|

“Bir rüya gördüm”

15 Temmuz sabahı, Nişantaşı’na gittim, Canan’a söz vermiştim, kahvaltı yapacaktık, buluştuk, Teşvikiye Camii’nin karşısında bir yerde oturduk, uzun bir sohbete daldık.

Yeni Şafak
04:00 - 15/07/2017 Saturday
Güncelleme: 00:17 - 15/07/2017 Saturday
Yeni Şafak
“Bir rüya gördüm”
“Bir rüya gördüm”
FARUK AKSOY

15 Temmuz sabahı, Nişantaşı’na gittim, Canan’a söz vermiştim, kahvaltı yapacaktık, buluştuk, Teşvikiye Camii’nin karşısında bir yerde oturduk, uzun bir sohbete daldık.

Canan, reklam, organizasyon, tanıtım işleriyle uğraşır, bu alemde iyi de bir çevresi vardır, gazetecilerle, televizyoncularla, siyasetçilerle yakın ilişkileri olan bir arkadaşımdır, ara ara buluşur, hasbihal ederiz.

Kahvaltıda iş döndü dolaştı, benim yazılara geldi, “Bazı yazılarını çok beğeniyorum, bazılarını da sivri buluyorum, yarın için ne yazdın?” dedi.

“Anadolu’dan İstanbul’a göç eden bazı gençler, analarını babalarını alıp buraya getiriyorlar, köyde bıraksalar, etraftakiler arkalarından dedikodu yapıyor, yaşlı başlı insanları bırakıp, çekip gittiler diye, getirseler, bu koca şehrin daracık sokaklarında, eski apartmanların güneş görmeyen odalarına tıkılıp kalıyor bu insanlar, bana kalırsa merkezi köylere, kasabalara huzur evleri yapılmalı, insanlar ömürlerini geçirdikleri topraklardan ayrılmamalı, gündüzleri bağlarına bahçelerine gidip kendi diktikleri meyvelerle sebzelerle uğraşmalılar, inşaatında çalıştıkları camilerinde namazlarını kılmalılar, böyle şeyler yazdım işte” dedim.

“Vallahi iyi akıl etmişsin, yaşlı insanlar için bu şehirde yaşamak gerçekten çok zor” dedi, Canan.

Sonra birkaç kişi daha katıldı kahvaltıya, hesapta olmayan, selam verip geçmek üzereyken, Canan’ın ısrarıyla masamıza oturan onun tanıdığı birkaç kişi…

Bir müddet sonra yine ikimiz kaldık,

“Yahu Canan” dedim, “Dün gece enteresan bir rüya gördüm, bak şimdi yavaş yavaş ayrıntılarını hatırlıyorum, gerçekten çok ilginç bir rüyaydı, anlarsın bu işlerden sen, bir şey mi olacak acaba?”

“Anlatsana” dedi, anlatmaya başladım;

“Yamaca yaslanmış bir köyün alt tarafında çimenlik bir yerde, köyün merasında bağdaş kurmuş oturuyorum, biraz uzaktan bana doğru gelen birisi var, adam yaklaştı yaklaştı, baktım ki kimi göreyim, bana doğru gelen Hasan Cemal’miş…”

Canan, gülmeye başladı, “Eee” dedi.

“İyice yanıma sokuldu, hiçbir şey söylemiyor ama, ayakta dikiliyor, ben oturuyorum, sonra birden ayağını yere sürtmeye başladı, ayakkabısının burnunda oluşan balçığı, çamuru pantolonuma sürdü, yine ayakta duruyor ama, çamurlu ayakkabısını sürüyor da sürüyor üstüme.”

Canan kahkaha atmaya başladı, “Dur, dinle, gülme” dedim.

Rüyada birden ayağa kalktım, “Ne yapıyorsun lan sen!” dedim, bu sefer Hasan Cemal de gülmeye başladı, sinirim iyice bozuldu, nasıl bir tokat çıkardıysam buna, iki metre geriye doğru kaykıldı, birden bire ciddileşti, “Bizimkiler birazdan gelecekler, görürsün sen” dedi.

Başladım küfretmeye, “Ulan sana da, sizinkilere, kimmiş lan sizinkiler !...”

Tehditlerini sürdürürken bir taraftan da geri gidiyor, “Sen göreceksin, birazdan gelecekler, bu tokadın hesabını vereceksin” diyor, o söylüyor, ben üstüne üstüne gidiyorum, bir süre sonra da koşarak uzaklaştı.

“Bu kadar mı?” dedi, Canan…

“Yok” dedim, sonra bir kadın geldi, köye doğru parmağını uzattı, “Şu köyün üstündeki siyah örtüyü görüyor musun?” dedi; aslında görmemiştim, o kadın söyleyince siyah bir örtünün köyün bir kısmını örttüğünü fark ettim, “O örtüyü çek, yırt o örtüyü, yırtarsan büyü bozulacak” dedi.

Elimi uzattım, örtünün bir ucundan yakaladım, hızlıca çektim, yırttım o örtüyü, köy bir tablo gibi karşıma çıktı ve sonra uyandım.

Canan, bu kez gülmedi, “Bunu yazsana yarın için, gerçekten çok enteresan bir rüya görmüşsün, hayrolsun inşallah” dedi.

Kahvaltıdan sonra Kabataş’a indim, tramvayla Topkapı’ya, bizim kanala geçtim, o akşam Serhat’la, (İbrahimoğlu), Fransa’daki terör saldırısını konuşacaktık.

Yayın 21:00 gibi bitti, gündüz vakti Nişantaşı’na kendi arabamla gelmiştim, ulaştırmadan beni Nişantaşı’na bırakmalarını istedim.

Yayından sonra Fatih’le yola çıktık, Balat’ın oradan geçip, Dolmabahçe’den Nişantaşı’na gitmeye karar verdik.

O esnada birkaç arkadaşım aradı, garip şeyler olduğunu, askeri araçların köprüleri kestiğini, enteresan bir hareketlilik yaşandığını falan söylediler, hemen radyoyu açtık, haber kanallarından bir şeyler öğrenmeye çalıştık.

Etraf sakin görünüyordu ama radyolar hiç de öyle söylemiyordu, saat 22:30 gibi benim aracımın olduğu yere geldik, Fatih geri döndü, ben de arabama binip tekrar kanalın yolunu tuttum.

Geri döndüğümde, biraz önce geldiğim yolun kapatıldığını gördüm, Taksim’den, Kağıthane’ye inmeye, oradan da Topkapı’ya gitmeye karar verdim, Taksim’e çıktığımda, Divan Otel’in önünde üç beş taksici yolumu kesti, Taksim’e girişlerin yasak olduğunu, geri dönmem gerektiğini söylediler, arabalarıyla yola barikat kurmuşlardı.

Aylar sonra Yeni Şafak’ta bir haber okudum, darbe gecesi bazı taksiciler, halkın toplanmasını engellemek üzere yolları kesmişler, o gece bu haberin doğruluğunu da yaşayarak gördüm.

Kanala ulaşmak için farklı güzergahları denedim, telefonum sürekli çalıyordu, kimisine cevap veriyordum, kimisini meşgule atıyordum.

Bizim haber merkezinden Gökhan(Yılmaz) aradı, “Abi canlı yayın yapıyoruz, darbe girişimi var, aradığımız hiç kimse yayına bağlanmak istemiyor, Ersin Çelik, yayına katıldı, sen de konuşur musun?” dedi.

Darbe anında telefonu Gökhan’ın yüzüne kapatanlar hakkında ne konuştuğumuzu burada yazmayacağım.

Neyse, TVNET’in yayınına bağlandım, diyeceklerimi dedim, o sırada Fatih Camii’nin önüne çıktım, orada da yolu kesmişlerdi, arabayı kenara çektim, tanımadığım birkaç kişiyle ayaküstü sohbet ettim, tekrar Gökhan’ı aradım, “Beni bir kere bağlayabilir misin, burada yollar kesilmiş, kanala gelemiyorum, millet Vatan Caddesi’ne doğru yürüyor, ben de oraya gidiyorum, sürekli telefon bağlantısı yapabiliriz” dedim.

“Şimdi olmaz” dedi, bir daha da dönmedi.

Bu konuşmanın ardından İbrahim ağabeyi(Karagül’ü) aradım, “Kanalı sakın boş bırakmayın, sonuna kadar direneceğiz, bu bir işgal girişimidir, bu gece bu savaşı kazanamazsak, ülke elden gider” dedi.

Daha sonra Merve Şebnem’le konuştum, “Sen Vatan’a in, biz Saraçhaneye gidiyoruz, oranın durumu iyi değilmiş” dedi, ben, Vatan Caddesi’ne indiğimde, insanlar askeri araçları durdurmuş, kontrolü ele almışlardı.

Tekrar arabayı bıraktığım yere, Fatih Camii’nin önüne döndüm, kapatılan yol da açılmıştı, saat 03:00 gibi TVNET’e ulaştım, koşarak haber merkezine indim.

Mustafa Albayrak, Ömer Bolat ve bizim ekip haber merkezinde oturuyorlardı, kucaklaştık, durum değerlendirmesi yaptık, Ömer Bolat, “Mustafa Cambaz’ı, Çengelköy’de vurmuşlar” dedi, gözleri doldu, tekrar sarıldık.

Uçaklar, ara ara bizim binanın üstünden alçak(!) uçuşlarını sürdürüyorlardı, patlamalar, gecenin uğultusuna karışıyordu, herkes ama herkes endişeliydi, kızgındı, telaşlıydı ama kararlıydı.

Sonra yayına girdim, saatlerce darbeyi konuştuk, en başından beri, bu işi Fethullahcıların yaptığını Yeni Şafak ve TVNET’in doğru tespit ettiğini ve Türkiye’yi sokağa çağırdığını anlattık.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte köprüleri tutan darbecilerin teslim olma görüntülerini ekrana yansıyınca, Hasan Cemal’in çamurlu ayakkabısını, benim tokadımı, yemyeşil Anadolu köyünün üstünü örten siyah örtüyü parçalayışımı hatırladım, Canan’ı aradım.

“Canan, şimdi gülebiliriz, o kara örtüyü paramparça edip, gün yüzüne çıktık” dedim…

#15 Temmuz
#Darbeciler
#TVNET
7 years ago