|
Uluğ Bey’in hatırlattığı

Buhara’nın turistlerin çokça rağbet ettiği tarihî merkezinin tenha bir köşesinde, gözlerden uzak bir medrese, Uluğ Bey’in adını taşır. Timurlu İmparatorluğu’nun Buhara’da bıraktığı az sayıda eser arasında zikredilen bu medresenin küçük boyutlardaki bir benzeri, şehir merkezine yaklaşık 45 kilometre mesafedeki Gucdüvân köyündedir. Meşhur mutasavvıf Abdulhâlik Gucdüvânî’nin kabrinin yanı başına iliştirilen bu medrese, tasavvuf kültürünün Özbekistan coğrafyasına hâkim olan tonundaki “ilim ve irfan birlikteliği” boyutuna şık bir atıf gibidir. Uluğ Bey’in yaptırdığı en büyük medrese ise Semerkand’dadır ve Registan Meydanı’nı süsleyen üç büyük abideden biridir.

Türkiye’de de yakından tanınan ve İslâm bilim tarihine dair okumalarda kendisine sıklıkla atıflar yapılan Uluğ Bey’in ibretlerle dolu öyküsü ve kendisinden sonra yaşananlar, hafta içi Buhara ve Semerkand’ı adımlarken sürekli zihnimde dolaşıp durdu:

“Uluğ Bey” lakabıyla meşhur olan Mirza Muhammed Taragay, 1394 yılında, Emir Timur’un oğlu Şahruh Mirza ile Timur’un önde gelen adamlarından Gıyâsuddîn Tarhan’ın kızı Gevher Şad’ın evliliğinden dünyaya geldi. Dedesi Timur’un özel ihtimamıyla yetiştirilen Uluğ Bey, küçük yaşlarından itibaren İslâmî ilimlerin yanı sıra astronomi ve matematikle de ilgilendi. 1409’da babası Şahruh Mirza tarafından Semerkand valiliğine atandığında 15 yaşına henüz basmış bulunan Uluğ Bey, muktedir bir yönetici olan babasının hükümranlığı altında, siyasî herhangi bir iddia taşımadan, Semerkand’ı bir kültür, ilim ve bilim merkezine dönüştürdü.

Ne var ki, bu uzun süreç boyunca bir kenarda usul usul birikmiş olan cerahat, kısa zaman içinde patlayarak etrafı saracaktı…

Şahruh Mirza’nın 1447’deki ölümüyle birlikte Timurlu İmparatorluğu’nda taht kavgaları başlayınca, Uluğ Bey, oğullarının yardımıyla başkent Herat’a girerek duruma hâkim oldu. Zaferin ardından, oğullarından Abdullatif Mirza müstakil olarak Herat’ın yönetimini isteyince büyük bir kriz patlak verdi. Uluğ Bey, ordusundan bazı üst düzey isimlerin de desteklediği oğluna karşı savaştı, ancak yenildi. Abdullatif Mirza’ya teslim olan Uluğ Bey’in yeniden Semerkand’a girmesine müsaade edilmedi. Bunun üzerine “hacca gitmek için” oğlundan izin alan Uluğ Bey, çıktığı yolculukta fazla mesafe kat edemeden, 27 Ekim 1449 günü bizzat Abdullatif Mirza’nın verdiği bir emirle öldürüldü. İhtiraslı şehzadeye Semerkand halkı bir lakap takacaktı: “Peder-kûş”, yani “baba katili.”

Bu trajik hikâye, ne yazık ki burada bitmiyor. Devamı da var:

Uluğ Bey’in kendisine sadık kalan oğlu Abdülaziz Mirza, babasının infazından iki gün sonra, yine kardeşi Abdullatif’in direktifiyle öldürüldü. Aynı günlerde Semerkand’da ortalık savaş alanına dönerken, Uluğ Bey’in inşa ettirdiği üç katlı muhteşem rasathane binası yağmalandı, el yazması eserlerle dolu kıymetli kütüphanesi talan edildi.

Babasına ve kardeşine kıyan Abdullatif Mirza’ya uzun yaşamak nasip olmadı. 9 Mayıs 1450’de, kendi askerleri tarafından Semerkand’da öldürüldü.

Uluğ Bey’in annesi Gevher Şad da siyasette ve devlet yönetiminde çok aktif bir isimdi. Kocası Şahruh Mirza üzerindeki etkisi sayesinde, imparatorluğun başkentinin Semerkand’dan Herat’a taşınması hamlesinin arkasında o vardı. Meşhed ve Herat’ta kendi adını taşıyan camiler inşa ettiren Gevher Şad, dönemin saray entrikaları çerçevesinde, Timur’un oğullarından Miran Şah’ın torunu Ebû Saîd Mirza tarafından 19 Temmuz 1457’de Herat’ta idam ettirildi.

Valide Sultan’ı ortadan kaldırarak Timurlu tahtını uhdesine almak isteyen Ebû Saîd Mirza, 4 Şubat 1469’da Karabağ Savaşı’nda Akkoyunlulara mağlup olarak esir düştü. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Ebû Saîd’i, müttefiki Yâdigâr Muhammed Mirza’ya teslim etti. O sırada henüz 17 yaşında olan Muhammed Mirza, Uluğ Bey’in küçük kardeşi Baysungur’un torunuydu. Yâdigâr Muhammed Mirza, büyük babaannesi Gevher Şad’ın öcünü almak için Ebû Saîd’i öldürttü. Ancak kendisi de sadece 6 hafta sonra, siyasî rakibi Sultan Hüseyin Baykara tarafından infaz edildi. Hüseyin Baykara, Timur’un erkenden ölen ilk oğlu Ömer Şeyh’in torun-çocuklarındandı.

Ah ne güzel olurdu, Registan Meydanı’nda oturup, ayağımın bastığı yerlerde bir zamanlar yaşanan nice trajediyi hiç düşünmeden sadece fotoğraf çekebilmek…

#Buhara
#Uluğ Bey
#Semerkand
#Registan Meydanı
2 yıl önce
Uluğ Bey’in hatırlattığı
“Telefon konuşmam nasıl bilimsel veri haline geldi?”
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim