|
Şehzadeler, prensesler, patlayan özgüvenler

Dostum Ömer Ekinci’nin, 20 yıldır yazılım sektöründe çalışan, onlarca insan yetiştirmiş Doğan Bey’i “işe alım” konusunda kayda aldığı videoyu izlediniz mi bilmem. Benim çok ama çok ilgimi çekti. Zira Doğan Bey, mülakatına girdiği bir iş görüşmesi hakkında “inanması güç” detaylar veriyordu videoda.

Doğan Bey’in tabiriyle “sıfır değil eksi” bir yeni mezun bilgisayar mühendisi aylık 15 bin lira başlangıç maaşı istiyor. Doğan Bey “yatırımdır, verebiliriz herhalde” diye düşünüyor. Peşine özel sağlık sigortası da istiyor delikanlı. Dikkat “tamamlayıcı sağlık sigortası” bile değil, özel sağlık sigortası. Peşine delikanlı diyor ki “yalnız benim bazı alanlarda kurslara gitmem gerekiyor. Onları da siz karşılamalısınız.” Peki o arada ne çıkıyor ortaya. Delikanlının tek “yazılım” başarısı Counter Strike adlı oyunda level atlamış olmak. Okul derecesi düşük, verdiği ödevlerin hepsi başkalarından “alıntı” falan filan.

İşveren olup da bu gençlerle benzer sahneler yaşamayan var mıdır bilmem. Tabiri caizse “bomboş özgeçmişler”le, fevkaladenin fevkinde düşük notlarla, E5 kenarı özel üniversitelerin diplomalarıyla karşımıza geçip sıraladıkları şartları duyunca dümdüz inciniyoruz. Diploma yok, not yok, bilgi yok, temel yok ama öyle bir özgüven var ki o özgüven karşısında biz eziliyoruz neredeyse.

Geçen yıl matbaada dekupe ve benzeri en temel photoshop işlerini yapan ve kendisine “grafiker” bile değil, “tasarımcı” diyen biriyle yaptığım bir iş başvurusunu hatırlıyorum mesela. Hazır grafik sitelerinden indirip yazılarını Türkçe haline getirdiği işleri “tasarım” diye koymuştu önümüze.

Doğrusunu söylemek gerekirse “bunca özgüven patlaması” yaşıyor olmaları aslında bu delikanlıların, bu genç kızların suçu da değil.

Acayip zeki, çok parlak, olağanüstü cin fikirli buluyoruz bu gençleri. Çünkü bizim kuşaklara göre dijital dünyanın hazır avantajlarını daha iyi kullanabiliyorlar. Peki ya içerik? İçerik tabii ki yok zira mesleki içeriği Google’da aramakla bulamıyorlar. Oturup fiziki olarak emek vermek gerekiyor.

Kimse kendisini “çırak” olarak görmüyor. Kimse “bir mesleğim olsun” diye çıkmıyor yola. Herkes usta, herkes üst düzey artık. Ve tabii bu “çarpılmış özgüven”in doğal sonucu “bir de şoförlü Mercedes isterim” şımarıklığı oluyor.

Yanlış anlaşılmasın. Beni de bunca şişirseler, bana da bu kadar yalakalık yapsalar, beni de bu kadar alkışlasalar aynı özgüvenden bende de olur muhtemelen.

Çocuklarını şehzade ve prenses olarak yetiştirip geri kalan tüm insanları onların hizmetinde zanneden “ebleh ebeveynler” bir yandan, “bu Z kuşağı var ya bu Z kuşağı, bambaşka beee” edebiyatı üretenler bir yandan, gençlere yalakalık olsun diye uyuşturucu bağımlısı Rapçilere konser üzerine konser verdiren belediyelerimiz bir yandan elbirliğiyle delirttik çocukları.

Bu psikoloji aslında gençlerden yukarıya doğru toplumun tamamına sirayet etti. Kendi mesleki alanımdan örnek vereyim. Öyle yetersiz kişiler kendisine “editör, tasarımcı, kreatif direktör, koordinatör” diyor ki gerçekten yaptığı işi ortalama şekilde ve hakkıyla yapan insana hangi payeyi vereceğimizi şaşırıyoruz.

Kimsede “bilmiyorum” deme alışkanlığı kalmadı. Çünkü bilmemek “çok ayıp” hale geldi. Oysa hatırlayalım. Ayıp olan bilmemek değil öğrenmemekti. Önce bilmediği meseleyi bildiğine ikna ediyor insanlar kendilerini, üç hafta sonra da meselenin uzmanı oluyorlar. Zaten birinci haftanın sonunda Türkiye’de o meseleyi ondan daha iyi bilen olmuyor.

Açık konuşayım. Böyle böyle deliren insanlar tanıyorum. “Fark edilmeyi bekleyen bir elmas madeni olduğunu” düşünerek çıldırıyorlar günün sonunda.

Dürüstçe gelip “ya ilgili bölümden mezun oldum ama ben bu alanda hemen hemen hiçbir şey bilmiyorum” dese “yatırım” olarak görüp yetiştirmekten memnun olacağımız gençler “ben tamamım, size de öğretebilirim” diye geçince karşınıza, hafakanlar basıyor sizi.

Şuraya geri dönelim. Çocuklarımızla, gençlerimizle “uygun ilişki” kurmak yerine “yalakalık, yağcılık, özgüven pompalama ilişkisi” kurmaya başlayınca kaçtı ipin ucu. Şimdi size “ok boomer” deyip meseleyi kapatabileceklerini düşünen, sizin 30-40 yıldır biriktirdiğiniz her tecrübeyi “boş-beleş” sayan bir kuşakla (unutma: istisnalar kaideyi güçlendirir) muhatabız genelde.

Eh, oradan devam o zaman. “Gençler istiyor” diye Sefo konseri yapmaya da, Melek Mosso çağırmaya da devam, bilgisayar açıp uygulama çalıştırabiliyor diye “bizim çocuk dahi” demeye de devam.

Belki de bizim bilmediğimiz, aklımızın ermediği bir şey vardır.

#Ömer Ekinci
#Melek Mosso
#Counter Strike
2 yıl önce
Şehzadeler, prensesler, patlayan özgüvenler
Şah Cihan’ın penceresinden...
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim