'Ermeni Diasporası ve kuruluşlarının 6 Mayıs 2021'de yayımladıkları Türkiye aleyhine kampanya stratejisi' üzerine açıklamalarda bulunan Emekli Tümamiral Cihat Yaycı, ''Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (BAU DEGS) olarak Türkiye’nin uluslararası düzlemde uğradıkları haksızlıklara karşı araştırmalar yapmakta ve çalışmalar üretmekteyiz. Buradan hareketle de sözde Ermeni Soykırımı iddiaları hakkında Türkiye’ye yönelik atılan iftiraları bertaraf etme gayreti içindeyiz'' ifadelerini kullandı.
- Yaycı, ''Nisan 2021 ayı içerisinde sözde Ermeni Soykırımı hikâyesinin aslını dünyaya anlatmak, asıl soykırıma uğrayanların Türk ve Müslümanlar olduğunu ortaya koymak için bir mektup kampanyası yaptık. Mektuplarımızı ABD Başkanı ve Kongre üyeleri olmak üzere alakalı tüm adreslere ilettik. Tarihi ve hukuki olarak haklı olduğumuz apaçık ortadadır'' dedi.
Tarih belgeleriyle her şeyin çok görüldüğünü belirten Yaycı, ''Tarih belgeleriyle çok açık göstermektedir ki esasen Ermeniler Erzurum, Erzincan, Trabzon, Van, Bitlis, Gaziantep, Kahramanmaraş, Elazığ başta olmak üzere daha nice yerlerde Türk ve Müslüman halka soykırımlar gerçekleştirmiş, toplu mezarlara bebek, çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genci vahşice öldürmüş, yakmış veya canlı canlı toplu mezarlara gömmüşlerdir. Sadece Van ve çevresinde bile 22,900 Türk katledilmiştir. Iğdır ve Kars’ta ise Ermeni çetelerce katledilen Türklerin toplu mezarları bulunmuştur. Ayrıca Azerbaycan’da Azerbaycan Türk’ü soydaşlarımıza, Kerkük’te de Türkmen soydaşlarımıza ve Özbekistan’da Fergana Vadisi’nde Özbek Türkü soydaşlarımıza Ermeni örgütlerce soykırımlar gerçekleştirilmiş, toplu mezarlar ortaya çıkarılarak Ermeni soykırımcılarının hedeflerinin Türk soyu olduğu net bir ortaya çıkarılmıştır. Bu mezarların bir kısmı günümüzde dahi yeni yeni ortaya çıkmaktadır'' olduğunu belirtti.
İddiaların asılsızlığı ispatlandı
Yaycı, Aynı dönemde yaşanan ve Türklere karşı yapılan katliamların tarihi kanıtları açıkça gösterildiğini ifade etti.
- Yaycı açıklamalarına şu şekilde devam etti:
- Kaldı ki Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCarthy de 1915 Olaylarına dair Ermeni iddialarını yalanlar nitelikte açıklamalar yapmış ve belgeler ortaya koymuştur. McCarthy, yaklaşık 1 milyon Türk’ün öldürüldüğünü ve bu sebeple de aslında Ermenilerin Türklere karşı bir soykırıma giriştiğini vurgulamıştır. Tüm bu olgular, asılsız Ermeni iddialarının aksine Doğu Anadolu’daki Türk soykırımının gerçekliğini tarihsel kanıtlarla ortaya koymaktadır.
ABD tarafından ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın direktifleri ile Tümgeneral James G. Harbord’ın hazırlamış olduğu 1919 tarihli raporda, Tarihçi James McCarthy’nin gün yüzüne çıkarmış olduğu 1919 tarihli ABD Kongresi’nin direktifleri ile Yüzbaşı Emory H. Niles ve Arthur E. Sutherland Jr.’ın hazırlamış oldukları raporda, Tarihçi Guenter Lewy’nin çalışmaları başta olmak üzere birçok raporda “Ermeni iddialarının doğruluk payı olmadığı ve öne sürülen belgelerin uydurma olduğu” belirtilmiş hatta Ermini tarihsel kaynaklarda bile Türklere yapılan soykırımı ortaya koymuştur.
''Ermenilerin iftiralarını bizzat en üst düzey yetkilileri dahi söyledi''
Ermenistan’ın ilk Başbakanı ve Taşnak Partisi’nin en yetkililerinden olan Ovanes Kaçaznuni’nin Nisan 1923 tarihinde Bükreş’te gerçekleşen Taşnaksutyun Partisi’nin yurtdışı konferansında sunduğu rapor bu konuda çok önemlidir. Kaçaznuni bu raporunda partinin baştan sona faaliyetlerini incelemiş ve suçun parti yöneticilerinde olduğunu belirtmiştir. Taşnaksutyun’un Müslüman nüfusu katlettiğinin altını çizmiş ve Türkiye’nin tehcir kararının doğru olduğunu ifade etmiştir. Rusya’ya bağlandıklarını ve Batı kamuoyundan destek aldıklarını da itiraf etmiş ve partinin feshedilmesini talep etti.
- Ermeni tarihçi Lalayan, Taşnak hükümetinin burjuva-milliyetçi politikalar sürdürdüğünü ve bu politikaların Ermenistan’daki nüfusun neredeyse yarısının mahvolmasına sebep olduğunu ifade etmiştir. Lalayan çalışmasında 1918-1920 yılları arasında Ermenistan’da hükümet olan Taşnaksutyun diktatörlüğünde nüfusun azalması ile ilgili verdiği bilgilendirmede, Türk nüfusunun yüzde, Kürt nüfusunun da yüzde 98 oranında azaldığının altını çizmiştir[1. Kızıl Ordu Komutanları Todorskiy ve Sviridov da 1921 yılında Orconokizde’ye mektup göndererek, 1919 ve 1920 yıllarında Şerur Bölgesi’nde Taşnakların büyük katliamlar gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. 19 Haziran 1920 tarihli Azerbaycan Türkü, Gürcü ve Ermeni Bolşeviklerin imzası olduğu bir telgrafta Müslüman köylerinde kitlesel katliamlar yapıldığı belirtilmiştir. Lalayan Taşnakların, Ermeni olmayanları 1918-1920 yıllarında devlet aygıtından uzak tuttuğunu, Azeri ve Kürt nüfusa karşı etnik bir temizlemeye gittiğini belirtmiştir. Ermeni T.Haçikoglyan da Taşnakların binlerce Türk’ü yok ettiğini ifade etmiştir. Sovyet Ermenistan’ı üst düzey yöneticilerinden A.F.Myasnikyan, Taşnakları“Kafkaslar’ı ‘Türklerden temizleyen’insanlar” diye ifade etti.
Dönemin en önemli kaynak belgesi sayılan Çarlık Rusyası belgelerinde, Birinci Dünya Savaşı zamanı Ermeni terör teşkilatlarının yaptığı katliamlar ele alınmıştır. Bu raporlardan en önemlilerinden biri, Tuğgeneral Leonid Mitrofanoviç Bolhovitinov’un raporudur. Raporunda Ermeni meselesinin tarihi üzerinde de duran Bolhovitinov; Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin isyan için yaptığı hazırlıkları, savaş sırasında Ermenilerin Türk ve diğer Müslümanlara yaptığı vahşi katliamları, Ermeni gönüllüleri arasındaki parti taraftarlarının mücadelesi gibi konuları ele almıştır. Ermeni devlet ve bilim adamı Artaşes Karinyan, Ermenilerin nüfusunun diğer gruplara nazaran kıyaslanmayacak derecede az olduğunu belirtmiştir. Karinyan, Rus askeri makamlarının raporlarında Ermeni Taşnakların Türk ve Kürt halkına sistematik saldırı yaptığını ve buralarda etnik temizlenme yaptığının altını çizmiştir. Bu katliamlar öyle bir duruma gelmiştir ki artık Rus komutanlar da bu durumdan rahatsız olmuştur. Hristiyan nüfusun Müslümanlara karşı yaptığı yağmanın büyüklüğü sonrası, önlemler alınması için Rus Askeri Valisi’nin karargâha yaptığı başvurulara dair belgeler de Çarlık Rusyası arşivinde mevcuttur. Hatta yağma zamanı Ermenilerin, Rus askerlerine dahi ateş ettiği ve askeri birlikten silahlar çalarak firar ettikten sonra soygun yaptıkları için tutuklamalar yapıldığı raporlarda mevcuttur.
Sonuç olarak, dünya kamuoyunda Türkiye ve Türk milletine dayatılmak istenen sözde “Ermeni soykırımı” yalanı tarihsel açıdan hiçbir gerçeklik taşımamaktadır. Bu nedenle Türklerin saklayacak hiçbir ayıbı yoktur. Ülkemiz uluslararası düzlemde tarihi arşivlerin karşılıklı olarak açılması talebini ve teklifini defalarca dile getirmiştir. Buna karşılık sözde soykırım iddia sahipleri bu talebi ve teklifi inatla görmezden gelmişlerdir. Bunun nedeni iddia ettikleri soykırımı kanıtlayacak belgelerinin bulunmaması gerçeğidir. Diğer yandan eğer arşivler açılırsa Türklere yönelik gerçekleştirdikleri soykırımların belgelerinin gün yüzüne çıkacağından endişe etmektedirler.
Hukuki olarak ise, soykırım suçunun yer aldığı ilk hukuki belge, o zamanlar yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletlerin 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(I) sayılı kararıdır. Bu karar ile soykırım, uluslararası hukuka göre suç sayılmıştır ve cezalandırılmasının uluslararası bir mesele olduğunun altı çizilmiştir.
Birleşmiş Milletlerin aldığı bu karar uyarınca 6 Aralık 1948’de Paris’te Genel Kurul’un 260A (III) sayılı kararıyla, toplantıda bulunan 56 üye devletin tamamı tarafından “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme (SSÖCS) oy birliği ile kabul edilmiştir. Sözleşme 12 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir. BAUDEGS çatısı altında oluşturulan Ermeni Tehciri Dosyası kapsamında yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır ki (önceki çalışmaları da teyit ederek) sözde Ermeni Soykırımı iddiaları Sözleşmede açıklanmış olan soykırım suçunun herhangi bir unsurunu taşımamaktadır. Soykırım suçu için özel kast aranıyorken tehcir esnasında herhangi bir soykırım kastının olmadığı tarihi belgelerle ortadadır. Ayrıca eğer soykırım kastı olsaydı bile Soykırım Sözleşmesi hukuktaki geriye yürümezlik ilkesini bünyesinde bulundurmaktadır. Bu ilkeye göre bir kanun veya sözleşme onaylandığı tarihten itibaren işlenen suçlara uygulanabilecektir. 1915 yılında gerçekleştiği iddia edilen bir olay için 1948 yılında imzalanan bir sözleşmeyi uygulamaya çalışmak evrensel hukuk uygulaması ile çelişmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu olaylardan ötürü yargılanması ne tarih ne de hukuk açısından mümkündür.
Diğer yandan müfteri Ermenilerin tazminat taleplerini tekrar gündeme getirmeleri muhtemeldir ancak bu talepler konusunda ortada hukuki gerçeklik ve bir engel daha vardır. Şöyle ki; 1923 yılından başlayan Türkiye-ABD arasındaki tazminat sorununun 1934 Antlaşması ile herhangi bir şüpheye yer vermeyecek şekilde sonlanmış olduğu da bir gerçek.
Ancak tüm bu hukuki ve tarihi gerçeklere rağmen ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan 2021’de “Soykırım” iadesini kullanmasının ardından, ABD yürütme erkinin beyanının Amerikan Mahkemelerinde hukuki referans olarak alınabilidiğini hatırlatarak önümüzdeki süreçte aleyhimize ciddi bazı politik ve ekonomik kampanyalar düzenleyebileceklerini, bu kapsamda Ermeni diasporasının, Türkiye düşmanlarıyla birlikte harekete geçip, tazminat ve sigorta davaları açabileceklerini konusundaki endişelerimizi paylaşmıştık.
En kötü senaryoya göre hazırlık olmalı
Yaycı, ''Zira hukuki ve tarihi gerçeklikler tümüyle lehimizde olsa dahi, kuralı güçlünün koyduğu ve değiştirebildiği bu uluslararası ortamda en kötü senaryoya karşı hukuken ve siyaseten hazırlıklı olmalıyız demiştik. Bu noktada stratejimizi hukukun geriye işlemezliği ilkesinin uluslararası hukukta geçerli olduğunu faraziye olarak kabul edersek, bu faraziye ortadan kalkarsa tüm stratejimizin de dayanağını çöker, o nedenle en kötü senaryoya göre hazırlıklı olmalı, stratejiler geliştirmeliyiz diye nacizane öngörüde bulunmuştuk' açıklamasında bulundu.
- Yaycı:
- Ne yazık ki öngürülerimiz bir bir gerçekleşmektedir. Ermeni Diasporası ve lobileri ısrarcı iftiralarını ve taleplerini zorla kabul ettirmek husunda yeni bir yol stratejisi belirlemektedirler. Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) 06 Mayıs 2021 tarihinde, ABD Başkanı Joe Biden’ın, ‘Soykırım’ beyanı sonrası lobi olarak izleyecekleri yol stratejisine dair yeni bir röportaj yayımlamıştır. Ermeni Lobisi ANCA’nın Türkiye’yi hedef alan yol haritasının ana başlıkları şu şekildedir.
- 1)Kurumsallaştırma:Anma günleri, yıllık kutlamalar, anıtlar, müzeler ile 1915’i kurumsallaştırmak. Hem ABD genelinde hem de dünya genelindeki devletlerde ulusal günler, anmalar yaptırmak.
- 2)Eğitim: ABD'de tüm eyaletlerde olacak şekilde ve dünya genelindeki devletlerinde sözde ‘soykırımı’ eğitim müfredatlarına sokmak.
- 3)Hukuki alternatif yollara başvurarak bireysel ve kurumsal olarak tazminat ve ceza davaları açmak;
- a. Bireyler düzeyinde açılan davalar yolu ile (Örneğin; 2010'da İncirlik Üssü'nün Ermeni çiftçilere ait olduğu iddia edilen tarım arazisi olması vb.)
- b. Kuruluşlar düzeyinde açılan davalar yolu ile (Ermeni Kiliseleri ve kilise mülkleri gibi). Ermeni kilisesinin tarihsel merkezinin yıkılması ve çalınması iddiaları ile bu merkezin geri temin edilmesi üzerine Avrupa’da ve Türkiye’de davaların açılmasının artırılması durumu.
- c. Devletler düzeyinde açılan davalar yolu ile (Ermenistan’ın dava açması, konuyu ve taleplerini BM'ye taşıması)
- 4)Türkiye ve müttefiklerini zora sokmak için aleyhlerine lobicilik faaliyetleri başlatmak.
- 5)Türkiye’yi destekleyen Pakistan’a hedef almakve Pakistan karşıtı Hindu Amerikan müttefikleriyle yakın temasta bulunmak suretiyle Kongre üyelerinin dikkatini nükleer silahlar konusundaTürk-Pakistan işbirliğine çekmek,
Ermenilerin tarihi yol haritası; 4T= TERÖR-TANIMA-TAZMİNAT-TOPRAK
Maalesef tehlike büyüktür. Çok ciddi ve çok boyutlu hazırlık yapmalıyız. Ermenilerin tarihi yol haritası; 4T= TERÖR-TANIMA-TAZMİNAT-TOPRAK’dır. Ermeniler bu yol haritasının ilk iki safhasını gerçekleştirmişleridir. Şimdi sıra diğer iki basamaktadır. Ve şimdi sigorta şirketleri ağır tazminat davaları açmaya hazırlanıyorlar. Unutulmaması gereken bir gerçek vardır, ne kadar da hoşumuza gitmese, uluslararası hukuk güçlü hukukudur. Bu gerçekten hareketle çok boyutlu tedbir almalıyız. Bugün büyük güçler, hukukun geriye işlemezlik ilkesini göz ardı ederek uluslararası ceza mahkemesine bu meseleyi götürüp, yeni bir karar aldırabilir. O zaman Türkiye’nin uluslararası prestiji, saygınlığı zedelenir. Onun için ön almalıyız. Onların yaptıklarının önlerine koymalıyız. Savunmacı diplomasiden atak diplomasiye acilen geçmeliyiz.
Öncelikle Ermeni ya da Rum iddia, iftir ve taleplerini asla müzakere etmemeliyiz. Edebiliriz havası dahi vermemeliyiz. Eğer Türkiye, ‘oturalım, konuşalım’ teklifini kabul ederse, işte o an, ‘onlar da soykırımı kabul ediyor’ diyeceklerdir. Bunun hukuki bir geçerlilik sayıp, bizi ‘soykırımcı’ ilan edecekler. Kesinlikle müzakere edilmemesi, masaya oturulmaması lazımdır. Bu konuda devlet yetkililerinin en ufak niyet bile belirtmemesi gerekiyor. Yoksa mahkeme kararının yerine geçer, aleyhimize kullanılır. Bazı çevreler ‘özür dileyim, oturup, helalleşelim’ diyecektir, özür kampanyaları yapılacaktır, hepsinin arkasında ‘soykırım’ lafını kullanan kesimler olduğunu ve Türkiye düşmanları olduklarını asla unutmamamız gerekir.
- Yaycı bu ön şartı yerine getirmek kaydıyla, aşağıdaki hususların yapılmasında fayda olduğunu belirtti:
- 1. Hemen Yunan ve Ermeniler tarafından Türklere yapılan soykırımları belgelemek üzere enstitü açmalıyız.
- 2. Yerel mahkemelerde şu andaki tanık ifadeleri belgelenmeli ve Ermeni ve Rumların yaptıkları soykırım mahkeme kararları ile tescillenmelidir.
- 3. Müteakiben TBMM tarafından Ermenilerin ve Yunanlıların Türk ve Müslümanlara soykırım yaptığı karara bağlanmalıdır. Bu kararlar elimizde bulunmalıdır.
- 4. Yapılacak değerlendirmeye istinaden BM’ye müracaat edip Türkiye, Ermeni ve Yunanlılardan tazminat talep etmelidir.