|
Benden selam olsun Bolu Beyi"ne

Onbir ayın sultanı geldi, bereketi ve coşkusu ile..

Onbir ayın sultanı, her yere geldiği gibi İstanbul trafiğine de geldi tabii..

Bilenler bilir, iftara yakın saatlerde yaya olarak İstanbul trafiğinde bir unsur olmanın ve iftara geç kalıyor olmanın ne anlama geldiğini..

Geç kalıyorum diye adetim olmamasına, daha doğrusu yeminli olmama rağmen, bir taksiye bile bindim.

Lise çağlarında Süleyman isminde bir arkadaşım vardı, zırt pırt yemin eden. Süleyman''dan ne istersen iste cevabı hazırdı: “yeminliyim, yoksa vermez miyim!”

Yoksa vermez mi olduğu şey de gofretin yarısı. Hani sanki adamdan nesi var nesi yok istiyorsun gibi öyle bir ciddiyetle yaklaşırdı olaya Süleyman: “yeminliyim.”

Gofrete yemin mi olur!

Süleyman da olurdu. Benimki de o hesap. Taksiye binmeye yeminliydim aslında. Hatta tövbe bile etmiştim, geçen sonbahar…

Taksim''deyim o zaman. Taksimi bilirsiniz. Çoğu insana sorarsanız İstanbul''un tam ortasıdır. Gerçi Hoca Nasrettin, zamanında “Hoca söyle bakalım, dünyanın tam ortası neresidir?” diye zevzeklenerek soru sorup, guya kendini madara etmeye çalışanlara, ne etmiş bilirsiniz değil mi?

Hani tutup adamların kollarından Şehzadebaşı semtine götürüp, gözüne kestirdiği bir taşa ayağını dayayıp “aha burasıdır” demiş ya! Tabi bizim zevzek sazanlar anında atlamışlar: “hadi ya! Nerden biliyorsun?” Eh, adama boşuna Nasrettin Hoca demiyorlar tabii: “İnanmıyorsanız ölçün!”

Meraklısına, o taş, ya da hocaya atfedilen o taş Şehzadebaşı cami avlusunun cadde taraf duvarının hemen dibinde, orada öylece durmaktadır.

Ama İstanbul''un ortası en azından simgesel olarak Taksim''dir yine de. Beyoğlu''nun başlangıcı olmasından mıdır, yoksa büyük meydanından mıdır bilinmez, Taksim mühimdir.

Geçen sonbahar sözünü ettiğim Taksim''deyim. Soğuk, puslu, yağmurlu, dumanlı bir İstanbul akşamüstüsü. Aylardan Ramazan. İftar yakın. Oruç tutanları gözlerinden tanıyorsunuz trafikte, iftar yaklaştı mı. Çünkü sadece bakıyorlar, ama görmüyorlar. Hayal aleminde yüzüyorlar bir nev''i. Panik halinde bir taksi çevirip Şişli''ye gitmeye uğraşıyorum. Görüldüğü üzre taksi sadece tutulmuyor, aynı zamanda çeviredebiliyorsunuz. Hatta ileri gitmek, biraz abartmak isterseniz, taksiye atlayadabilirsiniz. Yani taksi denilen vasıta, tutulabilen, çevirilebilen, binilebilen, atlanılabilen bir şeydir.

Her ne hal ise. Vakit dar. Hava soğuk. Yağmur, oruçla birleşmiş adamın iliklerine işliyor. Otobüslere filan binebilmek gayri mümkün. Çoğu Taksimi pas geçiyor zaten. Trafik kilit. Herkesin canı burnunda. Benimle birlikte nerden baksanız bir on-oniki kişi taksi bulma telaşında. Gördünüz mü, bir de bulunabilen tarafı çıktı taksinin.

Hiç yoktur, ama talih o akşam ilk defa bana güldü. Tüm ümidimi kaybetmiş ve sıpa gibi ıslanmışken önümde zank diye bir taksi durdu, içinden kaçarcasına biri indi ve dolayısıyla taksi boşaldı. Hop ettim atladım.

Bir sürü adama feyk atarak, taksiyi kapma başarısını ben sağlamıştım. Çok sevinçli ve bir o kadar da tedirgindim. Sevinçliydim, çünkü Şişli''de oturan bacanağın iftar davetine yetişebilecektim, eğer trafik izin verirse. Tedirgindim, çünkü bu saatte bu trafikte asabi bir taksi şöförüne rastlamak istemiyordum. Hele oruçlu ve asabi olanına hiç!

“İyi akşamlar” diye bir yoklama macunu çektim hemen. İrikıyım şöför esnafı arkadaş yüzüme bile bakma tenezzülünü etmeden, homurdandı. Hani bu National Geographic kanalında, vahşi hayvanlarla ilgili belgeseller oynuyor da, böyle acaip zebellah gibi hayvanlar kükreyip duruyor ya, aynı öyle bir cevap verdi, şöför arkadaş.

“Tamam” dedim, “şimdi papazı bulduk!”

Bu, “papazı bulma” işi de enterasandır.

Kağıt oyunlarına ilk başlarken adama “papaz kaçtı” ya da “papaz kimde” diye bilinen amele bir oyun öğretirler ya, Hani herkes birbirinden sırayla birer kağıt çeker de, işte kim, üçü atılarak destede tek bırakılmış papazı bulursa o oyunu kaybeder, filan gibisinden bir şey. Sanırım bu “papazı bulma” deyimi o oyundan türeme.

Ama bu tamamen bir sanrı tabii ki. Oysa bindiğim taksinin şöförünün bırakın asabi olmasını, doku olarak sadece sinir sisteminden ibaret olduğunu anlamamak için salak olmak lazımdı, o yağmurlu, puslu, isli, kükürtlü sonbahar Ramazanı akşamında. Oruçtan dolayı hafif sersemlemiş olduğumu kabul ediyorum, ama salak değildim.“Allahım yardım et” diye içimden geçirip, ardısıra da yine içimden ilk aklıma gelen “şer”den Yaradana sığınma duaları olarak da bilinen Felak ve Nas surelerini okumaya yeltenmişken, ortaokul Fen Bilgisi kitaplarındaki sinir sistemi şemalarını andıran şöför efendi tekrar kükredi: “Ne tarafaa!”

Hadi şimdi buyrun burdan yakın.

Kusura bakmayın, bu “burdan yakma”nın da hikayesini anlatırdım ya, mevzuyu şimdilik dağıtma niyetinde olmadığım için tekrar taksideki dehşet anlarına geri dönüyorum.

“Ne tarafa” kükremesine verilecek doğru cevap “Şişli''ye” olmalıydı olmasına ya, büyük ihtimalle ben Şişli''ye gitmeden şişe geçirilirdim şöför tarafından. Hani haksız da sayılmaz adam, bir tarafından baktığınızda. Akşam..Yağmurlu.. Ramazan..Trafik kilit..Ve yakın mesafe yolcusu... Bir taksi şöförü tarafından itlaf edilmeniz için bütün nedenler elinizde..Ben zihnimden bunları geçirip ne yapmam gerektiği konusunda bir sonuca ulaşmaya çalışırken sinir sistemi görünümlü şöförümüz tekrar böğürdü:

“Ne tarafa dedik!”

Birdenbire, “Bolu''ya!” dedim. Niye dedim bilmiyorum!

Bolu''da bir Allah kulu tanıdığım mı var, hayır. Bolu''ya Taksim''den taksi tutup ya da çevirip gidecek kadar zengin miyim, asla. Sanırım şöförü rahatlatıp bana çok sinirlenmemesi, hatta benden hoşlanması, beni çok para kazanabileceği bir keklik gibi görmesi için böyle bir laf ettim. Sonra da kendime güven geldi. Öyle ya ben koskoca bir Bolu yolcusuydum! O taksimetre oraya kadar en az yedi sekiz kere sıfırlanır tekrar başa dönerdi.

Adeta bir Bolu beyi gibiydim bizim sinir sistemi abimiz için. Artık beni sevmeliydi.

O da benim gibi bu güzergaha inanmamış olmalı ki, ilk kez benden yana dönerek tekrar haykırdı:

“Bolu ya mı?!!”

Azıtmıştım:

“Evet” dedim, “önce bir Bolu yapalım, sonra Mudurnu, Yeniçağa filan dolaşacağız. İşlerim var da!” İşlerim var? Benim? Bolu''da, hele hele Mudurnu''da ve özellikle Yeniçağa''da. Mudurnu''yu marketten aldığımız tavuk poşetlerinden hatırlıyorum da, ulan ben bu Yeniçağa''yı nerden uydurmuştum?

Can korkusu adama neler yaptırmıyor ki!..

Bolu''ya mı? Gittik gittik.. Nasılını hiç sormayın!..

17 yıl önce
Benden selam olsun Bolu Beyi"ne
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı