kaderimize çevirelim bakışımızı ve seçimlerimiz üzerine düşünelim diyecek kadar aklımı başıma alabildim.

Bu bizim ilk seçimimiz değil. Hemen saymaya koyulmayın kaç seçim gördüğünüzü. Siyasi seçim tecrübelerimizi konuşacak değilim. "İnsan seçim yapan varlıktır" diyor ya varoluşçular, o manada bir seçimden bahsediyorum. Meşhur külli irade, cüzi irade tartışmasının yamaçlarına doğru sokulmaya çalışıyorum.

Ne kadar çok belirlenim altında olduğumuzu unutmak istercesine "hürüz" diye haykırıyoruz ama nafile. Tartışmalı bir hürriyet bizimkisi. Bir genetik mirasla, bir dilin, bir kültürün içine doğuyoruz, kendimizi ahlaki ve hukuki normların içinde buluyoruz. Ne anne babamızı, ne etnik ve kültürel topluluğumuzu, ne ülkemizi, ne yurttaşı olacağımız devleti seçebiliyoruz. Anne babamızı ve içinde büyüyeceğimiz, yaşayacağımız toplumu seçemeyince, onların çocuk yetiştirme pratiklerine göre yoğruluyor benliğimiz, kişiliğimiz, psikolojimiz.

Kendimizden "ben" diye bahsetmeye başladığımızda bir hürriyet sevdası, bencilliğe kadar varan kendini ortaya koyma hevesi çöküyor içimize ama "ben"in inşasında neredeyse hiç pay sahibi değiliz. Hür olduğumuzu, bize zincir vuracak çılgınlara şaştığımızı iddia ediyoruz; özgürlük için canımızı vermeye hazır oluyoruz. "Ey özgürlük" diye haykırıyor, her yere onun adını kazıyoruz. Oysa kazın ayağı pek öyle değil…

Hayvanların hiç değilse dürtüsel özgürlükleri var, biz dürtülerimizi bile yetiştirilme tarzımıza göre denetlemek durumundayız. Bu yüzden olsa gerek hürriyet şarkılarımız hep hayvan metaforlarıyla dolu. Kuşlar, kelebekler gibi hür olmak istiyoruz.

İçten içe biliyoruz sınırlarımızı; görüyoruz biyolojik, psikolojik, sosyal zindanlarımızı. Bize özgürlük için en çok siyaset alanının kaldığını hissi kabl el vuku seziyoruz. Kendimizi değiştirmenin pek müşkül bir iş olduğunun ama dünyayı değiştirmeye kalkışırsak, yeni bir dünya istersek kimsenin diyeceği bir laf kalmayacağının farkındayız. Belki biraz da bu yüzden koşuyoruz sandıklara.

Siyaset, tek başına yeni bir dünya getirir, bize hürriyet temin eder mi bilemem. İnsanın zindanları aşabilen, diğer canlılarda bulunmayan bir varlık alanı daha var: Bilinçlilik. Bilincimizle, Allah"a, afaktaki ve enfüsteki ayetlerine ve insan kardeşlerimize tutunduğumuzda özgürleşebileceğimizdense neredeyse eminim. İnşallah bu seçim hepimize, ülkemize huzur getirsin; birlikte yaşama mecburiyetimizi ve birbirimizin değerini daha çok anlayalım.