Ramazan ışıkları Yahya Kemal’in ışık saçan dizeleri

Âlim Kahraman
04:0015/03/2025, Cumartesi
G: 15/03/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Mahya geleneği savaş yıllarında, duruma uygun bazı içerik değişiklikleriyle devam etmiş, Yahya Kemal de o yıllar İstanbul’da Darülfünûn’da hocaydı. Halide Nusret Zorlutuna’dan nakledildiğine göre o yıllarda Yahya Kemal’in bir dizesi de mahya olarak İstanbul halkıyla buluşmuş.

Ramazanı ışıklar ayı, bir aydınlanma ve kendine gelme mevsimi olarak anlıyorum.

“Kandil” diye bir kelimemiz var bizim. Bir aydınlanma aracının adıyken zamanla manevî bir içeriğe bürünmüş. Ramazanın hemen öncesinde Recep ve Şaban ayları içinde Regaib, Miraç ve Beraat geceleri büyük aydınlanmaya bir hazırlık gibi önce içimizde, sonra minarelerde yanar, dünyamıza ışıklar saçar. Hepsinin ortak adıdır “Kandil”. Nihayet Ramazan hilali, bir gök ışığı halinde, ince ve zarif doğar ufkumuzda. Her akşam tekraren kendini yeniler ve büyür o hilal. Ayın on dördünde dolunay olur. Olgunluğa ulaşır.

Ramazan öncesinde bazı gecelerde yanan, adeta ipil ipil, karanlıklar içinden bize göz kırpan kandiller, Ramazan ayı boyunca sürekli hale gelir. Ramazanın yirmi yedinci gecesinde, tüm yılın gecelerini temsilen o yılın en büyük “Kandil”i olur; Kadir Gecesi idrak edilir. Kadir “Kandil”i, içinde taşıdığı büyük anlamı Kur’an’dan almaktadır. Onun yeryüzüne en büyük aydınlık olarak inişinden..

Kadir gecesinin ihyası, bir mükafat gibi gelen bayrama hazırlıktır aynı zamanda. Bir sabah vakti, bayram namazında bizi bir araya getiren aydınlık, doğmakta olan günün aydınlığıdır. Bayramdır gelen, tüm ışıkları ve şetaretiyle. Kalaylı kaplar gibidir içimiz. O nurun yüzümüze vuran ışıklarıyla çıkarız bayram namazından. Tüm dünya meşgalelerinden kurtulmuş ve hafiflemiş bir varlık olarak. Uçacak gibi.. Büyüklerin ellerini öpmek, yaşıtlarımıza sarılmak, koşmak arzularıyla doluyuzdur.

Ramazan gece, içe doğru derinleşmeyken, bayram dışa doğru açılım, bir neşedir. Bir güneş gibi gelir bayramlar.

ESKİ RAMAZANLAR VE KANDİLLER

Tekrar “kandil”e dönmek istiyorum. Ramazan geceleri boyunca minarelerde yanan, şehrin koyu karanlığını dağıtmaya çalışan o ışıklara.. Elektrik devrinin insanları karanlığın ne olduğunu bilmez. (Bizim nesilden çocukluğu köylerde geçenler bir parça hatırlar o karanlıkları. Şimdi elektriğin ulaşmadığı köy de kalmadı, bildiğim kadarıyla.) Ramazan denince akla gelen eski İstanbul Ramazanları olur çoğu zaman. Oradan devam edelim. Elektrik, 1910’lu yıllar içinde kullanılmaya başlandı bu şehirde. XIX. yüzyılın son çeyreğinde hava gazının sağladığı ışıklar vardı. Ondan öncesi karanlık. Evlerden sızan zayıf kandil ışıkları sokakları aydınlatmazdı. Akşamla beraber kararan sokaklar, yatsı namazından sonra daha da tenhalaşır, tam bir teslimiyetle karanlığa teslim olurdu. Bir ziyaret veya başka bir amaçla sokağa çıkacaklar yanlarında fener taşımakla yükümlüydü. Onların dışında bekçi fenerleri dolaşırdı yalnız yer yer bazı sokaklarda.

VARLIKLARI ÇOK DAHA ÖNEMLİYDİ

Böyle bir şehirde Ramazanlarda minarelerde yanan kandillerin anlamı bugünkünden çok farklıydı elbette. Her tarafı ışıl ışıl yapmasa da varlıklarıyla değerliydi onlar. Ramazan gecelerinde Fatihten başlayarak Şehzadebaşı, Bayazıt’tan Sultanahmet ve Ayasofya Camii’ne kadar uzanan tarihi ana cadde ışıklarla dolardı. Teravihten sonra insanlar akın akın İstanbul’un bu orta caddesine/orta yerine koşar, cadde boyunca önlerine fenerler asılarak aydınlatılmış dükkanlardan alış veriş yapar, çay evlerinde çay içer, bazı kahvelerde fasıllar düzenlenir, çocuklar karagöz seyreder, bir kısım insanlar ise eğlence mekanlarına girerek oralardaki şamataya katılırdı. Bu uzun caddenin merkez mekanı Direklerarası’ydı. Kalabalık o noktada yoğunlaşırdı. Sadece Suriçi İstanbul’u değil, ta Kadıköy’lerden bile buraya gelenler olurdu. (Ragıb Akyavaş hatıralarında anlatıyor: Kadıköy’deki Osmanağa Camii’nin imamı Hafız Said Selman Efendi, -cemaatin isteğiyle olacak- teravih namazlarını hızlı kıldırırmış. “Rahmetli büyükpederim, aman oğlum ne oluyorsun Allahaşkına böyle, sen torpidomusun, diye şaka ettiğini kaç defa işitmiştim. O da cevaben gülerek vapur kalkıyor, Direklerarası’na yetişecekler var, derdi.”)

MAHYA GELENEĞİ

Kandiller, eski Ramazanlarda kurulan “Mahya”larda (kelimenin aslı “mâhiye”, yani “aylık, o aya mahsus”) kısa, özlü ifadelere dönüşür, iki minare arasına asılırlardı. Bu sözler, “hoş geldin ya ramazan, on bir ayın sultanı, mâşallah, bismillah” Ramazan ayının sonunda ise “el-Firâk, elveda” gibi ifadelerden meydana gelirdi. “Resim olarak da gül, fulya, kız kulesi, kayık, köşk, fıskıye, ayyıldız gibi motifler kullanılırdı.” Süleymaniye Camii’nin Ünlü Mahyacısı Abdüllatif Efendi, bu sanatı iyice ilerleterek Abdülaziz devrinde, üç panodan oluşan bir mahya hazırlamıştır. Üzerinde Unkapanı Köprüsü ile Azapkapısı Camii’nin bulunduğu orta panoyu sabit bırakmış, bunun arabaların yer aldığı üst, balıkların yer aldığı alt bölümlerini hareketli kurmuştu. Hareketli panoların ipleri çekildiğinde balıklar yüzmeye başlar, arabalar hareket edermiş. Bu canlı pano o günkü İstanbul halkı için eğlenceli bir seyir olurmuş.

YAHYA KEMAL’İN DİZESİ

Mahya geleneği savaş yıllarında, duruma uygun bazı içerik değişiklikleriyle devam etmiş, “Hilâliahmer’i unutma, hubbü’l-vatan mine’l-îman, muhacirlere yardım, muhâcirîni unutma” gibi mahyalar da yer almıştır minareler arasında. Ben İstiklal Savaşı sırasında mahya haline getirilen bir örnekten de söz ederek yazımı tamamlamak istiyorum. Mahyayla ilgili kaynaklarda rastlamadığım bu örnek Yahya Kemal’e ait iki dizedir.

Yahya Kemal, o yıllar İstanbul’unda Darülfünûn’da hocaydı. Öğrencileriyle beraber Anadolu’da devam eden mücadeleyi destekleyen faaliyetler içindeydi. Ayrıca gazetelerde Millî Mücadele üzerine yazılar yazan (ölümünden sonra bu yazılar Eğil Dağlar kitabında bir araya getirilmiştir) bir ön saf adamıydı. Bir de “26 Ağustos 1922” başlığını taşıyan kısa bir şiir yazmıştı. İşte o şiirin iki dizesi, o yılın Ramazanında mahya haline getirilmişti. Bu konuyu bize aktaran Halide Nusret Zorlutuna:

“Bir ‘Mütareke Ramazanı’nda, Bayazıt Camii’nin minareleri arasında, ışıklarla yazılmış bir beyit hatırlıyorum, büyük şair Yahya Kemal’in bir beyti:

Tâ ki yükselsin ezanlarla müebbet [müeyyed-a.k.] nâmın

Galip et! Çünkü bu son ordusudur İslam’ın!

O gece, yatsı namazından çıkıp bu mahyayı okuyan yüz binlerce İstanbullu bir tek kalp halinde hıçkırmış, yıldızlı göklere açılan elleriyle bütün Müslüman İstanbul ‘Âmin!’ demişti.”



#Aktüel
#Edebiyat
#Hayat