|
Medyatik kolonyalizm: Dünya böyle zulüm görmedi!

Dünyanın tadı kaçtı…

Kıyamete sürükleniyor insanlık topyekûn…

Cehennemine koşuyor güle oynaya bütün dünya…

Ama hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşıyor insanlar…

Bir tarafta,
cehennemi yaşayan insanlar
dünyanın dört bir tarafında… Öbür tarafta, hiçbir şey olmamış gibi
hedonizmin peşinde koşan insancıklar…

Çürümenin dibini görüyor insanlık…

Dekadansın…

Tefessühün yani.

Dekadansla dans ediyor dünya…
Aslında dünya dediğime bakmayın… Aynı ülkelerde farklı dünyalardan sözediyorum:
Sırt sırta yaşayan ama birbirine değemeyen dünyalardan... İnsan müsveddelerinden…
Zavallılardan… Acınası varlıklardan…
Dünyanın latinamerika-lılaştırıması
olarak tarif ettiğim sürece girdi bütün dünya: Aşağıdakiler ve yukarıdakiler… Yoksullar, çaresiz insanlar ve çalarak, çırparak zenginliğin ve hedonizmin dibini bulan ruhsuzlar!
İnsanın da, insanlığın da bittiği yerdir insanın insana karşı, insanların birbirlerinin acılarına karşı duyarsızlaşması…

Böyle olmayabilirdi.

Nasıl böyle olmayabilirdi, sorusunun cevabını verebilecek minik bir anekdotla devam edeyim yazıya…

“REYTİNGİN CANI CEHENNEME!”

Hayatımızın tadının, tuzunun nasıl bozulduğunu, nereden nereye savrulduğumuzu gösteren özel bir anekdot bu…

TV5’i kurduğumuzda “Reytingin canı cehenneme!” demiştim
verdiğim bir röportajda. O röportaj çok konuşulmuştu o vakitler.
Derdimiz medyada, televizyonda –neredeyse hiç olmadığımız için– adam yetiştirmekti öncelikle. Sonra da
dil kurabilmek ve söylenecek sözü söyleyebilmekti.
Ekonomik sıkıntılarla boğuştuğumuz için nefesimiz yettiği kadar
yeni formatlar geliştirmeye, televizyon dilini dönüştürmeye çalıştık, söyleyeceğimiz sözü söylemeye gayret ettik
ama kesin olan bir şey vardı: Ekonomik sıkıntılarımız diz boyuydu fakat ülkenin önünü açacak hakikat yolculuğuna başkoymuştuk, inancımızdan aslâ vazgeçmemiştik, vazgeçecek insanlar değildik: O yüzden
televizyonda o zor şartlar altında, diriltici bir ruh yeşerttik ve adam yetiştirdik…

2003 yılında kurmuştuk televizyonu. Şimdi geriye dönüp baktığımda bugün televizyonda, sinemada bir şeyler yapan pek çok parlak ismin hatta bir sinemacılar ve televizyoncular neslinin oradan yetiştiğini görüyorum, hamdolsun.

Bütün toplantılarımız, ders havasında geçerdi: Bendeniz ruh yeşertmeye ve insan yetiştirmeye odaklanmıştım çünkü: Sadece teknik eleman değil, kameraya ruh üfleyecek, kamerayı dönüştürecek öncü insanların yetişmesine kilitlenmiştim.

O yüzden reytingin ayartısına kapılmak yerine reytingi tekmeleyerek yayın yapan nadir televizyon kanallarından biri olarak tarihe geçmişti kuruluş yıllarında TV5!

TELEVİZYONLARIN “SEÇİM”İ!

Türkiye, seçimlere kilitlendi, sabah akşam seçimleri konuşuyor, seçimlerle yatıp kalkıyor… Televizyonlar kadar gerçeklerden kopuk ortamlar olmasa gerek: Pardon, cümleyi düzeltiyorum:
Türkiye’deki televizyonlar kadar gerçeklerden kopuk
ortamlar çok az ülkede vardır!
Karikatürü olan, ticarî televizyonculuğun anayurdu
Amerikan güruh televizyon-ları’ndan farkı kalmadı televizyon-larımızın:
Reyting uğruna insanları ekrana kilitliyor, en sığ, en yüzeysel konuları ayartıcı bir dille ekranlara taşıyorlar!

Görünüşte hayat pahalılığını, ekonomik krizi, geçim sıkıntısını gündemlerine alıyorlar ama bu konularla ilgili hiçbir dişe dokunur bir şey konuşmama başarısı göstererek, müthiş gerilimli, ayartıcı bir ortamda bitiyor neredeyse bütün programlar…

Gerçekte, gerçeği, hakikati öldürüyor televizyonlar,
“political animal” olarak görülebilecek, “car car car konuşan” sadece politika konuşan; sadece kendi partisini kutsayan, diğerlerini aşağılayan; kendi tarafını yücelten, diğer tarafları yerin dibine batıran tuhaf, hastalıklı, kavga etmekten, birbirlerinin sözünü kesmekten, bağırıp çağırmaktan başka bir şey bilmeyen tipleri sürekli olarak ekranlara çıkararak!
Televizyon, size gerçeği sunmaz, kurgulanmış görüntüyü “gerçek” diye sunar.
Sosyal medyadan sözetme gereği duymuyorum bile burada: Sosyal medya, kitlelerin afyonudur!
Bu konuyu yazmıştım daha önce.

İNSANIN ASIL KIYAMETİ: HAKİKATİN YOK EDİLMESİ!

Televizyon, gerçeği bütün program türlerinde dramatize eder, bir de bizde olduğu gibi haberlere bile ayartıcı müzikler basarak izleyiciyi salak yerine koyar, aptallaştırır, ayartır ve sunduğu görüntü’yü gerçek diye satar!
Gerçeği katleder, hakikatin üstünü örter!
Tartışma programlarında
da aynı dil geçerlidir:
Ayartmak!

Öyleyse, gerçeği değil, ayartı’yı “gerçek bu” diyerek sunan, gerçeği çeşitli kurgulama tekniklerinden geçirerek ayartıcı bir görüntü’ye indirgeyen pespaye televizyonlarla, medyalarla, sosyal medyalarla insanın düşünme melekelerini iptal eden, hız, haz ve ayartı çağı dromokrasi dünyasına hoş geldiniz!

“Reytingi kutsamayın”, diye eleştirdiğimiz televizyon yöneticileri, “halk bunu istiyor” diyerek, aslında, dertlerinin gerçek veya hakikat olmadığını, d
ertlerinin, izleyiciyi reklamcılara satmak
olduğunu itiraf etmiş oluyorlar!
Dertleri halkı memnun etmek değil, patronlarını memnun etmek, kapitalizmin semirmesine hizmet etmek!

“Toplum mu televizyonu bozuyor, televizyon mu toplumu?” sorusu yabana atılacak bir soru değil, elbette. Ama bu, kapitalizmin keşif kolları ve sömürü çarkları olan medyaları da, bu medyaları kullanan ağababaları güç ve çıkar odaklarını da gözardı etmememizi gerektirmez, gerektirmemeli!

Dünya kıyamete sürükleniyor, evet ama burada, medyaların hakikatin üstünü örtmeleri, insanı ayartarak insanın duyma ve düşünme meleklerini iptal etmeleri gerçeği de insan için bir başka kıyamet değil mi?

Aslında
insanın asıl kıyameti
bu değil mi?
Bu medyalar, bu sosyal medyalar aslında gerçeğin, ezelî hakikatin katilleri değil mi?
Yapay, sahte, ayartıcı gerçekler icat ederek insanın ve hakikatin ölümü bu medyalar ve bu medyaların gerisindeki güç ve çıkar odakları eliyle gerçekleşmiyor mu? Bundan büyük zulüm olabilir mi?
Boşuna dememişti
Goethe, “en iyi köleler, kendilerini özgür zanneden kişilerdir”
diye!
#Goethe
#Televizyon
#Reyting
2 yıl önce
Medyatik kolonyalizm: Dünya böyle zulüm görmedi!
Aşk yaşanmış olandır
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim