Çolpan İlhan, Attila İlhan'ın kardeşi, Sadri Alışık'ın eşi, Kerem Alışık'ın da annesi. Ama o yıllardır böylesine başarılı isimlerin yanında Çolpan İlhan olarak anılmayı başaran bir isim. Çolpan ile 4 Şubat'ta sahnelenecek yeni oyunu Sonbaharı Beklerken'in provaları arasında konuştuk. Bize abisi, eşi ve kendisini içine alan hayat filmini anlattı...
Ayrım yapabileceğim bir üçleme değil. Bunları birbirinden ayıramam.
Abimin çocukluğumdan bu yana bilgi edinmemde çok emeği vardır. Babam kaymakamdı. Gittiğimiz kazada ortaokul yoktu, okula 11 yaşımda Kandilli Lisesi'ne daimi yatılı olarak gittim. Haftasonları gelir beni alırdı ya da mutlaka biryerde buluşurduk. İki abim vardı, hepsini de çok severdim.
Abim bana daha ilkokula gitmeden divan edebiyatından şiir ezberletmişti. Şu an bile aklımda…
"Gülmezse yüzün bahçelerin kalbi kan ağlar, güllerle dolar görse seni gülerken dağlar" diye bir şiirdi. Bana "Divan Edebiyatı'nı sökersen, küçük yaşta bilgi sahibi olacaksın" demişti. O kimseden ders almadan Fransızca öğrenmişti. Çok ileri zekalı biriydi ve çok kapsamlı bir beyni vardı. İlkokul birinci sınıfa geldiğimde ise ortaokulda lazım olur diye Fransızca öğretmek istiyordu. Fakat ben öğrenmek istemediğim için öğle uykularına yatıp, numara yapardım.
Ben evlenene kadar burada yaşadı sonra Fransa'ya gitti. Onu uzun süre göremedim.
Babam İzmir valisiydi, annemle birlikte Karşıyaka'da oturuyorlardı. Sonra babam vefat etti. Ben İstanbul'daydım, öteki abim de evlenmişti. Attila abim annem yalnız kalmasın diye döndü.
Hem düşkündü hem de annem eğer o gelmeseydi çok yalnız kalacaktı. Geldikten sonra İzmir Demokrat Gazetesi'nde yazıişleri müdürlüğü yaptı.
Hayır. İnsanların bilgili ve donanımlı olmalarının üzerinde çok duran biriydi. Ben çok roman okurdum. Yunan klasiklerini erken yaşta bitirdim. Bunlar hayatta insana lazım olacak diye beni yönlendirdiği olmuştur.
Hayır hiç alakası yok. Hepsi tesadüf aslında. Ben Mimar Sinan'da Resim Bölümü'nde okurken aynı zamanda İstanbul Konservatuarı'na devam ediyordum. Tiyatroya çok merakım vardı. İlkokulda bile tiyatro oyunları sahnelerdim. Yaşlı rolleri oynardım, anne ve anneannemin gözlüklerini takar, sonra onları kırardım. Oyuna ve oyunculuğa zaafı olan bir insandım. İmtihanı kazanıp İzmir'den İstanbul'a geldim. O zaman abim İstanbul'daydı. Onunla aynı evde kalıyorduk. Ben sabahları okula gidiyordum o da işine gidiyordu. Okuldaki güzel heykelleri de görünce, arkadaşlarla Modern Antigon'u sahneleyelim dedik. Kendi aramızda amatörce bir kadro oluşturduk. Oyun yankı uyandırdı çok beğenildi.
O oyundan sonra ben çok beğenilmiştim. Gençlik tiyatrosu olarak Balıkesir'de festivale çağırıldık. O sırada Orhan Hançerlioğlu diye bir yazar da beni sahnedeyken izlemiş. Şakir Sırmalı diye bir yönetmen Kamelyalı Kadın filmini yapmayı düşünüyor. İnce uzun iri gözlü bir kız arıyor. Bende öyleyim o zamanlar. Hançerlioğlu benim için "Çok yetenekli akademi tiyatrosunda izledim, bulabilirsen onu oynat" diyor. Böylece beni buluyorlar ve benimle konuşuyorlar. O zamanlar sinema aklımda yoktu, okuyordum çünkü. Bir de benim babam ve annemden izin almam lazımdı.
Destek olarak abilerimi yanıma aldım. İzmir'de iki abim bir babam iki gün boyunca toplantı yaptılar.
Babam "Tamam yetenekli ama nasıl olacak, engellemek de istemiyorum." demiş. Abim ikna etmiş. O zaman babam "Okul bitecek" şartı koşmuş. Nitekim son sınıfta Kamelyalı Kadın filmine başladım.
Hiç öyle bir şey hissetmedim. Benim öteki abim de hissetmedi. O da çok entelektüel biriydi. Avukat oldu, baro başkanlığı yaptı, hukuk üzerine kitaplar yazdı. Biz hiç birbirimizle yarışmadık. Herkes kendi kulvarında başarılı oldu. Her şeyi bir kalite içinde yapmaya çalıştık.
Hevesliydim. O zamanlar yetenekli miyim, yoksa yeteneksiz miyim diye düşünmüyordum. Kandilli Lisesi'nde 9. Sınıfta oyunlar sahneye koydum. Erkek rollerine giriyordum. Herhalde yetenekliydim.
Çok beraber çalıştığınız için hergün birbirinizi görüyorsunuz. Ancak Sadri ile bizimki öyle olmadı. Çünkü zaten Sadri evliydi.
Hayır. Zümrüt filmi çekilirken ayrılma aşamasındaydı. O filmlerde aramızda bir şey yoktu. Biz iş arkadaşıydık. Ama o içinden geçiriyor muydu bilemiyorum.
Hayatla çok içiçe bir insandı. Hayatı seven, yaşamın her anını değerlendirmek isteyen, biriydi. Çok esprili, pozitif, derinliği vardı. Yaş farkımız da vardı. Aynı zamanda bir oyuncu olarak da dikkatimi çekiyordu. Şakaları, bana yaptığı espriler hoşuma gidiyordu.
Yalnızlar Rıhtımı diye bir film çektik. Çocuk, adada denizcilik okulunda okuyor kız ise evde. Aralarında bir aşk başlıyor, fakat sonra bir süre birbirlerinden kopuyorlar, yıllar sonra bir mekanda karşılaşıyorlar. O filmin konusu da bizi çok etkiledi. Sonra 18 saat rıhtımda yağmur yedik.
Evet, (gülüyor) her gece sabaha kadar çalışırdık. Bunlar insanı etkiliyor.
Hayır. İkimiz de işimizi iyi yapıyorduk.
Ama ben zaten Çolpan İlhan'dım Sadri ile evlendiğimde. Bu çok önemli. Evlendikten sonra bu işleri yapsaydım daha farklı olurdu. Yalnızlar Rıhtımı filminde ilk Çolpan İlhan'ın ardından Sadri Alışık'ın ismi çıkıyordu. Gencecik yaşta bir sürü iş yaptım.
Oturup konuşurduk. Mesela bir senaryo hakkında birbirimizin fikrini alırdık. Oyuncuların kendi aralarında yaptıkları konuşmalar olur. Sadri çok iyi bir oyuncuydu. Güzel yorumlardı, çok güzel bir sesi vardı, iyi konuşurdu. Hayran olunacak oyunları vardı.
İki oyuncunun beraberliği çok hoş bir şey. Birbirinizi anlıyorsunuz. Biz çok normal tipler değiliz. Her şeyden bir anlam çıkarıp hoşluklar yaratırız. Hiç bir şey yokken karamsarlığa düşeriz. Ruhsal yaşamda değişiklikler olur.
Her şey… Hayatın kendisi. 36 yıl hayatı paylaşmışız. Yaşamı, çocuk, meslek, seyahatler, ev, misafirler, hüzünler, sevinçler… İyi giden bir evlilikti.
Dışarıya çok kapandım. Arkadaşlarla beraber yemeklere çıkardık, o hayatım bitti.
Çünkü yalnızken eskisi gibi olmuyor. Başka birileriyle gitmek de hoşuma gitmiyor. Yakın arkadaşlarımla çok nadir dışarıya çıkıyorum. Zaten mazbut ve derli toplu bir hayatım var. Artık hevesim de kalmadı. Arada arkadaşımı alıp sinemaya giderim. Tabi ki insanın hayatı çok değişiyor.
Beni yerimden sarstı. Epey bir zaman aldı. Amerika'ya gittik. Sadri'nin karaciğeri değişti. O zaman ölümünden korktum. O ameliyata girdiğinde ben bir taraftan çırpınıyordum. Bunları hatırladığım zaman bile beni derinden sarsıyor. Bu beni içime kapanık yaptı. Normal bir evlilikten fazlasını yaşadım.
Çalışarak. Bir butiğim vardı. Hiç durmadan çalışırdım. 40'ı çıkmıştı daha yeni butiğe gidiyordum gözüm yaş içinde. Bir şey soruyorlardı ve ben de cevaplıyordum. Bu şekilde aştım.
Ben hatırlamak istemesem de, Sadri öyle bir insandı ki kendini hatırlatmanın bir yolunu bulurdu. Mesela evin her köşesine notlar bırakırdı. Değişik, tatlı bir adamdı. Bir gün hayattayken halının altında bir not buldum."Bu ne?" diye sordum,"Ölünce beni hatırlarsın diye koydum" dedi.
Kendisi oldu. Mesela gecenin üçünde "Sokağa çıkalım" diyen bir insandı. Gece kulubüne giderdik ertesi günü set olurdu. Sabaha karşı "Çok güzel bülbüller ötüyor" diye beni dışarıya çıkarırdı.
Çok şey. Kerem utangaçtır. Sadri de çok utangaçtı. Kerem de espiriye yatkın, hayatın içinden mizah çıkaran, gülen biridir. Duygusal. Baba ve dayının özellikleri çok var. Çok dürüst. Sadri de öyleydi. Bir gün eve geldi paltosuz, kötü bir halde. "Ne yaptın paltoyu unuttun mu" dedim. "Yok bir adam titriyordu ona verdim" dedi. Parasını ihtiyacı olan herkese verirdi.
Çok duygusaldı. Ayhan'ı (Işık) kaybettik yıllarca ev matemhaneye döndü. Çok ağladı, üzüldü, kendini harap etti. Ayhan'ın bir kaseti vardı, sabahlara kadar o sesi dinledi. Mezarlığa gitti arabanın farlarını mezarlığa doğru tuttu, onunla sohbet etti. Ayhan'ın gözünü, burnunu ve elinin resimlerini yapardı.
Sigara tutmuş elini, gözünü, bığını çizerdi. Kataloglar dolusu resim yaptı. Çünkü Ayhan bizim için sağlık timsaliydi. Mesela sekizinci kata çıkacağız diyelim biz asansöre binerdik, o merdivenleri hızlı bir şekilde hiç yorulmadan çıkardı. Spor yapar, kendini çok iyi bakardı. Hatta ben ona "Sen doksan yaşında bile tenis oynarsın" derdim. Onu böyle bir şekilde kaybetmek hepimizi çok sarstı.
Düzenli bir insanımdır, boş vakti hiç sevmem. Yayılamam, uzanamam, uyuyamam.
Geçiniyor tabi. Mesela butiğimde bu oyunun kıyafetlerini de yapabiliyorum. Zaman geçtikçe içiçe bir hal aldı.
35 yıl oldu. Çok sevilen bir moda evidir. İnsanlara karşı olan sıcaklığım sayesinde bu günlere kadar geldi.
İnsan severim, her gelen müşteriyi kendim gibi görürüm. Ona en iyi yakışanı bulmaya çalışırım. Yanımda çalışanları ona şartlamışımdır. Uyduruk hiç birşeyi kabul edemem. Müşteri illa istediğini yaptırmaya çalışıyorsa, onu ikna ederim. Evvela onun istediğini yaparım, bir de kendi istediğimi gösteririm. İlgilenirim, yapım öyle zaten.
İyi, ancak takıntılı da değilim. Abimden bir çok şiir aklımda kalmıştır. Beni genç kızlık yıllarımda çok etkilemiştir.
Birgün Ben Sana Mecburum şiirini bana okudu. Abime "Anneme şiir ithaf ettin, abime şiir ithaf ettin bu şiiri de bana et" dedim. O da bana dedi ki; " Ben senin abinim, ben sana nasıl mecbur olacağım" dedi. (gülüşmeler) Anlayacağınız öyle kaytardı.
Bütün şiirlerini beğenirim. Her biri çok koyar insana. Hayatı, aşkı, ortamı çok güzel anlatır. İnsanların yaşadığı duyguları biçimsel olarak hissedince etkilenmemek mümkün değil. Abim çok tatlı bir insandı. Mütevazi, çok bilgiliydi. Hep gençlere randevu verirdi, onlarla konuşurdu. Yazarlar yetiştirmiştir. Bilgi Yayınevi'nin başındayken bir çok kadın yazarı öne çıkarmıştır.






