|
Sanat bunun neresinde

Müslüman sanatlarının dinamiklerinden, insanın nefsi nedeniyle kendisinin ve şeytanın onun kurdu olmasını öne alışımızdan maksat istidat, istihkak ve imkan üzere sanat nimetine muhatap olduğunu keşfeden kişinin, fıtrî bir yönelimle kendi varlığını korumayı; bu uğurda kime karşı neden, nasıl bir savunma ve savaş içinde olacağını bilmesinin de öncelikli oluşundandır.

Zira Kur’an’dan, Peygamberimizin (s.a.s) hadislerinden ve büyüklerimizin sözlerinden bildiğimiz gibi kalp, ruh, nefs ve akıl özleri itibariyle temiz yaratılmışlardır.

İmam Gazzâlî
’nin İhya’sının 21. Kitabı’nda, benzer kelimelerle tanımladığı bu dört terimi, çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanmış olması, bize de bu yönde bir ruhsat oluşturmaktadır.
Şundan ki, Gazzâli bu vb. örneklerle
İslam tefekkürünü
topyekün bir kavrayış içinde sunmakta, kendi zamanımızdaki aklî bir arızayla söyleyecek olursak
bölmeli bir zihnin
olumsuz sonuçlarını böyle bertaraf etmekte; dünya dediğinde ahireti ya da ahiret dediğinde dünyayı, insan dediğinde heykelinin ve nefsinin tezahürlerini; akıl dediğinde duyuların işleyişini de kastederek maddeyi ve manayı birlikte kuşatmaktadır.
Nitekim bu bahiste dışın
için dışı
, için
dışın içi
olarak birbirleriyle tanımlanması, zaten ikisinin yaratıcısının ve yöneticisinin
tek
(aynı) olması cihetinden bizi de söz konusu paradigmaya tabi kılmaktadır. Dolayısıyla insanın kendi kendisinin ve şeytanın onun kurdu oluşunu, insanın içinin içindekilerin (kendi nefsindekilerin) ve içinin hem içinde hem de dışındakilerin (şeytanın) ayrımı talep etmeleri bakımından değil, teorik kavrayışı kolaylaştırmak bakımından kullanıyoruz.

Ayrıca zikrettiğimiz hususlarla ve konumuz esasında özel bir ağırlığa sahip bulunan kelimelerle, ıstılahlarla yol alma nedenimiz ne farklı tefsirler yapmak ne de ahlak nazariyatına bir katkıda bulunmak için de değildir.

Her iki ilim, fert olarak bizim de muhtaç olduğumuz ancak, onlarla bir hüküm vermede kendi konumuzun ve sınırlı bilgimizin haddinde durmayı bunlara öncelediğimiz ilimlerdir. Ele aldığımız bağlamda yeni dinamikleri de aynı yoldan çıkarmaya devam etmekle birlikte, bu zamana kadar içinde durduğumuz bilgilerden elde etmek istediğimiz aslında şu iki sonuçtan ibarettir:

1-Varlığı tanımada öncelik nefsimizdedir ve ancak kendini tanıyan Allah’ı tanır. Bu tanımada
sanat
hakikatlerin keşfi için özel bir yön taşıdığına ya da sanatın en meşhur tanımı
hakikatlerin keşfi
şeklinde yapıldığına göre Allah’ın, Peygamberinin ve büyüklerimizin bu tanımayı tanıtışlarını bilmek; sanatın şartlarından olan istidat, istihkak, ilka’, ihtiyar ve imkanı… bunların içinden kavramak;

2-Kelamcıların ve felsefecilerin hakikatin mahiyetiyle, varoluş nedenleriyle; fakihlerin hakikatin insanın fiillerine, amellerine olan etkisiyle; sanatçıların ise onun insan hayatındaki gerçekleşme biçimleriyle ve sonuçlarıyla uğraştıklarını belirlemek.

Sanatçılar hakikatin mahiyetiyle amellere etkisini de dikkate alırlar ancak işlerini dil, belagat, vecd, nasihat, uyarı, mesaj, fayda… vb. kendi şartlarına göre yaparlar.

Zira, sanatın madeni hâller; zuhur zemini merak, heva ve hevestir.

Hâllerin hem zemini hem de zarfı kalptir.

Merak nefsin, heva ve heves ise ruhun nitelikleridir.

Hâller, heva ve heves; Rahman’ın, meleğin, nefsin ya da şeytanın kalbe ilka’ ettikleri (attıkları) şeyler çoğu zaman akıl süzgecinden geçerek, bazen de aklı aşarak bir sûret yüklendiklerinde sanat nazariyatına dahil olurlar.

İbnü’l Arabî
, Fütûhât-ı Mekkiyye’sinde akıllı insanı “kalbine gelen düşüncelerin hangisinin Allah’tan, hangisinin nefsinden veya melek ya da şeytan güruhundan geldiğini ayırt edebilen kişi” olarak tanımlasa da, yine onun kelimeleriyle hâller yönünden “kalbin kayıtsız anlamda geniş” olması; hayal hazretindeki işleyişin sınır kabul etmemesi; insanın mükemmeliyet ve ebediyet tutkusu tahtında ihtira’ (kurgu) arzusunun bir had tanımaması nedeniyle, sanat sanatçıyı nefsinin olumsuzluklarına, şeytanın iğvasına çok çok açık hale getirme özelliğine de sahiptir.

Nitekim Hazret’in kendisi de aynı eserinin başka bir bahsinde bunu şöyle teyit etmiştir:

“Akıl, oluşla (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. (…) Hevadan başkası yoktur, emir onun emridir. Akıl heva gücüne muhtaç ve onun önünde hizmetkardır. Tasarruf, doğruluk ve doğrudan uzaklaşmak heva gücüne mahsus işlerdir. Bilgisi yüce olduğu için hükmü geneldir.”

O halde, insanın nefsiyle ve şeytanla ilişkileri esasında “Sanat bunun neresinde?” diye sormak zait olsa gerektir.

#İbnü’l Arabî
#İmam Gazzâlî
#Fütûhât-ı Mekkiyye
2 yıl önce
Sanat bunun neresinde
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir