|
İlim ve siyaset

Bütün dünyayı etkisi altında tutmaya devam eden koronavirüs salgını, Pakistan’ın önemli siyasî şahsiyetlerinden birinin de vefatına yol açtı. Cemaat-i İslâmî Partisi’nin eski lideri Seyyid Munevver Hasan, geçtiğimiz hafta (26 Haziran), tedavi gördüğü Karaçi kentindeki İmam Kliniği’nde son nefesini verdi. 78 yaşında hayata gözlerini yuman Seyyid Hasan’ın naaşı, kalabalık bir cemaatin katıldığı cenaze namazının ardından toprağa verildi. Pakistan Başbakanı Imran Han da yayımladığı taziye mesajında, Hasan’ın vefatının ciddi bir kayıp olduğunu vurgulayarak, müteveffâ lidere rahmet diledi.

Seyyid Munevver Hasan’ın vefatı vesilesiyle, Cemaat-i İslâmî’ye dair birkaç noktayı hatırlayalım:

Kuruluş bildirgesindeki resmî ifadeyle “ideolojik bir parti” olarak tasarlanan Cemaat-i İslâmî’nin temelleri, Ebu’l-A’lâ Mevdûdî ve beraberindeki 78 kişi tarafından 26 Ağustos 1941’de Lahor’da atıldı. Günümüzde Pakistan sınırları içinde yer alan Lahor, o dönemde Britanya Hindistanı’nın bir parçası olduğundan, Cemaat-i İslâmî saflarında Hindistan’ın ve bugünkü Bangladeş’in çeşitli şehirlerinden gelmiş olan katılımcılar da yer alıyordu. Hitap ettiği bu geniş coğrafya nedeniyle, Cemaat-i İslâmî, kurulduğu dönemde “Asya’nın en büyük İslâmî hareketi” sıfatını taşıyordu. Aynı dönemde, Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (kısaca: İhvân) tüm Ortadoğu (ve hatta Afrika) ülkelerine yayılmış olmasına rağmen, Mevdûdî ve arkadaşlarının kendi müstakil hareketlerini kurmuş olmaları dikkat çekicidir. Cemaat-i İslâmî, İhvân’dan ayrı olarak, direkt biçimde siyasetle ilgilenen, gözünü yönetime diken ve ülkeyi tepeden tırnağa değiştirmeye soyunan bir yapılanma olarak öne çıkar.

(Geçtiğimiz yıl, Lahor’da Mevdûdî’nin kabrini ziyaret ederken gözüme çarpan bir detayı, Cemaat-i İslâmî’nin bugün kendisini nereye yerleştirdiğini göstermesi açısından, zikretmek istiyorum:

Kabrin hemen yanıbaşına, büyükçe bir tabela yerleştirilmişti. “Seyyid Mevdûdî’den ilham alanlar / onun tarafından rehberlik edilenler” yazılı başlığın altında sekiz kişinin fotoğrafı vardı: Suudi Arabistan Kralı Faysal, Hamas (eski) lideri Hâlid Meşal, Mısır (eski) Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İhvân’ın kurucu lideri Hasan el Bennâ, Tunus Nahda Hareketi kurucu lideri Râşid Gannûşî, Keşmirli lider Seyyid Ali Geylânî ve Katar’da yaşayan Mısır asıllı âlim Yûsuf el Karadâvî.

Cemaat-i İslâmî tarafından Mevdûdî’nin mezarının başına asılan bu tablo, İslâm dünyasının çeşitli yerlerindeki önemli liderlerin, tabir-i câizse Mevdûdî’nin paltosundan çıktığına işaret ediyordu. Bu iddiadaki ölçüsüz abartı, ehline malumdur.)

Karizmatik liderlerin gölgesinde şekillenen benzer teşkilâtların tümünde olduğu gibi, Cemaat-i İslâmî de kurucu lider Mevdûdî’nin gölgesinden çıkamamış bir görüntü arz eder. “Tefhîmu’l-Kur’ân”, “Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı”, “Kur’ân’a Göre Dört Terim”, “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim” gibi kitaplarıyla Türkiye’de de yakından tanınan Mevdûdî, hem şahsiyetiyle hem de ortaya koyduğu eserlerle Cemaat-i İslâmî’nin ideolojik çerçevesini çizmiştir. Mevdûdî’den sonra sırasıyla Cemaat-i İslâmî’nin liderliğini üstlenen Naîm Sıddıkî (1968-1969), Miyân Tufeyl Muhammed (1972-1987), Kadı Hüseyin Ahmed (1987-2008), Seyyid Munevver Hasan (2008-2014) ve şimdiki lider Sirâcul-Hakk, ne Mevdûdî’nin karizmasına erişebilmiş, ne de İslâm dünyası çapında onun kadar şöhret kazanmıştır. Pakistan’ı oluşturan birbirinden farklı unsurların (ordu, İngiliz kültürü etkisindeki elitler, tasavvufî cemaatler, çeşitli silahlı gruplar, dinî azınlıklar vb.) yakın tarih içindeki çatışma ve etkileşimleri de, Cemaat-i İslâmî’nin siyasî tekliflerinin bu kakofoni içinde kaybolmasına yol açmıştır. Partinin toplumun geneliyle istikrarlı bir diyalog kuramamasının sebepleri arasında, kurucu lider Mevdûdî’nin polemiğe yatkın zihin dünyasını da zikretmek gerekir. Onun kaleme aldığı ve takipçileri tarafından bir tür “manifesto” olarak görülen “Dört Terim” kitabına, -yine Türkiye’de yaygın şekilde tanınan- Hindistan ulemâsından Ebu’l-Hasen en-Nedvî’nin yazdığı ünlü reddiye, Mevdûdî’nin dinî ve siyasî düşüncelerine bizzat İslâmî çevrelerin içinden gelmiş bir şerhtir.

Mevdûdî’nin, neredeyse her İslâm ülkesinde hâlâ dikkatle okunmasına ve fikirleri taraftar bulmasına karşın, kurduğu teşkilâtın kendi ülkesinde dişe dokunur bir “ideoloji” ve iktidar namzeti teşkil edememiş olması, “Bir ilim adamı, siyasî parti kurarsa ne olur?” sorusunun da cevabı mahiyetinde düşünülebilir.

#Recep Tayyip Erdoğan
#Muhammed Mursi
#İlim
#Siyaset
#İslam
4 yıl önce
İlim ve siyaset
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?